İlyada’yı Antik Yunanca Aslından Ezbere Okuyan Boris Johnson Bize Ne Söylüyor?
Büyük Britanya başbakanlığı ve Muhafazakâr Parti liderliği başta olmak üzere pek çok üst düzey siyasi görevde bulunan Boris Johnson’ın geçmişte yaptığı bir konuşmasının ardından gelen bir soruya verdiği cevabın videosu çokça izlenmiş ve hakkında konuşulmuştu. 2013’te Avustralya’da Melbourne Yazarlar Festivali’nde biraz da sarhoş olarak çıktığını sahnede itiraf ettiği canlı bir röportajın sonunda, dinleyicilerden Avustralyalı bir öğrenci eğitimde hala klasiklere yer olup olmadığını sormuş. Öğrenciye cevaben Johnson ilk etapta başka hiçbir sebebi olmasa bile sadece zorda kaldığında kendi kendine okuyabileceği böylesi klasik metinlere ihtiyaç olduğunu söylemiş. Sonrasında da kendinden örnek vermiş ve aniden Homer’in meşhur eseri İlyada’nın dizelerini antik Yunanca aslından dakikalarca ezbere okumuş, bir yandan da metnin içeriğine göre jestler ve mimiklerle sahnede oturduğu koltuktan bu epik eseri adeta canlandırmış.
Antik Yunan efsanesi, Britanya ve Avustralya için nasıl klasik oldu?
Bu anekdot, günümüzde medeniyet kimliği, birikimi ve uluslarüstü epistemik cemaatin mahiyeti gibi pek çok konuya ve soruya ilişkin bize fikir veriyor. Öncelikle neredeyse üç bin yıllık, Anadolu ve Ege havzasında geçen bir antik Yunan efsanesinin nasıl olup da Hristiyanlık öncesi veya sonrası Britanya’nın medeniyet birikiminin bir parçası sayıldığı sorusunu akılda tutmakta fayda var. Hristiyanlık öncesi dönemde Tor ve Wotan dahil kuzeybatı Avrupa’da popüler, çok tanrılı pagan inançların egemen olduğu, sonrasında da Batı Hristiyanlığını (önce Katolik, sonra Protestan) benimsemiş Britanya’nın kimliğiyle, Ege havzasında geçen üç binyıllık bir antik Yunan efsanesinin coğrafi, dini veya etnik açıdan bariz hiçbir bağlantısı yok. Buna rağmen bir İngiliz Başbakanı neden, nasıl ve nerede, zorda kaldığında antik Yunanca aslından ezbere okuyabilecek kadar İlyada’yı benimsemiş ve öğrenmiş?
Anekdotun ikinci çarpıcı unsuru da Avustralya’nın Melbourne şehrinde bir yazarlar festivalinde gerçekleşmiş olması. İlyada bir şekilde İngiliz kimliğinin parçası olabilmişse bile, adeta dünyanın öbür ucu sayılabilecek Avustralya’da, yani Britanya’nın ikinci sınıf İngiliz ve ikinci sınıf beyaz gördüğü, hatta mahkumların gönderildiği bir sürgün kolonisinin de “klasik” eser anlayışında yer alması da manidar. Avustralyalı bir öğrencinin klasikler üzerine bu minvalde bir soru sorması ve Johnson’ın böylesi bir cevapla, Avustralyalıların da klasik olarak değerlendireceği bir esere atıfla, muhtemelen dinleyicileri etkileyebileceğini düşünmesi de aynı sebeple manidar. Bir sömürge yerleşiminin ikinci sınıf beyazları olarak İngiliz subayların kumandasında Çanakkale Savaşı’nda ölüme gönderilen Avustralyalılar, her ne kadar bu travmatik deneyimin de etkisiyle bağımsız olmuşlarsa da İlyada gibi bir antik Yunan efsanesini ortak klasik eserleri olarak kabul etmeye devam etmişler anlaşılan.
Ali Kemal’in torununa İlyada’yı ezberleten ve mezhep değiştirten bir seçkin eğitimi
Bu hikâyenin üçüncü unsuru, aynı zamanda Boris Johnson’u Türk okurlar açısından oldukça ilginç kılan ve hatta “Türk Boris” olarak anılmasına sebep olan esas unsur, yani büyükbabası Osman Wilfred Johnson’un son dönem Osmanlı Dahiliye Nazırı ve yazar Ali Kemal’in oğlu olması. Osman Wilfred’in ünlü bir yazar ve aynı zamanda politikacı olan oğlu Stanley’nin, Charlotte Johnson Wahl ile evliliğinden Boris doğmuş ve bir Katolik Hristiyan olarak vaftiz edilmiş. Kendi akranı pek çok üst sınıf İngiliz gibi Boris Johnson da ortaokulu ve liseyi İngiltere’nin en seçkin eğitim kurumlarından bir olan yatılı Eton Koleji’nde okumuş. Çok parlak bir öğrenci sayılmasa da klasikler konusundaki başarısıyla öne çıkmış ve ileri yaşında Avustralya’da antik Yunanca aslından ezbere okuduğu İlyada’yı da çok büyük ihtimalle Eton’da öğrenmiş. İngiliz üst sınıfından arkadaşlar edindiği bu seçkin yatılı okulda önemli ve gelecekteki siyasi kariyeri açısından anlamlı sayılabilecek bir gelişme daha oluyor ve Boris mezhebini değiştiriyor. Katolik mezhebinden çıkarak İngiltere’de devletin tarihsel olarak resmi mezhebi sayılan Anglikan Protestan Kilisesine intisap ediyor. Mezhepler bir yana, dinlerin dahi önemini kaybettiğinin iddia edildiği bir dönemde, yakın geçmişte Londra Büyükşehir Belediye Başkanı ve Birleşik Krallık Başbakanı olarak görev yapmış bir İngiliz siyasetçinin, daha ilk gençlik çağlarında, ülkenin tarihsel olarak siyaseten hedefe konmuş azınlık mezhebinden (Katoliklik) devletin resmi mezhebine (Anglikan Protestanlık) geçmiş bir seçkin olması da manidar. Kendisi Protestanlığa geçtikten yıllar sonra evlendiği eşinin Katolik olması da Johnson’ın özgeçmişinin kayda değer bir unsuru.
Fakat tam da bu noktada, geçen yazımda da değindiğim üzere (Günümüzde Bir İslam Medeniyeti Var Mı?) medeniyet kimliğinin, ilham ve referans noktaları dini olsa bile, esasında seküler bir üst kimlik olduğunu vurgulamakta fayda var. Dini kimliği sorulduğunda “çok kötü bir Hristiyan” olduğunu vurgulayan Johnson, böylece hem Hristiyan olduğunu hem de kendi özgeçmişinde görülen mezhepsel muğlaklıktan kaynaklanan sıkıntıyı ifade ediyor olabilir. Johnson ve benzer durumdaki pek çok kimse için, Batı Hristiyan medeniyetinin tamamının mezhepler üstü ortak mirası olarak gördükleri antik Yunanca ve Latince eserlere referansla kurulan bir seküler üst kimlik, kendilerine dair dini-mezhepsel belirsizlikleri ve sıkıntıları aşmanın bir yolu olabilir.
Popüler taban dini çekirdeği muhafaza ederken, İslam medeniyetinin seküler eserleri sahipsiz
Seküler İslam medeniyetinin eserleri sahipsiz ve herhangi bir uluslarüstü epistemik cemaatten yoksun olmakla birlikte, İslam medeniyetinin dini çekirdeği olan ana metni diğer dinlere nazaran çok daha popüler bir şekilde muhafaza ediliyor. Dünyanın dört bir yanına yayılmış milyonlarca hafız başta olmak üzere Kur’an-ı Kerim’i aslından okuyan, okutan, günlük hayatına yansıtmak üzere yorumlayan uluslar üstü “epistemik cemaatler” halen mevcut ve canlı. Esas dini metnin muhafazası konusunda her sınıftan inananların dahil olduğu popüler tabanın katılımıyla sürdürülen yoğun çaba ve hassasiyet göz önünde bulundurulduğunda, günümüzde İslam medeniyetinin muhafazasında eksik olanın özellikle en eğitimli üst sınıflara hitap etmesi beklenen görece seküler metinlerin muhafazası olduğu düşünülebilir.
İbn Haldûn’un Mukaddime’si veya İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı, İslami kaynaklı olmamakla birlikte tarihsel olarak İslam medeniyetine mal olmuş Binbir Gece Masalları veya Kelîle ve Dimne gibi eserler, İslam medeniyetinin görece seküler mirası sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında İslam medeniyetinin muhafazasında göze çarpan eksikliğin bariz bir sınıfsal boyutu da var: En basit şekliyle ifade etmek gerekirse bu eksiklik Müslüman ülkelerin üst sınıflarının İslam medeniyetinin “seküler” klasiklerine sahip çıkmamasında kendini gösteriyor. Fakat Johnson örneği, siyaseten muhafazakâr safta yer almış olsa bile bireysel olarak gayet seküler bir seçkin profiline karşılık geliyor. Medeniyet meselesine bu açıdan yaklaştığımızda, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatından bilinen bazı örneklerle ifade etmek gerekirse, günümüzde eksikliği hissedilen seçkinler, pek çok açından son derece seküler oldukları halde İslam medeniyetinin mirasına ve eserlerine sahip çıkan ve bu mirasın izinde yaşadıkları yüzyıla özgü eserler veren Yahya Kemal Beyatlı veya Attila İlhan gibi seçkinlerdir. Boris Johnson gibi dini kimliğiyle ilişkisini “çok kötü bir Hristiyan” olarak tarif eden bir “Osmanlı-Türk kökenli İngiliz lideri,” Batı medeniyetinin bir temel eserini Avustralya’daki yazarlar festivalinde antik Yunanca aslından ezbere okuduğunda, belki de günümüzde İslam medeniyetinde hangi boyutun ve hangi sınıfın eksik olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Büyükaslan, sosyal medya platformlarının Filistin yanlısı paylaşımlara uyguladığı sansüre dikkat çekerek, "X, Aksa Tufanı'nın başında görece özgür bir paylaşım ortamı…
Güney Afrika, Gazze’deki soykırım iddialarıyla ilgili Uluslararası Adalet Divanına 4 bin sayfayı aşan delil sundu. Büyükelçi Vusi Madonsela, İsrail’in açıkça dile getirilen "Gazze’yi insansızlaştırma" niyetinin davayı güçlendirdiğini vurguladı.
Doç. Dr. Zeynep Burcu Uğur, Türkiye’de artan konut fiyatlarının başlıca nedenlerini ve göçmenlerin fiyat artışına etki edip etmediğini Fokus+ için kaleme aldı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde ABD, Gazze'de acil ateşkes talep eden karar tasarısını 4. kez veto etti. Çin, Rusya ve Cezayir gibi üyeler ABD'yi uluslararası hukuku zedelemekle suçlarken, bu kararın insani krizleri…