Çığlığım Çığlığın Olsun

Ufuk Uras
Modern dünya düzeninin eleştirisi, daha adil bir toplum için uluslararası dayanışmanın önemi, kaynakların adaletsiz dağılımı ve etik anlayışların yeniden şekillendirilmesine dair önemli noktaları Yazar Ufuk Uras Fokus+ için kaleme aldı.
02HC_WEB_-_Çığlığım_Çığlığın_Olsun-_Ufuk_Uras (1).jpg
02 Mayıs 2024

İyi politikacı yarın ne olacağını öngören, öngörüleri gerçekleşmeyince de niye böyle olduğunu ikna edici biçimde açıklayan kişiye denir.

Yarını öngörebilmek için öngörülebilir bir dünyada yaşamak lazım. Temennilerin, olgusal süreçlerin yerini almaması gerekiyor.

Önceden belirlenmiş bir yol yok, el yordamı, deneme yanılma yöntemiyle ilerleniyor, süreçler zorunlu olduğu için değil, insanlar öyle olmasını isterlerse öyle şekilleniyor. Tarihin değişmeyen yasaları olmadığını uzun süredir gözlemlemiş bulunuyoruz. Tarihteki “sıfır”la doğa bilimlerindeki “sıfır” arasındaki fark bunu anlatıyor. Doğada hava soğuyunca üstünüzü değiştiriyorsunuz, ama tarihteki ısınma ve soğumalara karşı anlık tepki üretmeniz zor.

İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi ancak içsel zincirleri kırabilmesiyle mümkün. Başkaları adına konuşma yetkisini kendinde görmek bir hastalık aslında ve dünya egemenleri böyle bir rüçhan hakları olduğunu sanıyor. İkamecilikten kaynaklanan temsilî krizin faturasını BM yapılanmasında açıkça görüyoruz. Hiçbir işe yaramayan pörsümüş bir organa dönüştü BM.

Müzik terimleriyle ifade edecek olursak çok sesli bir dünya düşlüyoruz. Bu çok sesli dünyaya tek sesli araçlarla ulaşabilmek mümkün değil. Bir düdüğü bir orkestrayla karşılaştırabilmek mümkün mü?

Dünyanın muktedirleri insan tahayyülleri üzerine sürekli yeni hapishaneler oluşturuyorlar. Üstelik bunu insanları şapşallaştırmaya da yarayan kitle iletişim araçlarıyla yapıyorlar. Sanki ineklerin önüne konulan saman parçaları reklamları, medyaları.  Böylece şimdiki zamanı sonsuz kılmaya çalışıyorlar. Daha farklı adil bir dünyanın tasarlanamayacağını varsayıyorlar.

Dünyadaki kaynak tahsis mekanizmalarının mazlum milletlerden yana radikal bir dönüşümüne ihtiyaç var, bu kavanoz dipli dünyanın sonunun gelmesini istemiyorsak. Tahayyül etmek, hayal kurmaksa, h’nin üstüne nokta koyduğunuzda hile yapmak anlamına geliyor. Hilebazlarla hayalbazların mücadelesinde herkese noktasız tahayyül diliyoruz.

İşçilerin haklı taleplerine kızan otomobil üreticisi Ford, “hepinizi atar, yerinize robotları alırım” deyince, bir işçi “o zaman ürettiğiniz arabaları robotlara mı satacaksın?” sorusunu soruyor. Kapitalizmin büyük açmazı burada yatıyor. Dünya kesintisiz adalet arayışında. Peki adalet nedir? Adalet herkese hakkını vermek değil midir, üstelik teri kurumadan.

Yeni dünya düzeninde kırılma noktaları

İki kutuplu dünya süreci biteli çok oldu. Bugün çoklu bir dünya yapısıyla karşı karşıyayız. Düzen, yani “order”, aynı zamanda buyruk anlamına da geliyor. Buyruklar toplamı yeni dünya düzenini oluşturuyor, ama bu buyruklara kulak asmayanların da varlığı önem taşıyor. Hiyerarşik, eşitsiz ve adil olmayan bir dünyaya itiraz edenlerin sesleri çoğalıyor.

Ama uluslararası siyasetin koordinatları çok kolay değişmiyor. Dünya nizamının adaletsizliğine itiraz edenler karda ilerlerken, onlar itirazcıların önünü açan kar küreme aracı konumundalar. Nasırlaşmış kanaatlerin nasır ilacı dediğimiz en demokratik yaklaşım bile kifayetsiz kalıyor bu pragmatistlerin dünyasında. 

En kötü fukaralık zihinsel fukaralık gibi gözüküyor. “Verbal kamuflaj” dedikleri her şeyin üstünü örtmenin de sınırları var. Sirk dünyasının altın kuralı belli: Kart maymunlara yeni numara öğretilemiyor. Sopa ve havuç politikaları yetmiyor artık. 

Her siyasi öznenin kendi çıkarını en çoklaştırması doğal ama verili sabit çıkarlar da yok, bunların inşa edilmesi, tarif edilmesi ve kurulması da gerekiyor. Uluslararası siyaset de yufka açmaya benziyor, eldeki malzemeyi sabırla inceltmek gerekiyor.

Emperyal güçler Prokrustes yatağı gibi kurbanlarını yatağa sığdırmak için ya kesip biçiyor ya da bedenlerini çekerek uzatıyorlar.

İnsan doğasına/aklına uygun bir dünya nizamı aranıyor, ama ya böyle vaaz edildiği gibi değişmez bir insan aklı ve özü söz konusu değilse? Belki de bu yüzden kavrayış krizleri aşılamıyor. Dünyada ideolojik/siyasi hegemonyaların kalmadığı ama bir karşı hegemonyanın da şekillenemediği bir pat durumu söz konusu. Gramsci’nin de belirttiği gibi hayatta ortadan kalkmakta olan belli, ama neyin geleceği konusunda rivayet muhtelif.

Özgür irade ve dış müdahalelere direniş 

ABD’nin Irak’a müdahalesinde “Ne Sam ne Saddam” itirazında bulunmuştuk, dünya egemenleriyle bölge diktatörlükleri arasında bir seçimde bulunmak zorunda değiliz diye. Tıpkı “Ne Nato, ne Miloseviç” dediğimiz gibi. Hayat bize sunulan seçeneklerden birini tercih ettiğimiz çoktan seçmeli bir oyun değildir. Bir ara Yalçın Küçük, “Ufuk Uras’a adını sorun ne Mehmet ne Ahmet der” diye takılmıştı, ama işin aslı öyle değil. Asıl olanın halkların kendi iradesi olduğunun ve demokratikleşmenin öneminin altını çiziyorduk.

Unutmayalım ki yumurtayı dışarıdan kırarsanız ölür, içerden kırılırsa hayat bulur, toplumlar da böyledir. Dışardan müdahaleler toplumsal dokuyu tahrip eder. İnsanlığın artık yeni bestelere ihtiyacı var, kimse beter ile daha beter arasında tercihte bulunmak zorunda değil. Ezen-ezilen ilişkisinde asla ezenlerin yönteminin kullanılmayacağını esas alan bir Hipokrat yeminine ihtiyaç var belki de. (*)

BM insani yaşam endeksindeki eşitsiz durum, dünya nimetlerinin paylaşımı ve nimet-külfet dengesinin bozulmasının net bir fotoğrafını yansıtıyor. Toplumların yoksulluk ve sefaletini kendi yeteneksizlikleriyle açıklamak büyük haksızlık ve içselleştirilmiş bir eziklik içeriyor. Arap Baharı’nda “Arap halkları kendi haysiyet mücadelesini yapamaz, demek ki dışarıdan kışkırtılıyorlar” denmesi gibi. Kendini ateşe veren Tunuslu delikanlı Muhammed el- Buazizi’nin çığlığını tam da böyle bastırmak istemişlerdi. Yoksullarla kimliğinden yoksun olanların feryadı bastırılmış olsa da bu taleplerin önemini ortadan kaldırmıyor.

Küresel bir kamusallık tarifi ihtiyacı, küresel bir vicdan ve etik arayışının önemini küresel iklim krizinde de daha net gördük.

Mülkün sahibini unuttuğunuzda mülkün kullanım hakkı da çok hoyratça harcanabiliyor, doğaya ve kendinize yabancılaşabiliyorsunuz. Doğanın kendisine bir fayda- maliyet hesabı içinde bakamıyoruz. Doğayı fiyatlandırdığımızda, doğa da önümüze ağır bir fatura çıkarabiliyor. Toplumsal verimlilik yerine küresel firmaların verimliliği kolaylıkla ön plana çıkabiliyor.

Ne diyordu Edip Cansever: “İnsan yaşadığı yere benzer, o yerin toprağına, suyuna benzer.” Toprak toprak olmaktan, su da su olmaktan çıkınca hiçbir şeye benzemezsiniz.

Kimlik, ayrışma ve yeniden direniş 

Kimlik- “identity”, “identify”- ayrıştırma ilişkisi önemli, ancak egemen zihniyetten kendinizi ayrıştırarak bir kimlik edinebiliyorsunuz, kimliğinizi kaybettiğinizde ise kendinizi bulacak şeyi kaybetmiş oluyorsunuz zaten.

Peki dünyada yeni bir kurucu irade mazlumların dayanışması olmadan kurulabilir mi? Nâzım Hikmet’in “Şarklıyız, isyanda haklıyız” dizelerinden sadece itiraz değil, yapıcı bir irade inşa edilemez mi?

“Amaçların yüceliği her aracı meşru kılar” şeklindeki Cizvit ilkesiyle her alanda mesafe koyarak amaçlarla araçların uyumunu esas alan farklı bir etik anlayışı geliştirilebilir. Etik ne amaç ne de araç, soluduğumuz ortamın kendisi, siyaseti etiğe tabi tutma en önemli önceliğimiz olmak durumunda. Zihniyet değişikliği iklim değişikliği gibi değil, değişim ve dönüşüm iradesi koymadan bir şey olmuyor. Devraldığımız fikrî miras ortada, ama hiç birimizin miras yedi olma özgürlüğü bulunmuyor.

Genellikle kapitalizm-devlet ilişkileri birbirine dışsal faktörler gibi ele alınıyor, halbuki kapitalist sistem devlet yapılarının dönüşümü üzerinden mazlum ülkeler üzerinde hegemonya tesis edebiliyorlar. Demek ki ülkeler bazında da farklı bir kamusallık yani müşterek alanın tesisinin uluslararası düzeyle senkronizasyonu ve bunu tesis edecek bir yatay irade gerekiyor. Egemenlerin dikey siyaseti karşısındaki itirazın gücü haklı olmalarından kaynaklanıyor.

Osmanlıdaki Miri arazi sisteminin bozulmasıyla imparatorluğun yıkılış süreci arasında bir neden- sonuç ilişkisi olduğu ortada.

Tabii bütün bunların arkasında da toplumun akıl baliğ olmadığı, bürokratik bir jakoben sistemin toplumu yukarıdan aşağıya şekillendirme mühendisliği anlayışı yatıyor. Cemil Meriç’in belirttiği gibi toplumlara delirdikleri için değil, delirtmek için deli gömlekleri giydirilerek ruh sağlıkları bozuk hale getiriliyor. Deli gömleklerimizi üstümüzden atmadan kendimiz gibi olamıyor, kendimiz gibi bir dünya inşa edemiyoruz. Dünyanın sahipleriyle rekabette onların oyunlarının kuralları içinde onlar gibi davranarak girilen bir mücadelede sonuç büyük ölçüde baştan belirlenmiş oluyor.

Adeta Robin Hood gibi üst gelir gruplarından alt gelir gruplarına kaynak aktarımının gerçekleşmesi, bu eşitsiz dünyada egemen ülkelerin gönül rızalarıyla olamıyor. Bu ülkelerdeki muhalefet hareketlerinin önemine en son Gazze soykırımına Batı’dan gelen tepkiyle tanık olduk. ABD üniversitelerinde polis,hocaları kelepçelemek, öğrencileri gözaltına alma yoluna gitti. Ama hangi kelepçe vicdanlara dizgin vurabilir?

Seattle’da küreselleşmenin haksız yapısına karşı ilk eylemler olduğunda protestocular yanlarına kimlik almayarak, isimleri sorulduğunda Muhammed ve Ayşe diyerek bütün sistemi kilitlemeyi başarmışlardı. 5 yıldızlı otellerde topluca yemek yiyerek hesabı Bush ödesin eylemleriyle seslerini duyurabilmiş ve sistemi kilitleyebilmişlerdi.

Siyah hareketin ABD’de önlenemez yükselişi karşısında menfaat dünyasına karşı hak mücadelesi (Benefit/Right) önce gönülleri kazanarak başlamıştı.

Değişim için yeni paradigmalar 

Kendi suretimizde bir dünya için yine tümdengelimci perspektifle güzel örnekleri çoğaltmak gerekiyor.

Nasıl yanlış ilaç hastayı öldürürse, yanlış tespitler de yerküreyi öldürüyor ve bu maalesef sahiplerinin işine yarayabiliyor. Kulun kula kul olmadığı, insanın insanı sömürmediği, bir kamil insanın inşasını hedefleyen yeni bir siyaset ve medeniyet telakkisinin yerleşmesinde, dünya insanlarıyla gösterilecek dayanışma ve imece çalışması elzem. Afrika ülkelerinde ve Ortadoğu’da bu dayanışma örneklerinin tanığı olabilirsiniz. Yeter ki sözümüzü ve insanımızı çoğaltalım. Dünyanın hakimlerinin kendiliğinden harakiri yapmayacaklarını biliyoruz.

Kaf Dağı’nın ardında bir dünya değil bu, yeter ki tahayyüllerimizi başkaları değil kendimiz belirleyelim.

28 Şubat sürecinde, NATO’nun iki kutuplu dünya düzeninin ortadan kalkmasıyla konsept değiştirerek Batı-Doğu eksenini, Kuzey-Güney denklemine kaydırarak toplumsal mühendislik yaptıklarını kendi brifinglerinde ayrıntılarıyla izah ve telkin ettiklerini bilirsek, iç siyaset- uluslararası ilişkiler denkleminin birleşik kaplarını daha iyi görüp analiz edebiliriz. (**)

Politika mı yaşamın aracı, yoksa yaşam mı politikanın aracı dilemmasında politikayı yaşamı dönüştürmenin aracı haline getirebilirsek, insan yaşamlarını politikanın mezesi yapmaya çalışan konvansiyonel, statükocu, araçsalcı yaklaşımlarla araya mesafe koyarak toplumumuza ve insanlığa daha doğru hizmet edebiliriz.

Unutmayalım, rutin öldürür, rutinden çıkmak özgürleştirir.

 

(*) Ufuk Uras’la Ömer Laçiner’in Söyleşisi, Birikim dergisi, Aralık, Sayı: 92, 1996

(**) Ufuk Uras, ÖDP Söyleşileri, 1999, Alan yayınları, s.94

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Galant Hakkında Tutuklama Emri Çıkardı

Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Galant hakkında tutuklama emri çıkardı.

Filistin Yanlısı Paylaşımlara Uygulanan Sansür, Sosyal Medya Platformlarının Tarafsızlığını Gündeme Taşıdı

İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Büyükaslan, sosyal medya platformlarının Filistin yanlısı paylaşımlara uyguladığı sansüre dikkat çekerek, "X, Aksa Tufanı'nın başında görece özgür bir paylaşım ortamı…

Güney Afrika, Gazze Soykırımı Davasında UAD’ye Binlerce Sayfalık Delil Sundu

Güney Afrika, Gazze’deki soykırım iddialarıyla ilgili Uluslararası Adalet Divanına 4 bin sayfayı aşan delil sundu. Büyükelçi Vusi Madonsela, İsrail’in açıkça dile getirilen "Gazze’yi insansızlaştırma" niyetinin davayı güçlendirdiğini vurguladı.

Konut Fiyatlarında Yükseliş ve Göçmenler: Efsaneler ve Gerçekler

Doç. Dr. Zeynep Burcu Uğur, Türkiye’de artan konut fiyatlarının başlıca nedenlerini ve göçmenlerin fiyat artışına etki edip etmediğini Fokus+ için kaleme aldı.

BMGK Üyeleri ABD'nin Vetosu, Uluslararası Hukukun Otoritesini Zedeliyor

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde ABD, Gazze'de acil ateşkes talep eden karar tasarısını 4. kez veto etti. Çin, Rusya ve Cezayir gibi üyeler ABD'yi uluslararası hukuku zedelemekle suçlarken, bu kararın insani krizleri…