İsrail'deki Protestolar Savaşın Durmasını ve Takas Anlaşmasını Sağlar Mı?

İsrail’de altı rehinelerin ölümüne yol açan Gazze operasyonu sonrası hükümet karşıtı protestolar büyüyor. Netanyahu’nun savaş stratejisi ve Selahaddin Ekseni'nde kalma kararı, geniş çaplı grevler ve sokak eylemleriyle karşılanıyor.
Fokus+
İsrail'deki Protestolar Savaşın Durmasını ve Takas Anlaşmasını Sağlar Mı
12 Eylül 2024

İsrail işgal güçlerinin Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’ta bulunan bir tünel içindeki rehinelere ulaşma girişimi sırasında, İslami Direniş Hareketi Hamas tarafından tutulan, beşi İsrailli ve biri ABD'li olmak üzere altı rehinenin hayatını kaybetmesi, İsrail’de geniş çaplı bir protesto dalgasına neden oldu. 

Protestocular, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun rehinelerin canlı olarak evlerine geri dönmesini garanti edecek bir ateşkes anlaşmasına varmasını talep ediyor.  

Gazze’de savaşın başladığı 7 Ekim 2023’ten bu yana düzenlenen şuana kadar ki “en büyük” protestolar, İşçi Sendikaları Federasyonu Histadrut’un 2 Eylül’de İsrail ekonomisinin büyük bölümünü sekteye uğratan genel grev çağrısının ardından ivme kazandı.  

İsrail’in daha önce tanık olduğu son geniş kapsamlı protestolar, Netanyahu’nun yargıyı yeniden yapılandırma planına karşı kitlelerin sokaklara döküldüğü 2023 baharında yaşanmıştı.  

Söz konusu protestolar, Netanyahu’yu yargı değişikliklerinden geri adım atmaya ve yargının bağımsızlığını sınırlama girişimlerine karşı çıkan Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden alma kararından vazgeçmeye zorladı.  

Protestoların önemi ve kapsamı  

İsrail ile Filistinli direniş grupları arasında bir hafta süren geçici ateşkesin ardından son rehine ve tutuklu takasının gerçekleştiği Kasım 2023’ten bu yana yürütülen diplomatik çabaların yanı sıra iç ve dış baskılar, Netanyahu’nun Gazze’deki İsrailli rehineler karşılığında Filistinli tutukluların serbest bırakılmasına ilişkin ateşkes anlaşmasına varılması konusundaki tutumunu değiştirmede başarılı olmadı.  

Netanyahu, rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik herhangi bir anlaşmanın ardından Hamas’ı ortadan kaldırma ve savaşı yeniden başlatma planına bağlı kaldı ve taraflar anlaşmaya yaklaştıkça yeni koşullar eklemeye devam etti.  

Bu koşullardan sonuncusu, İsrail işgal ordusunun Gazze ile Mısır’ı ayıran Selahaddin (Philadelphia) Ekseni’nde kalmasına yönelik sunduğu şarttı. 

Gazze'deki İsrailli rehinelerin aileleri, hükümete bir anlaşma sağlamak amacıyla protesto hareketi başlattı. Ancak bu hareketin etkisi sınırlı kaldı. Başbakan Netanyahu'nun intikam arzusuna dayanan tutumunu değiştirmek için geniş çaplı bir halk desteği sağlanamadı. 

Knesset’teki aşırı sağla ittifakı, hedeflerin belirsizliğine rağmen savaşın devam etmesini sağlarken, Netanyahu Washington’daki güçlü ilişkilerinden de faydalandı.  

Bu durum, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin kendisine uyguladığı baskıların etkisini azalttı.  

Öte yandan Netanyahu’nun 24 Temmuz tarihinde ABD Kongresi önünde yaptığı, 52 dakikada 79 kez ayakta alkışlandığı konuşmada aldığı bu güçlü destek açıkça görüldü.  

Ancak son haftalarda, savaşın 10 aydan fazla sürmesinin verdiği yorgunluk ve bitkinliğin başlamasıyla bu durum değişmeye başladı.  

Savaşın devamının anlamını yitirmesi ve Gazze’deki tüm rehinelerin ölümüne yol açsa bile hükümetinin ömrünü uzatmak isteyen Netanyahu’ya özgü siyasi hesaplara dönüşmesi, İsrail kamuoyunun büyük bir kısmı için net olarak görülmeye başladı.  

Dolayısıyla İsrail işgal ordusunun, 1 Eylül’de savaşın başlangıcından bu yana ilk kez altı rehinenin cesedinin bulunduğunu duyurması üzerine on binlerce İsrailli savaşın devam etmesini protesto etmek üzere Tel Aviv’de sokaklara çıktı.  

Rehinelerin aileleri ile birlikte binlerce kişi de kabine toplantısı sırasında, takas anlaşmasına engel teşkil eden “Selahaddin Ekseni’nde ordunun kontrolünü sürdürme kararını” protesto etmek amacıyla Netanyahu’nun ofisinin önünde oturma eylemi yaptı.  

Protestoların bu kez daha önemli hale gelmesinin nedeni, Histadrut’un da buna katılması ve Netanyahu hükümetine Gazze’deki rehineleri geri getirebilmesi konusunda adım atması için baskı yapmak amacıyla 2 Eylül’de genel grev çağrısı yapmasıydı.  

7 Ekim 2023’ten bu yana görülen en büyük hükümet karşıtı protestoya ulaşım, eğitim ve belediyeler dahil olmak üzere çeşitli sektörlerden geniş bir katılım gösterilmesine rağmen grevde kısmi başarı sağlandı.  

Bu da, İsrail toplumu içinde Gazze’deki savaşın Filistin direnişi ortadan kaldırılıncaya kadar devam etmesini isteyenler ile rehineleri canlı olarak kurtarmanın bu aşamada bir öncelik olması gerektiğine inananlar arasındaki giderek büyüyen uçurumu gösterdi.  

Ayrıca Grev, Tel Aviv ve Hayfa gibi büyük şehirlerde geniş destek alırken, bu şehirlerdeki birçok şirket kapandı ve hizmetler durduruldu.  

Batı Kudüs mahalleleri ve Batı Şeria’daki büyük yerleşim merkezleri gibi daha sağcı ve muhafazakar bölgelerde ise greve katılım konusunda isteksizlik yaşandı.  

Her ne kadar hükümet, ülkedeki ekonomi ve güvenlik durumunun istikrarsızlaştırılması ihtimaline dikkat çekerek grevin devamı ve genişlemesini yargı kararıyla engelleyebilse de, protestoların boyutu, İsrail’de 7 Ekim’den sonra savaşın hedefleri konusunda ortaya çıkan fikir birliğinin çatırdamaya başladığını açıkça ortaya koydu.  

Selahattin Ekseni’nde kalan askeri kurum ve Gazze’deki askeri yönetim  

Sokaklarda memnuniyetsizliğin tırmanmasına paralel olarak, askeri ve güvenlik kurumunun pozisyonunu temsil eden Gallant, ordunun Selahaddin Ekseni’ni kontrol etmeye devam etme kararına karşı oy kullandı.  

Bu bağlamda askeri yapı, Netanyahu’nun Gazze’deki savaşın gidişatına ilişkin direktiflerine karşı daha fazla muhalefet ifade etmeye başladı.  

Gallant, 30 Ağustos’ta yapılan güvenlik ve siyasi işlere yönelik Bakanlar Kurulu toplantısında, Netanyahu’yu kendi iradesini orduya empoze etmekle suçladı.  

Ayrıca, kabinenin orduyu Selahaddin Ekseni’nde tutma yönündeki kararını değiştirmesini ve rehinelerin serbest bırakılmasını garanti edecek bir anlaşmaya varılmasını talep etti.  

Selahaddin Ekseni meselesiİ ordu ile Netanyahu arasındaki anlaşmazlığı derinleştirdi.  

Ordu, Netanyahu’nun “Gazze’deki İnsani-Sivil Çalışmalar” olarak adlandırılan yeni bir pozisyon oluşturmaya karar vermesi ve bu pozisyona Tuğgeneral Elad Goren’i atamasının ardından, Netanyahu’nun Gazze’de doğrudan İsrail askeri yönetiminin önünü açtığı yönündeki korkularını dile getirdi.  

İsrail işgal ordusu ise Netanyahu’nun kendisini Gazze Şeridi’ndeki sivil işlerin yönetimine dahil etmesinden korkuyor.  

Çünkü bu, yıllık maliyeti ordu bütçesinden 10 milyar doları aşabilecek bir maliyeti ve Gazze’de neredeyse kalıcı olarak birçok askeri tümenin varlığını gerektiriyor.  

Bu durum, Gallant’ın 15 Mayıs’ta düzenlediği basın toplantısında, Netanyahu’ya “İsrail’in Gazze Şeridi’nde askeri yönetim kurmayacağını” duyurması yönünde çağrıda bulunması gibi ordunun korkularının fiilen gerçekleştiği anlamına geliyor.  

İsrail medyası mayıs ayında, askeri yapı tarafından Gazze Şeridi’ndeki Hamas yönetimine alternatif bulma konusunda hazırlanan sızdırılmış bir belgeyi yayımladı.  

Söz konusu belgede, İsrail’in Gazze Şeridi’nde askeri yönetim kurmasının, ülke için en kötü seçenek olduğu ifade edildi.  

Sızdırılan belgede, bu kararın ordunun yeteneklerini tüketeceği vurgulanırken, yedek kuvvetlerin hizmet sürelerinin artırılması ve büyük bir askeri gücün tahsis edilmesinin İsrail’in karşı karşıya olduğu diğer cephelerin etkinliğini etkileyeceği vurgulandı.  

Netanyahu’nun Selahaddin Ekseni’nde kalma konusundaki ısrarı, bu konunun rehineleri canlı olarak geri getirecek bir anlaşmaya varılmasına engel teşkil etmemesi gerektiğine inanan orduyla bir başka çekişme noktası oluşturuyor.  

Çünkü İsrail işgal ordusu, devam eden savaş sonucunda Gazze Şeridi’nde yaşanan ölümlerin “yükünü” taşıyor ve onları kurtarmak için rehinelere ulaşmaya çalışıyor.  

Askeri kurumun bu tutumu, Savaş Konseyi’nin iki eski üyesi ve eski genelkurmay başkanları Benny Gantz ve Gadi Eisenkot tarafından ifade edildi.  

Öte yandan Gantz ve Eisonkot, altı rehinenin ölümünün ardından düzenledikleri ortak basın toplantısında, bedeli yüksek olsa da rehinelerin geri getirilmesi için çalışma çağrısında bulundu.  

Buna ek olarak, Netanyahu’nun iddia ettiği gibi, Selahaddin Ekseni’nin, İsrail’e varoluşsal bir tehdit teşkil etmediğini de ifade ettiler.  

Netanyahu’nun Selahaddin Ekseni’ni kontrol etme ısrarı  

Protestoların yanı sıra askeri ve güvenlik kurumlarının baskısına paralel olarak, ABD yönetimi Selahaddin Ekseni konusundaki ısrarından vazgeçmesi için Netanyahu hükümeti üzerindeki baskısını artırdı.  

Başkan Biden, Gazze’de ABD’li bir rehinen öldüğüne dair haberi aldıktan sonra Netanyahu’yu, rehinelerin serbest bırakılmasına izin verecek bir anlaşmaya varma konusunda yeterli çaba harcamamakla suçladı.  

ABD medyası, Biden yönetiminin İsrail ile Hamas arasındaki Selahaddin Ekseni konusundaki anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için “al ya da bırak” formatında sunulacak nihai bir öneri üzerinde çalıştığını ortaya çıkardı.  

Bu haberlerle, Netanyahu veya Hamas’ın teklifi reddetmesi halinde, ABD’nin Gazze’deki rehinelerle ilgili bir anlaşma yapılmasına yönelik arabuluculuk çabalarından vazgeçme ihtimaline atıfta bulunuldu.  

Gerçek şu ki, Biden yönetimi İsrail’e herhangi bir baskı uygulamadı ve İsrail’in ilk öneriyi reddetmesinin ardından yeni bir öneri sunmak bile İsrail baskısına boyun eğmek anlamına geliyor.  

Bu da, Biden yönetiminin İsrail hükümetine fiilen baskı yapma iradesine sahip olmaması nedeniyle Kasım ayındaki başkanlık seçimlerine kadar umudun, müzakerelerin ve ilerlemenin varlığını öne sürmeyi bırakmadığına dair şüpheleri artırıyor.  

Ancak tüm bu baskılar, Gazze’deki rehinelerle ilgili müzakereleri yönetme politikalarına karşı şimdiye kadar ki en büyük protestoların başlamasından saatler sonra bir basın toplantısı düzenleyerek, bu tutumunda ısrar eden Netanyahu’nun kararında önemli bir değişikliğe yol açmadı.  

Netanyahu söz konusu basın toplantısında, Selahaddin Ekseni’ni Hamas’ın “kesilmesi gereken” oksijen boru hattı olarak tanımladı.  

Ayrıca İsrail işgal ordusunun oradan çekilmesinin Gazze’yi İsrail için büyük bir tehdit kaynağı haline getireceğini ve Hamas’a silah kaçakçılığının önünü açacağını öne sürdü.  

Takas anlaşması müzakerelerinde pek çok tartışmalı konu olmasına rağmen Netanyahu, son haftalarda İsrail’in Selahaddin Ekseni’nde kalmasını ana tartışma konusu haline getirdi.  

Netanyahu’nun aşırı sağ hükümet ittifakını sürdürmeye çalışırken, siyasi konumunu iyileştirecek bir saha başarısı elde etmeyi umduğu ve zaman kazanmak için bu konuyu istismar ettiğine dair bir inanç var.  

Ayrıca Biden’ın çabalarını engelleyerek, yaklaşan ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarını etkilemeye çalıştığı da düşünülüyor.  

Öte yandan Hamas, İsrail işgal ordusunun Selahaddin Ekseni’nden çekilmesini her türlü ateşkes anlaşmasının koşulu olarak görüyor.  

Aynı bağlamda Mısır da Camp David Anlaşmaları ve 2005 tarihli Refah Geçiş Anlaşması’nı ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail’in buradaki askeri varlığına da karşı çıkıyor.  

Kahire, bu durumun bölgenin istikrarına yönelik bir tehdit teşkil ettiğini ve Mısır’ı çatışmanın içine sürükleyebileceğini vurguluyor.  

Sonuç  

10 aydan fazla bir süre boyunca Netanyahu, onu savaşı durduracak ve rehineleri geri getirecek bir anlaşmayı kabul etmeye zorlayan tüm dış baskıların (siyasi, hukuki ve medya) üstesinden gelmeyi başardı.  

Ayrıca siyasi muhalifleri veya rehinelerin ailelerinden gelen iç baskıları da kontrol altına alıp zayıflattı.  

Böylece savaş ve hedefleri konusunda İsrail toplumunda geniş bir fikir birliğine ve Knesset’te kendisine aşırı sağ kanat tarafından sağlanan bir çoğunluğa sahip oldu.  

Ancak son dönemde altı rehinenin ölmesi ve buna eşlik eden Histadrut’un çağrısıyla gerçekleştirilen genel grev bağlamında tanık olunan protestolar, İsrail’in savaşa ilişkin fikir birliğinde bir çatlak başladığının göstergesi oldu.  

Bu, Netanyahu’nun Ekim 2023’ten bu yana karşılaştığı en büyük iç sorunu temsil ediyor olabilir.  

Liberal ve laik gruplar arasında yoğunlaşmasına rağmen, İsrail toplumundaki ortak bölünme sürüyor.  

Mümkün olan süre boyunca iktidarda kalabilmek için koalisyonunu yatıştırmaya odaklanmış olan Netanyahu’nun izlediği yaklaşımda net bir değişiklik görmeden önce, artan dış baskılara ve Filistin direnişinin devam eden kararlılığına ek olarak, kesinlikle İsrail toplumunun daha geniş kesimlerinin savaşı durdurma hareketine dahil olmasını gerekir.  

 

El-Arabi Araştırmalar ve Politika Çalışmaları Merkezi