Keir Starmer Birleşik Krallık Dış Politikasında "Gemiyi Sağlamlaştırmaya" Çalışıyor
Keir Starmer'ın 5 Temmuz'da Birleşik Krallık Başbakanı olarak seçilmesi, hem ülke içinde hem de dış politikada bir dizi beklentiyi beraberinde getirdi. Ancak İngiltere'nin dış politikasında hızlı ve önemli değişiklikler bekleyenler büyük olasılıkla hayal kırıklığına uğrayacak. Starmer yönetimindeki İşçi Partisi'nin dış politika vaatleri, 14 yıllık iktidarlarının ardından devrilen Muhafazakarlardan pek farklı değil. Starmer ve bakanları, önceki hükümetin dış politika tutumlarına yönelik neredeyse hiç eleştiri getirmedi.
Dış politikada beklenen bu devamlılığın iki ana nedeni var. Birleşik Krallık, Muhafazakar yönetim altında kötüleşen ekonomik koşullarla karşı karşıya kaldı. Halk artan yaşam maliyetlerinin sıkıntısını hissetti. Starmer içişlerinde zorlu bir durumu devralırken, Başbakan olarak yaptığı ilk konuşmada "ulusal yenilenme çağı" çağrısında bulundu. Ancak Starmer'in ulusu yeniden canlandırabileceğini kanıtlaması gerekiyor ve ekonomiyi istikrara kavuşturmak gibi iddialı bir hedefe ulaşması muhtemelen biraz zaman alacak. Hatta Başbakan Starmer en iyi ihtimalle 5 yıllık iktidar döneminin son demlerinde bunu başarabilecektir. Sonuç olarak, içişleri bu durumdayken dış politikada köklü değişimler yakın vadede öncelikli olmayacaktır.
Starmer aynı zamanda kendisini merkeziyetçi ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki dünya düzeninin sürdürülmesinin sesli bir destekçisi olarak konumlandırdı. Hem Starmer hem de yeni Dışişleri Bakanı David Lammy, bu yılın sonunda yapılacak ABD Başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, Londra'nın Washington ile olan transatlantik ortaklığını sürdüreceklerine söz verdiler. Öte yandan Starmer, Muhafazakarların Brexit sonrası dış politika gündemini karakterize eden bir kavram olan "Küresel Britanya" söylemini muhtemelen bırakacaktır. Starmer ve hükümeti Washington'un yakın "küçük ortağı" olarak küresel sahnede proaktif bir rol oynamaya devam edebilir.
Avrupa ile yeniden uyum
Avrupa, Starmer'ın dış politikasının odak noktalarından biri olacaktır. Starmer, Brexit sonrası Avrupa ile bağların geliştirilmesini, potansiyel olarak ticaret engellerinin azaltılmasını ve Avrupa Birliği'ne (AB) yeniden katılmadan güvenlik ve göç konularında koordinasyon sağlanmasını destekleyecek. Avrupalı liderlerle bağları güçlendirme çabaları 18 Temmuz'da Birleşik Krallık'ta yapılacak Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi'nde kendini gösterecek. Starmer'in Başbakan olması Avrupa içinde de olumlu karşılandı. Pek çok AB lideri, Brexit'in Muhafazakar Parti yönetimindeki çalkantılı sürecinin ardından Birleşik Krallık'la ilişkilerin yumuşamasını umarak Starmer'ı tebrik etti.
Bu aynı zamanda İngiltere-AB güvenlik koordinasyonunu, özellikle Ukrayna'yı göz önünde bulundurarak, derinleştirme vaatleriyle birlikte geliyor. Starmer'in İngiltere'nin Ukrayna'ya verdiği maddi ve siyasi desteği sürdürmesinin yanı sıra Londra'nın Rusya'ya yönelik güçlü yaptırım rejimini de koruması bekleniyor. Bu politikayla Avrupa ve ABD ile nasıl uyumlu olduğunu gösteren Starmer, ABD Başkanı Joe Biden'a İngiltere'nin Kiev'e desteğinin "sarsılmaz" olduğunu söyledi.
İngiltere 2024 itibariyle Ukrayna'ya 7,6 milyar Sterlin'i askeri yardım olmak üzere toplam 12,5 milyar Sterlin destek sözü verdi. Starmer, NATO'ya olan "sarsılmaz" bağlılığını ilan ettikten sonra, NATO müttefikleri doğrultusunda bu desteği muhtemelen sürdürecektir.
Avrupa'nın ötesinde
Bir diğer önemli husus da İngiltere'nin Hint-Pasifik'teki varlığıdır. İngiltere'nin Hint-Pasifik'teki varlığı muhtemelen devam edecek, ancak Starmer için belki de daha az öncelikli olacak. Starmer, Hint-Pasifik'te Boris Johnson'ın liderliğinde 2021'de göreve başlayan donanmasının bölgedeki konuşlanmasını azaltmaya yönelik herhangi bir planı şimdilik öne sürmedi.
Starmer, Çin'in Hint-Pasifik'teki genişlemesine karşı koymak üzere ABD ve Avustralya ile imzalanan denizaltı üretim anlaşması AUKUS'a da destek verdiğini ifade etti. Starmer muhtemelen İngiltere'nin Japonya gibi diğer önemli bölgesel müttefikleriyle ortaklıklarını sürdürmeye devam edecektir.
Bununla birlikte, İngiltere'nin dünyadaki alanını, sınırlı kaynaklarla aşırı genişlettiğine dair ciddi endişeler var. Kısıtlı kaynaklar, Ukrayna'ya yönelik zaten önemli olan taahhütleri bir yana, İngiltere'nin Hint-Pasifik'te daha fazla genişlemesine engel olabilir.
Londra'nın Hint-Pasifik'te ABD'yi desteklemeye çalışırken son yıllarda giderek zedelediği Çin ile ilişkilerini dengelemesi gerekecektir. Biden'ın başkanlığı döneminde ABD-Çin ticareti artarken Washington, aralarında İngiltere'nin de bulunduğu bazı müttefiklerini Çin'den ayrılmaya ikna etti. Muhafazakar hükümet döneminde İngiltere, ABD'nin baskısından etkilendiği bildirilen bir hareketle, 2027'ye kadar tüm Huawei ekipmanlarını 5G ağlarından çıkarma sözü verdi. Ancak Pekin aynı zamanda İngiltere'nin en büyük ithalat kaynağı olmaya devam ediyor ve bu da onu İngiltere için önemli bir ekonomik ortak haline getiriyor.
Starmer göreve geldikten sonraki ilk 100 gün içinde Çin ile ilişkilerin "denetleneceği" sözünü verdi. Yine de İngiltere'nin ABD'nin baskısına karşı koyup koymayacağı ve Çin'e karşı daha fazla ticari kısıtlama getirmekten kaçınıp kaçınmayacağı henüz belli değil.
David Lammy kısa bir süre önce İşçi Partisi'nin Çin'e yönelik politikasının "rekabet, işbirliği ve meydan okuma" şeklinde olacağını belirtti. Bu da muhtemelen Çin ile dengeli bir politika izlenmeye devam edileceği, bu politikada önemli bir değişiklik yapılmayacağı ve ABD ve İngiltere'nin ise Hint-Pasifik bölgesinde savunma işbirliğine devam edeceği anlamına geliyor.
Orta Doğu'da ABD ile yola devam
Starmer'ın Orta Doğu'da Washington'la aynı çizgide durmaya devam edeceği neredeyse kesin. Bu durum, İngiltere'nin Filistin'i devlet olarak tanıma noktasında tereddüt edeceğini ve İsrail'in Gazze'deki saldırıları nedeniyle İsrail'e silah satışını askıya alma yönündeki yasal ve siyasi baskılara rağmen İsrail'e sıkı desteğini sürdüreceğini gösteriyor.
Sonuçta Starmer, Gazze'deki insani felaket kötüleşirken çekingen bir şekilde ateşkes çağrısı yapmasına rağmen, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısı öncesinde ve saldırılar devam ederken "kendini savunma hakkı" da dahil olmak üzere İsrail yanlısı görüşler dile getirdi. Dolayısıyla, İngiltere'nin Washington'un onayı olmadan İsrail'e yönelik eylemlerini değiştirmesi pek olası değil.
Starmer'ın Başbakan olmadan önce verdiği mesajlar göz önünde bulundurulduğunda, Londra'nın İran konusunda da ABD ile aynı çizgide kalmaya devam etmesi muhtemel. İran'a karşı yaptırımlar, Tahran'la yaşanacak herhangi bir gerginlikte İsrail'in yanında yer alma ve İngiltere'nin İran Devrim Muhafızları'nı "terör örgütü" olarak tanımlaması da buna dahil.
Ayrıca Starmer, Yemen'deki Husilerin Gazze'de yaşananların ardından Kızıldeniz ticaretine yönelik saldırılarına karşı koymada ABD'ye yardımcı olmaya devam edecektir. Bu tür eylemler, İngiltere'nin Husi insansız hava araçlarını durdurmasını ve Yemen'e olası yeni saldırılarını da içerecektir.
Sonuç olarak, ülke içindeki ekonomik meseleleri ele almak bir öncelik olmaya devam ederken, Starmer aynı zamanda İngiltere'nin çeşitli dış politika konularında ABD'ye verdiği geleneksel desteği sürdürmeye kararlı görünüyor. Bu bağlamda, kasım ayındaki ABD Başkanlık seçimleri sonuç ne olursa olsun Londra'nın dış politikası açısından son derece önemli olacak.