Akdeniz’de Cennetten Bir Köşe: Sîdî Bû Saîd
Başkent Tunus'un yaklaşık 20 kilometre kuzeydoğusundaki Sîdî Bû Saîd kasabası, Akdeniz'in doğal ve mimari güzelliklerinin çarpıcı örneklerinden biridir. On bini aşmayan nüfusuyla Akdeniz'e hâkim, deniz seviyesinden yüz otuz metre yükseklikte bir tepe üzerinde yer alan Sidi Bou Said, ismini Medyeniyye tarikatının kurucusu olan Kuzey Afrikalı mutasavvıf Ebû Medyen’in (ö. 1198) halifelerinden ve aynı zamanda kendisi de Baciyye tarikatının kurucusu olan Ebû Said Halef b. Ahmed el-Baci et-Temimi’den (ö. 1231) almıştı. Şüphesiz, kasabanın varlığı Arap fetihlerinin yapıldığı yedinci yüzyıldan çok daha önceye, Roma İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk imparatoru olan Augustus dönemine kadar uzanan arkeolojik bulgularla desteklenen, geçmiş dönemlerde de kullanıldığına dair işaretler taşıyordu.
Burası, özellikle Müslümanların hakim olduğu dönemlerde önem kazanmıştır. 11. yüzyılda Murâbıtlar tarafından stratejik bir konum olarak değerlendirilen ve o dönemde Cebelü’l-Menâra olarak bilinen Sîdî Bû Saîd, askeri amaçlar için kullanılmış bu özelliğini uzun süre korumuştur. Ancak, Ebû Saîd Halef b. Ahmed el-Bâcî et-Temîmî’nin hayatının son dönemlerinde bu yerleşimden uzak noktaya yerleşmesi ve irşad faaliyetlerine burada devam etmesi, vefatından sonra burada defnedilmesi, ileride bu isimle anılacak olan kasabanın temellerini atmıştır. Bugün hâlâ ayakta olan cami ise, on sekizinci yüzyılda Tunus Beyi Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bölgeye bugünkü resmi adı 1893 yılında verilmiştir.
Sahip olduğu doğal güzellikleri, özellikle üst düzey Tunuslular için cazip bir yer haline getirmiştir. 1825 yılına kadar yalnızca Müslümanlara açık olan bu yer, bu tarihten sonra nice sanatçıyı, müzisyeni ve yazarı kendine çekmeye başlamıştı. Itinéraire de Paris à Jérusalem (Paris-Kudüs Yolculuğu) isimli eseriyle tanınan Fransız yazar Chateaubriand, meşhur Madame Bovary’nin yazarı olan Gustave Flaubert, Osmanlı’ya duyduğu ilgiyle bilinen Lamartine bunlardan sadece birkaçıydı. Ayrıca, burada bir dönem yaşayan Fransız filozof Michel Foucault, ünlü eseri Bilginin Arkeolojisi’ni (L’archéologie du savoir) burada kaleme almıştı.
20. yüzyılın başlarında çıkarılan bir kararnâme ile Sîdî Bû Saîd’in orijinal yapısı korunmuş, Arap ve Endülüs mimarisinin harmanlandığı şirin yapıları beyaz ve mavi renk tonlarıyla günümüzde hâlâ muhafaza edilmektedir. Buranın Endülüs mîmârîsine sahip olması, Gırnata’nın İspanyollar tarafından ele geçirilip Benî Ahmer (Nasrî) Sultanlığı’nın yıkılması (1492) ve İspanya’dan çıkarılan Müslümanların buraya göç etmesi Endülüslüler sayesinde mümkün olmuştur.
Dar ve sevimli sokakları, taş yolları, her köşede bulunan çiçekleri, geleneksel çarşısı, Akdeniz’e nâzır Tunus çayının yudumlanabileceği güzel bahçeleri ile Sîdî Bû Saîd, dünyanın dört bir yanından turist çeken bir cazibe merkezidir. Akdeniz’in mavili beyazlı yapısıyla, Yunanistan’ın Santorini’sini anımsatan estetik ve tarihi dokusuyla kendini gösterir. Bu tarihi atmosfer, ziyaretçilere adeta yüzyıllar öncesine bir yolculuk yapmış gibi hissettirir. Yetkililer, bu özgün mimarinin bozulmaması için büyük çaba sarf ederken, evlere ve kapılara yapılan süslemelerle kasabanın güzelliği daha da artmaktadır. Osmanlı döneminden beri Tunus’ta ev kapılarının renk ve şekillerinin toplumdaki statüyü yansıttığı bilinir. Sîdî Bû Saîd’de kapı tokmaklarının farklılığı da bu zenginliği gözler önüne serer.
Özellikle üç tokmaklı kapılar dikkat çeker; sağdaki beyefendilere, soldaki hanımlara ve küçük olan da çocuklara ayrılmıştır. Her tokmak farklı bir tonda ses çıkararak, kapıyı kimin çaldığını içeridekilere önceden haber verir. Bu detaylar, Sîdî Bû Saîd’in Akdeniz-İslam mimarisinin en sevimli örneklerinden biri olmasını sağlar.
Sîdî Bû Saîd’de bulunan müze ve kültür merkezleri arasında, günümüzde Akdeniz ve Arap Müzik Merkezi olarak işlev gören “Necmetüzzehra Sarayı” ön plana çıkmaktadır. Bu muazzam yapı, Fransız ressam ve Arap müziği uzmanı müzikolog Baron Radolphe d’Erlanger tarafından yaptırılmıştır. Akdeniz’e hakim konumuyla dikkat çeken saray, bölgenin kültürel zenginliğini artıran önemli bir mekandır. Ayrıca, maharetli ustaların elinden çıkan hediyelik eşyalar, ziyaretçilere görsel bir şölen sunarak bölgenin kültürel atmosferini tamamlayıcı bir unsur olarak öne çıkar.