Orta Doğu’nun İlk Arkeoloğu: Hürmüz Ressâm

Johann Joachim Winckelmann tarafından 18. yüzyılda temelleri atılan modern arkeoloji, aynı yüzyılda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Özellikle, büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya gibi bölgeler, gayretli ve hırslı Avrupalı arkeologlar için önemli bir çalışma alanı haline gelmiştir. Bu süreçte, bölge kendi bünyesinden de arkeologlar yetiştirmiştir. Bu arkeologlardan biri de ilklerden olan Hürmüz Ressâm'dır.
Fokus+
Orta Doğu’nun İlk Arkeoloğu: Hürmüz Ressâm
28 Şubat 2024

Daha çok 1877 – 1880 yılları arasında İngiltere’nin İstanbul’daki elçisi sıfatıyla tanınan Austen Henry Layard aslında çok önemli de bir arkeologdu. Onun 1845’ten 1851 yılına kadar uzanan; Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeyi tarif etmek için kullanılan Mezopotamya’da yaptığı kazı çalışmaları aslında bir yerde de kendisine ileride devlet adamlığı kapısını açacak şöhreti kazandırmıştı. O bu kazı çalışmalarında şüphesiz yerel kişilerden de destek almıştı ki bunların belki de en önemlilerinden biri ileride Orta Doğu'nun bilinen ilk arkeoloğu unvanını kazanacak olan Süryânî asıllı Hürmüz Ressâm olmuştu.  

1826 yılında o dönem Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde bulunan Musul’da dünyaya gelen ve Layard’dan yaklaşık on yaş küçük olan Ressâm, İngiltere’nin Musul’daki konsolosluğunda vazifeli olan abisi aracılığıyla bu hevesli arkeologla tanıştığında henüz yirmi yaşındaydı. Çalışmalarında kendisine yardımcı olmak üzere tutulan Ressamın çalışkanlığı Layard’ı etkilemişti de. Öyle ki kendisinin 1849 yılında iki cilt halinde yayınlanan Nineveh and its remains isimli eserinde Hürmüz Ressâm isminin sitâyişle defalarca geçmesi boşuna değildi. Bu genç kabiliyete sahip çıkılması gerektiğine inanan Layard böyle de yapmış, İngiltere’ye dönerken onu beraberinde götürmüş ve iyi bir eğitim almasını sağlamak üzere onu Oxford’a, Magdalen College’a yerleştirmişti. Burada 18 ay süren sıkı bir eğitim alan Ressâm, Layard’la çıkacağı ikinci keşif seyahati için artık hazırdı.  

 

Yine Mezopotamya’da yapılan kazı çalışmalarında içerisinde 1870'li yıllarda George Smith tarafından ilk modern çevirisi yapılacak olan meşhur Gılgamış Destanı’nın da yer aldığı Asurbanipal Kütüphanesi keşfedilmiş, burada yer alan ve sayıları binlerle ifade edilen tabletler bugün yer aldıkları British Museum’a nakledilmişti. Bulunanlar arasında yer alan Yeni Asur İmparatorluğu kralı Asurbanipal'in dokuz askeri seferini ayrıntılı olarak anlatan, milattan önce 7. yüzyıla ait on cepheli tablet, Ninevâ’nın kuzeyinde bulunduktan sonra bizzat keşfedenine nisbetle Ressâm Silindiri olarak British Museum’daki yerini almıştı. Gerçekleştirilen bu büyük keşif şüphesiz Layard’a olduğu kadar Ressâm’a da büyük bir şöhret sağlamıştı. Kısa bir zaman sonra politikaya atılan Layard arkeoloji kariyerine son vermiş, kısa zamanda başarılı bir siyasetçi olarak boy göstermişti. Diğer taraftan Ressâm da İngiltere hükümeti tarafından kimi siyâsî vazifelerle görevlendirilmişti ama arkeoloji kariyerini sonlandırmamıştı. Mezopotamya’da gerçekleştirilmesi gereken daha çok kazı çalışması vardı ve Ressâm da bunun farkındaydı. Keşfedilmeyi bekleyen daha nice eser onun hayallerini süslüyordu. 

Aşurnasirpal Tapınağı  

1877 yılından 1882'ye kadar British Museum adına dört keşif gezisine çıkan Ressâm, bir dizi çok önemli keşife imza atmıştı. Keşfedilen tarihi eserlerin İngiltere’ye taşınması ise o tarihte Konstantinopolis Büyükelçisi olan Layard'ın Osmanlı idarecileri ile yaptığı anlaşma sayesinde mümkün olabilmişti. Dostlukları yukarıda da belirtildiği gibi hep devam etmişti. Yaptığı çalışmalarla çivi yazısının çözülmesinde kilit rol oynayan bir dilbilimci olan ve Asurolojinin kurucu babası olarak bilinen Sir Henry Rawlinson Ressâm'ın kazılarda bulunduğu dönemde British Museum'un mütevelli heyetinden biriydi ve 1853'te bölgede yapılan İngiliz kazılarının başına getirilmişti. Rawlinson, Asurbanipal sarayının keşfinden dolayı hak edilen iltifatı kendisinin alması gerektiğini, Ressâm'ın sadece işi denetleyen bir “kazıcı” olduğunu iddia ettiğinde karşısına Layard dikilmişti. Layard Ressâm hakkında yaptığı savunmada “tanıdığım en dürüst, açık sözlü adamlardan ve hizmetleri hiçbir zaman takdir edilmeyen biri" olduğunu yazmıştı.  

Ressâm 1870’li yıllarda artık profesyonel bir arkeolog olarak kazılara başladıktan kısa zaman sonra çok önemli keşifler elde etmişti. Musul’un 30 kilometre güneyinde yer alan Nimrud’da keşfettiği Aşurnasirpal Tapınağı bunların ilklerinden biriydi. Asur Krallığı’na başkentlik yapan ve harabeleri günümüzde Irak sınırları içinde bulunan tarihî şehir Ninevâ’da bulduğu Asurbanipal Silindiri, yine antik Asur şehri Balavat’a ait kapılarda bulunan bronz şeritler bunlardan sadece ikisiydi. Onun 1879 yılının mart ayında yaptığı bir keşif ise şöhretine şöhret katmıştı. Ahameniş İmparatorluğu zamanından kalma bir eser olan Kiros Silindiri’ni bulmuştu. Milattan önce 6. yüzyılda Babil’i ele geçirmesi üzerine imparator Büyük Kiros tarafından yazdırılan, kilden yapılmış fıçı şeklindeki ve üzerinde çivi yazısı ile yazıların bulunduğu yapıt antik çağı aydınlatma noktasında da çok önemli bir bulgu olarak kayıtlara geçmişti.  

Ressâm’ın keşifleri bunlarla da sınırlı kalmamıştı şüphesiz. Onun Fırat Nehri'nin doğusunda yer alan Sippar’da yaptığı yoğun kazı çalışmalarından da ciddi keşifler elde edilmişti. Babil'in son kralı Nabonidus dönemine ait silindir yazıtlar, yine bir başka Babil kralı olan Nabu-apla-iddina’yı resmeden ve bugün British Museum’da yer alan tabletin de içerisinde yer aldığı yaklaşık 50 bin kil tablet bulmuştu. Hürmüz Ressâm'ın keşifleri bilim dünyasında da gereken alakayı görmüş, Torino'daki İtalyan Kraliyet Bilimler Akademisi ona 1879'dan 1882'ye kadar dört yıl boyunca 12.000 franklık Brazza ödülü vermişti. Ayrıca yaptığı büyük keşifler kendisine Kraliyet Coğrafya Topluluğu, İncil Arkeolojisi Topluluğu ve Victoria Enstitüsü üyeliğini de kazandırmıştı.  

Diğer taraftan Ressâm’ı üzen durumlar da vardı. O, keşiflerinden bazılarının üst düzey British Museum personeli tarafından çalındığına inanıyordu. 1893'te Ressâm, British Museum'un müdürü E. A. Wallis Budge'a iftira ve karalama nedeniyle İngiliz mahkemelerinde dava açmıştı. Zira Budge, Ressâm'ın “akrabalarını” kullanarak Ninevâ'dan antikalar kaçırdığını ve British Museum'a yalnızca “çöp” gönderdiğini yazmıştı. Bu dönemde yaşı da bir hayli ilerlemişti.

Ressâm mahkeme tarafından haklı da bulunmuştu. Bütün bunlara rağmen hangi badireler çıkarsa çıksın hayatının sonuna kadar Ressâm'ın itibarı ve başarıları, en azından arkeologlar arasında değerini hep korumuştu. 1882 yılından itibaren İngiltere'nin Güney Doğu bölgesinde Manş Denizi kıyısında bir kent olan Brighton’da yaşayan Ressâm, 1910 yılında öldüğünde arkasında 80 küsur yıllık bir ömür ve keşfedilmiş binlerce eser bırakmıştı.