Siyah Karşıtı Irkçılık Hakkında 4 Önemli Film: Beyaz Adamların Kibir Mirası
Kuşkusuz, “siyahi” sinemanın protest özellikleri, siyahilere yönelik ırkçılık sorunu ve ABD’de uzun zamandır süregelen ırk ayrımcılığı karşısında retrospektif bir sosyal terapi şeklini alıyor. Yeni topraklara giden rüya gemisinin kaptanı “beyaz adamın” hayallerinin bıraktığı kanlı mirasla yüzleşme sorumluluğu ve suçluluk kompleksiyle formüle edilmiş bir sinema tür.
Bu sinematik yaklaşım, renk temelli ırkçılık ve ayrımcılık konularında kolektif farkındalık yaratma konusunda nispeten yeni olsa da, 1990’lı yıllardan itibaren artan bir şekilde çoğaldı ve bu yaklaşımı sergilemek konusunda tarihsel gerçekler üzerinde çalışmaktan, kölelik dönemini, ardından siyahilerin toplumsal mücadele dönemini göz ardı etmeye ve ırk ayrımcılığı sistemiyle yüzleşmeye varıncaya kadar değişen dolambaçlı yollara başvurdu.
Ancak, büyük yönetmen Quentin Tarantino’nun sinema başyapıtı Django Unchained (Zincirsiz) filminde önerdiği gibi büyülü bir yaklaşım ya da Spike Lee’nin Do the Right Thing filminde olduğu gibi komedi yoluyla işlendi. Kurguya ve büyülü yaklaşımlara karşı büyük bir önyargı olmakla birlikte drama yoluyla siyahilerin sorunlarını ele almaya çalışan benzersiz sinema deneyimleri de elbette yok değildi.
Öte yandan, sinemada siyahi meselesinin ele alınması, yeni olmasına rağmen, Amerikan tarihine hakim olan utanç düzeyini azaltmada nispeten başarılı oldu. Sinema, siyahlar meselesini tarihsel ve toplumsal boyutlarıyla aşan bir kamusal tartışma aracı haline gelerek ve beyaz adamın üstünlüğüne dair Hollywood sinemacılarının zihnine yerleşmiş klişelerle mücadele ederek bu başarıyı elde etti.
Bu yazıda, Amerika'daki siyah karşıtı ırkçılık konusunu ele alan ve sinemada bu konuyu en iyi şekilde yansıttığına inandığımız dört filmi inceliyoruz. Bu filmler, tarihsel ve sosyo-politik perspektiflerden kurgu ve komedi unsurlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede bu deneyimi yansıtmaktadır.
Amistad
1997 yılında gösterime giren film, Steven Spielberg’in tarihsel konuyu sinemasal olarak işlediği bir film serisinin parçası. Filmde tarih, sinema aracılığıyla tartışma ve analitik boyutu da içeren tarihsel bir okumayı sunma aracı olarak kullanılıyor.
Film, 19. yüzyılda bir grup Afrikalıyı Sierra Leone’deki köylerinden kaçırıp köleleştirmek ve Batı’nın “Rönesans” trenine yakıt olmaları için karanlık kölelik sistemine sürüklemek amacıyla İspanyolca’da “dostluk gemisi” anlamına gelen, “Amistad” gemisine yüklemekle suçlanan bir grup Avrupalı köle tüccarının yargılandığı tarihi bir davanın gerçeklerine dayanıyor.
Afrikalılar geminin içinde isyan ediyor ve bir grup işçiyi/askeri öldürmeyi başararak kaptanı onları evlerine geri göndermeye zorluyor. Ancak, kaptan onları kandırarak Amerika’ya götürüyor. Orada eski bir Amerikan başkanının açtığı ve sonunda yargı yoluyla köle tüccarlarını mahkum ettirmeyi, Afrikalıları serbest bırakmayı ve masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere ülkelerine geri göndermeyi başardığı bir dava süreci yaşanıyor.
Ayrıca, siyah karşıtı ırkçılıkla ilgili en önemli filmlerden biri olan Amistad, dört dalda Oscar’a aday gösterildi. Ancak filmin en önemli yanı, bu olaya ve yargının kritik rolüne tarihsel olarak işaret ediyor olması. Bu da Başkan Abraham Lincoln’ün kölelik sisteminin kaldırılmasına zemin hazırlayan ve Spielberg’in Amistad trajedisini tamamlarken bir sonraki projesi olacak olan siyasi ve sosyal iklimin yaratılmasında önemli bir rol oynuyor.
Öte yandan, filmde Anthony Hopkins, Morgan Freeman, Matthew McConaughey ve diğer oyuncular rol alıyor.
The Help (Duyguların Rengi)
Belki de Amerika’daki ırkçılık ve siyahi yaşamı ele alan filmlerin ciddiyetinden ve bazen de melodramatikliğinden kurtulan ilk filmlerden biriydi.
Filmin adı, siyah kadınların beyaz orta sınıf ve zengin evlerinde hizmetçi olarak göründüğü dönemin toplumsal rollerinden alınmış. Film, bu hizmetçiler aracılığıyla beyaz dünyanın doğasını gözler önüne seriyor.
Her şey gazeteci olmayı hayal eden Eugenia adındaki bir genç bir kızla başlıyor. O dönemde bir kadın için uzmanlaşmanın garip karşılanması nedeniyle, ırkçılığın sona ermesi gerektiğini ve siyahi hizmetçilerin en önemli anlarımızda yanımızda bulunduğunu anlatan kendi romanını yazmaya karar veriyor.
Sonra hizmetçiler ev sahipleri tarafından maruz bırakıldıkları ırkçı uygulamaları ifşa edince mesele çığırından çıkıp bambaşka bir boyut alıyor. Kadınlar önce konuşmaktan kaçınıyor, sonra bu bir grup terapi seansına dönüşüyor. Risk almaya karar veren genç kız kitabını yayımlıyor ve eyalette sansasyon yaratıyor.
Siyah karşıtı ırkçılıkla ilgili en önemli filmlerden biri olan The Help, eleştirmenlerden olumlu eleştiriler aldı. Ayrıca, En İyi Film dalında Akademi Ödülü’ne aday gösterildi ve oyuncu Octavia Spencer 2010 En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ına aday gösterildi.
Do the Right Thing
1989 yapımı filmin senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu Spike Lee, ırkçılık meselesini sadece tarihsel gerçekliği ortaya koymaya indirgenemeyecek kadar büyük bir proje olarak görüyor ve rolünü bununla sınırlı bulmuyor. Aynı zamanda, Amerikan sosyal dokusunu anlamaya ve ırkçılık meselesine farklı bir anlayış üreterek Amerikan kültürünü güçlendirmeye çağırıyor.
Tarihsel gerçeği, siyahları ebedi kurban rolünden çıkaran ve onları stereotipleştirmeden koruyan saf, çeşitli bir sanat inşa etmek için sağlam bir zemin haline getirme görüşü, Torantio’nun Django filminde yaptığı gibi, birçok yönetmenin film hikayesi projelerini üzerine inşa ettiği bir yaklaşım.
Film, siyahilerin ve Latinlerin yaşadığı bir mahallede bulunan bir İtalyan restoranında pizza yerken fark edilen ve bir yandan siyahiler ile Latinler arasında, diğer yandan da polisle onlar arasında karşılıklı şiddet sarmalının ortasında bir hoşgörü adası olarak görülen sorunlu bir siyahi gencin hikayesini anlatıyor. Sahnede, duvarın Al Pacino ve De Niro gibi İtalyan figürlerinin resimleriyle dolu olduğu, ama hiçbir siyahi karakterin resminin bulunmadığı görülüyor. Çatışmaların başladığı ve genişlediği, polisin müdahale ettiği ve işlerin daha da sarpa sardığı yer de burası.
Film, özellikle dram ve komediyi birleştiren sinemasal bir öyküyü sert eleştiriler içeren siyasi bir protestoyla birlikte sunabildiği için ırkçılık konusunu ele alan en cesur ve benzersiz sinematik deneylerden biri kabul ediliyor. Film, önemli eleştiriler aldı ve gösterime girdiği dönemde bir hayli popüler oldu.
Crash (Çarpışma)
Yönetmen Paul Haggis’in, bir çarpışma ya da çarpışmaya hazırlık olarak kısa sürede birbirine yaklaşan karşıt şiddet hatları ağı oluşturarak sunduğu meditatif bir film.
Film, Los Angeles’ta geçen, farklı ırk ve kültürlerden insanların başrollerini paylaştığı, birbiriyle alakasız hikayelerden oluşan bir seçki sunuyor. Her grubun ötekiler hakkında kendi önyargıları vardır. Sinematik hikayenin karakterlerinin kaderlerinin kesiştiği noktada, ötekinden korkmaya dayalı bir dünya ile iyi ve kötü rollerinin yanlış anlaşılması ve klişeleştirilmesiyle örülmüş müthiş bir sosyal ağ önümüze seriliyor.
Hikaye, kahramanlarını ırkçı durumların içine atarak test ediyor ve sonra onlara başka bir yerde tamamen hümanist insanlar olarak görünme fırsatı veriyor. Çünkü, bu hikaye bağlamında mutlak iyi ya da kötü yok. Ancak burada çarpışma, insanların hayatları üzerinde asılı duran, dinlemek, anlamak ve empati kurmak için yeterince zaman ayırmalarını engelleyen tüm o yanılsamayı ortaya çıkarmak için gerekli.
Film güçlü, meditatif ve zekice hazırlanmış. Arıca, altı dalda Oscar’a aday gösterildi ve bunlardan üçünü, yani En İyi Film, En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Senaryo ödüllerini kazandı.