Stonehenge Muamması 

2019'da Nature Ecology and Evolution dergisinde yayınlanan bir araştırma, bu eski yapıtın kökenlerine ve inşa eden toplulukların DNA bağlantılarına ışık tutuyor. Anadolu'dan İberya üzerinden Britanya'ya uzanan bu tarihî yolculuk, Stonehenge'in sadece bir anıt değil, aynı zamanda binlerce yıllık bir halkların göç hikayesinin simgesi olduğunu gösteriyor.
Fokus+
Stonehenge Muamması 
13 Mayıs 2024

Londra'nın yaklaşık 150 km batısında, Wiltshire kırsalında yer alan Stonehenge, M.Ö. 7 bin yılına dayanan hikayesiyle, sadece antik bir taş çember olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Stonehenge çevresindeki ilk insan faaliyetleri, taş anıtın inşa edileceği alana yakın bir yerde üç ağaç gövdesinin dikilmesiyle 9 bin yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bu ağaç gövdelerinin neden dikildiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, avcı-toplayıcı topluluklar tarafından totem direkleri gibi, önemli kişi veya yerleri simgelemek amacıyla kullanılmış olabilirler.  

Avrupalı göçmen topluluklar tarafından getirilen tarım, eski avcılık ve toplayıcılık yöntemlerinin yerini alarak, M.Ö. 4000'lerde Avrupa'dan Britanya'ya yayıldığında, Britanya ve İrlanda'daki topluluklar doğa ve toprakla olan ilişkilerini yeniden tanımlamışlardı. Buzul Çağı'nın sonlarına doğru yaşanan değişken tabiat olayları ve yükselen deniz seviyeleri nedeniyle, M.Ö. 6500 civarında bugün Doggerland olarak bilinen kara parçası sular altında kalmıştır. Bu, Avrupa'ya karasal bir bağlantısı olan Britanya'da yaşayan insanların yaşam şekillerini yeniden düzenlemelerini kaçınılmaz kılmıştır.  

Antik bir buluşma noktası: Stonehenge   

M.Ö. 3900 civarında, Stonehenge yakınlarında düzenlenen bir şölenin kalıntıları, avcı-toplayıcılar ile ilk çiftçi toplulukları arasındaki etkileşime dair değerli bilgiler sunmaktadır. Bu şölende bir araya gelen katılımcılar, çiftliklerde yetiştirilen sığır eti ile avlanmış geyik eti tüketmişlerdi. Yapılan kimyasal analizler, iki grubun farklı coğrafyalardan geldiğini ve tükettikleri etlerin farklı yöntemlerle hazırlandığını ortaya koymaktadır.  

Bu arada Stonehenge bölgesi önemli bir buluşma yeri olmuştu. M.Ö. 3500'lere gelindiğinde, Stonehenge'ı da içine alacak şekilde daha da geniş olan arazi, çiftçi toplulukları tarafından dini ibadet için kullanılır hale gelmişti. Bu dönemde Cursus olarak bilinen ve 1723 yılında keşfedildiğinde ilk olarak bir Roma savaş arabası yarış pisti olduğu düşünülen, doğudan batıya 3 km boyunca uzanan bir yol inşa edilmiş, tespit edildiği kadarıyla tören alayları ve güneşin geçişi burada kutsanmıştı.  

Stonehenge'deki dairevî yapının hikayesi ise yaklaşık 5000 yıl önce başlamıştı. Buraya kendine özgü siluetini veren, o bölgeye ait büyük sarsen taşları ise ilk olarak M.Ö. 2500 civarında dikilmiş, bu çaba eşi benzeri görülmemiş bir toplumsal emek, sabır ve planlama gerektirmişti. Stonehenge, metal teknolojisinin gelişinden ve tekerleğin icadından önce sadece basit aletler ve teknolojiler kullanılarak inşa edilmiş bir mühendislik şaheseri olmuştu.  

Stonehenge’nin inşası   

Stonehenge'in taş çemberinin inşası, taşların taşınması, şekillendirilmesi ve dikilmesi için yüzlerce insanın katkısını gerektirmiştir. Bu inşaat işçileri, kendilerine gıda sağlayacak, muhtemelen çocuklarına bakacak ve çekiç taşları, halatlar, boynuzdan yapılmış kazmalar ve kereste gibi ekipmanları tedarik edecek kişilere ihtiyaç duymuşlardır. Bu tür büyük bir proje, dikkatli bir planlama ve organizasyonu zorunlu kılmıştır.  

Devasa sarsen taşları ve daha küçük mavi taşlar eşsiz bir anıt oluşturacak şekilde dikilmiş, Stonehenge'in inşası yüzlerce iyi organize olmuş insanın büyük çabasını gerektirmişti. Stonehenge'de iki tür taş bulunmaktaydı- daha büyük olan, Güney İngiltere'de dağınık halde bulunan bir tür kaya mevkiindeki, sarsen taşları ve daha küçük olan 'bluestones'.  

Uzun yıllar boyunca çoğu arkeolog bu taşların 32 km uzaklıktaki Marlborough Downs'dan getirildiğine inanmış, ancak kesin kökenleri bir sır olarak kalmıştı. Fakat, yakın zamanda yapılan bir jeokimyasal yaklaşım kullanılarak elde edilen son veriler sadece Marlborough Downs'un gerçekten kaynak olduğunu doğrulamakla kalmamış, aynı zamanda sarsenlerin büyük olasılıkla geldiği spesifik alanı da belirlemişti: Marlborough'un güneybatısındaki West Woods olarak bilinen bölge... Ortalama 25 ton ağırlığında olan Sarsenler’in, en büyük taşı olan Heel Stone yaklaşık 30 ton ağırlığındaydı. Stonehenge'deki daha küçük taşları ifade etmek için kullanılan Bluestone’un tamamı ise 250 km uzaklıktaki güneybatı Galler'de yer alan Preseli Tepeleri'nden getirilmişti. Her birinin ağırlığı 2 ila 5 ton arasında olan bu taşlar mavi görünmeseler de yeni kesildiklerinde ya da ıslandıklarında mavimsi bir renk alıyorlardı. Peki bu dev taşlar nasıl olmuştu da dikilmişti?    

Bir taş dikmek için insanlar eğimli bir tarafı olan büyük bir çukur kazarlardı. Çukurun arkası bir sıra ahşap kazıkla kaplanırdı. Daha sonra taş yerine taşınır ve bitki lifinden halatlar ve muhtemelen ahşap bir A iskelesi kullanılarak dik olarak çekilirdi. Taşın dik durmasına yardımcı olmak için ağırlıklar kullanılması muhtemel olan bu işlem sonrası çukurlar molozla sıkıca dolduruluyordu. Kuşkusuz yaralanmalar, ölüm vakıaları da yaşanmış ve tamamlanması nesiller sürmüştü.   

Stonehenge’nin kültürel değişimi   

Büyük sarsenlerin oluşturduğu devasa anıt, Avrupa'da daha önce görülmüş hiçbir şeye benzemiyordu. İlginç bir biçimde aynı tarihlerde yine M.Ö. 2580-2560 yılları arasında Mısır'daki Büyük Giza Piramidi de inşa edilmişti. Stonehenge yüzlerce yıl boyunca güneşin seyrinin gözlemlendiği ve kutsandığı bir yer haline gelmişti. Çiftçi toplulukları için anlamlı bir an olan kışın sonu da dahil olmak üzere mevsimlerin değişimini işaret ediyordu. Burada büyük toplantılar ve kutlamalar yapılırdı. Fakat hepsi bu kadarla sınırlı değildi…   

M.Ö. 1900'lerden itibaren, insanları değerli nesnelerle birlikte kutsal topraklara gömmek, Britanya ve Avrupa'da kültürel ve ruhani duyguları ifade etmenin başlıca yolu haline gelmişti. Stonehenge'de, bu dönemde ünlü ölüler için yüzlerce mezar höyüğü dikilmiş ve Britanya'daki en yoğun mezar höyüğünü oluşturmuştu. Yas tutanların mezar için seçtikleri nesneler ruhları bu dünyanın ötesindeki hayata hazırlıyordu. Sarsen taşları insanlar tarafından oymalarla işlenmişti ki oymalar bugün hala görülebilmekteydi. M.Ö. 1500 civarında Stonehenge bölgesinin etkisi azalmaya başladı. Anıt, kültürel ve dini otoritenin ifadeleri değişmeye başladıkça bakımsız kalmıştı. Tekrar bir cazibe merkezi haline gelmesi için üzerinden yüzyıllar geçmesi gereken Stonehenge, Orta Çağ'dan bu yana spekülasyon, teori ve araştırma konusu olmuştu. Kazılar ve modern arkeolojik teknikler daha fazla bilgi sağladıkça anıt hakkındaki bilgiler her ne kadar artsa da hâlâ cevaplanmayı bekleyen sorular vardı.  

Stonehenge'de bilinen ilk kazı, 1620'lerde Buckingham Dükü tarafından Kral I. James'in ziyareti üzerine yapılmış, Kral daha sonra mimar Inigo Jones'u anıt üzerinde bir araştırma yapması için görevlendirmiş, Jones da yaptığı incelemeler neticesinde Stonehenge'in Romalılar tarafından inşa edildiğini ileri sürmüştü. Aynı yüzyılın sonlarında John Aubrey da Stonehenge'i incelemiş ve daha sonra kendi adıyla anılacak olan Aubrey Delikleri'ni tespit eden ilk kişi olmuştu.  

Britanya'nın diğer bölgelerindeki taş çemberler üzerine yaptığı çalışmalar, bu çemberlerin başkalarının öne sürdüğü gibi Romalılar ya da Danimarkalılar tarafından değil, yerli halk tarafından inşa edildiği sonucuna varmasına yol açmıştı. Klasik metinlerde adı geçen tek tarih öncesi Britanyalılar, Druidler olduğu için Stonehenge'i Druidlere atfetmişti. Aubrey'in bu fikri, Stonehenge'i araştıran ve Cursus'u ilk kaydeden kişi olan 18. yüzyıl antik araştırmacısı William Stukeley tarafından genişletilmişti. Stukeley'e göre de Stonehenge'i Druidler inşa etmişlerdi. 1874 ve 1877 yıllarında Sir William Flinders Petrie Stonehenge'i detaylı bir şekilde incelemiş ve taşlar için bugün hala kullanılmakta olan numaralandırma sistemini geliştirmişti. Sonradan yapılan bir incelemesinde ise Profesör William Gowland buluntulara dayanarak Stonehenge için geç Neolitik veya erken Bronz Çağı tarihi olduğunu iddia etmişti. 20. yüzyılda da devam eden incelemelerde 2008 yılında ilginç bir bulguyla karşılaşılmış, burada ölü yakma seremonisinin gerçekleştirildiği tespit edilmişti. Kalıntıların analizi ayrıca bunların hem erkek hem de kadın ve çeşitli yaşlarda 50'den fazla kişiyi yansıttığını göstermişti. Bu insanlar Stonehenge'e M.Ö. 3000 ile 2800 yılları arasında gömülmüşlerdi. Kemikler üzerinde yapılan incelemeler, hepsinin yaşamlarının son on yılında yerel bölgede yaşamadığını işaret ediyordu ki bu da insanların yakılmış ölülerini Stonehenge'e uzak bir mesafeden getirmiş olabileceklerini düşündürtüyordu.  

Etrafındaki muammaların hâlâ aydınlatılmaya devam edildiği Stonehenge ile alakalı ilginç bir çalışma, 2019 yılında sahasının prestijli bilimsel dergilerinden Nature Ecology and Evolution tarafından yayınlanmıştı. Araştırmacılar, Britanya'da bulunan Neolitik insan kalıntılarından elde edilen insan DNA'sını, aynı dönemde yaşayan insanların DNA'sı ile karşılaştırmıştı. Bulgular ezberleri bozacak cinstendi. Buna göre buradaki Neolitik dönem sakinlerinin Anadolu kökenli oldukları ortaya çıkmış, bunların da Britanya'ya yaklaşık M.Ö. 4.000 yılında kuzeye gitmeden önce İberya'ya taşınan toplulukların soyundan geldikleri tespit edilmişti. Bu durum da Göbeklitepe’yi inşa etmiş olanların Britanya’ya göç eden aynı topluluk tarafından inşa edilmiş olabileceği ihtimalini akla getiriyor.