7 Ekim Sonrası Afrika’da Güvenlik Tehditleri
11 Mart tarihinde ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (ODNI) tarafından yayınlanan yıllık istihbarat değerlendirme raporunda IŞİD ve El-Kaide terör örgütlerinin, lider kadrosunda yaşanan kayıplara rağmen genişleme eğiliminde oldukları vurgulandı. Rapora göre, “küresel cihat”, Afrika’ya kaymakta ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin kıtadaki vatandaşları ve çıkarlarını hedef almaktadır. Bununla beraber ilgili raporda, muhtemel saldırıların sadece yukarıda adı geçen örgütlerin Afrika uzantılarından değil, yerel ölçekte kurulan küçük hücreler ya da radikalleşmiş bireylerden kaynaklı olabileceği belirtiliyor.
Bu tablo, hassas ve kırılgan güvenlik dinamiklerine sahip Afrika kıtasının 2024 yılında daha fazla istikrarsızlaşacağı anlamına geliyor. Öyle ki ACLED verileri, ODNI raporlarını destekler mahiyette, 2023’ün son çeyreği ve 2024’ün başlangıcı itibarıyla özellikle Sahel ve Afrika Boynuzu bölgelerinde devlet dışı silahlı aktörlerin (DDSA) eylemlerinde ve bölgesel alan kontrolündeki artışa işaret etmektedir. Alan kontrolündeki genişleme, somut toprak artışından ziyade kıtadaki radikalleşme eğilimleriyle açıklanabilir. IŞİD ve El-Kaide iltisaklı gruplar, son iki yılda yaşanan askeri darbeler (Mali, Burkina Faso, Nijer, Gabon vd.) ve yönetim krizlerini kendi amaçları doğrultusunda kullanarak bu dönemi propaganda faaliyetleri için bir fırsat penceresine dönüştürdüler. Bu noktada 7 Ekim 2023 sonrası, Hamas-İsrail arasındaki çatışmalara yönelik ülkelerin birbirinden ayrışan pozisyonları, bu durumu tetikleyen unsurların başında gelmektedir.
Hamas-İsrail çatışmaları ve Afrika’daki güvenlik ikilemi
7 Ekim tarihinden itibaren süre gelen Hamas-İsrail çatışması, İsrail’in sivilleri hedef alan Gazze’ye yönelik bombardımanları yalnız bölgesel değil küresel bazda bazı güvenlik risklerini meydana getirmektedir. Arap ve Müslüman çoğunluklu ülkelerde gerçekleşen halk protestoları, yürüyüşler ve oluşan İsrail karşıtlığı, bir taraftan devletler nezdinde kulak verilmesi gereken bir husus olarak ön plana çıkarken diğer taraftan ortaya çıkan tablo, ulus aşırı özelliğe sahip terör örgütlerini harekete geçirme potansiyeline sahiptir. Bu anlamda en çok dikkat edilmesi gereken bölgelerden birisi, hiç şüphesiz son dönemde darbe, karşı darbe ve DDSA kaynaklı iç savaşlardan etkilenen Afrika kıtasıdır. El-Kaide ve IŞİD bağlantılı çok sayıda mikro terör yapılanmasının etkin olduğu Sahel bölgesi, El-Kaide bağlantılı Eş-Şebab tehdidiyle mücadele eden Afrika Boynuzu bölgesi, Hamas’a destek ve ‘dayanışma’ adı altında patlak verebilecek saldırıların yaşanabileceği muhtemel noktalardır.
Afrika Boynuzu
İlk olarak Hamas-İsrail çatışması bağlamında, Afrika Boynuzu bölgesindeki ülkelerin politikaları ve yerel halkın bakış açıları arasındaki farklılıklar dikkat çekmektedir. İsrail ile ilişkiler ve 7 Ekim olaylarına yönelik tutumlar, ilkeler ve çıkarlar arasındaki çatışmaları ortaya koyuyor. Öyle ki bazı ülkeler, İsrail'e yönelik saldırıları meşrulaştırma ve Hamas'ın eylemlerini terör eylemleri olarak kategorize etme eğilimindeler. Kenya ve Gana gibi ülkelerde İsrail lehine yapılan açıklamalar, yerel düzeyde sert reaksiyonlarla karşılaştı. Bu tepkiler, Eş-Şebab ve IŞİD Somali gibi örgütler tarafından manipüle edilerek, hükümetlerin Batı yanlısı politikalarının ve Filistin meselesine olan yaklaşımlarının eleştirisi üzerinden kamuoyunda infial yaratmak ve sosyal uyumu bozmak için kullanılabilmektedir.
7 Ekim’de patlak veren olayların ardından kısa bir süre sonra Eş-Şebab’ın Hamas’ı tebrik etmesi de bu argümanı desteklemektedir. 2005 yılından itibaren Somali ve çevresinde ses getiren eylemlere imza atan Eş-Şebab terör örgütü, 15 Ekim’de Somali’nin güneyindeki Cilib ve Kunya bölgelerinde yüzlerce kişiyi toplayarak Hamas’a destek protestoları düzenledi.
Ayrıca pek çok analist, Eş-Şebab’ın devam eden Filistin-İsrail çatışmasını, “küresel cihat” hareketlerine bağlama girişiminde olduğunu öne sürmektedir. Bu sayede Afrika’daki rolü ve faaliyetleriyle ön plana çıkma amacını taşıyan Eş-Şebab’ın radikal fikirleri topluma yayma yoluyla militan devşirme ve geniş kitlelerin sempatisini kazanmayı hedeflediği söylenebilir.
Benzer olarak 2019 yılındaki Nairobi Otel Saldırısı, dönemin ABD Başkanı Donald Trump tarafından Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasına bir yanıt olarak gelmişti. 30’a yakın sivilin hayatını kaybettiği saldırılar, Eş-Şebab’ın Somali sınırları dışında gerçekleştirdiği en kanlı saldırılardan birisi olarak tarihe geçmişti. Dolayısıyla Eş-Şebab, 7 Ekim sonrası özellikle sosyal medyayı oldukça aktif kullanarak Filistin halkının mağduriyeti üzerinden Hamas’ın savaşı ile kendi ‘davasını’ iç içe geçirmeye çalışmaktadır. Bu retoriğin, ABD’nin bölgeden çekilme ya da ‘indirgeme’ sürecine girdiği bir dönemde ortaya çıkması ise Eş-Şebab’ın pragmatist yaklaşımını göstermektedir.
Sahel: Politik istikrarsızlık ve güvenlik
Benzer olarak Sahel bölgesindeki politik istikrarsızlık ve güvenlik zafiyetleri ise, El-Kaide ve IŞİD gibi örgütler için manevra alanı oluşturuyor. Nijer'deki darbe, bölgedeki Fransız askeri varlığının azalmasına ve bölge ülkelerinin terörle mücadeledeki savunma kabiliyetlerinin sarsılmasına yol açtı. Eylül 2023’te Burkina Faso, Nijer ve Mali arasında yapılan savunma anlaşması, ortak savunma çabalarını güçlendirme niyetinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu durum, Hamas-İsrail çatışmasının tetikleyebileceği muhtemel ‘dayanışma’ saldırılarını, bölgedeki örgütlerin lehine bir fırsata dönüştürebilir. Ayrıca, bölgesel rekabet ortamı, örgütler arasındaki ‘pazar payını artırma’ yarışından kaynaklı şiddet ve terör eylemlerinin de artabileceğine işaret etmektedir.
Sahel bölgesinde El-Kaide bağlantılı Jama’at Nusrat val İslam Muslimin (JNIM) terör örgütü, devlete karşı ‘ortak düşman’ algısı, kamu hizmetlerinin yetersizliği, gerçekleşen darbelere bağlı olarak istikrarsız siyasi ve demografik yapı, yabancı güçlerin askeri operasyonları ve yerel nüfus arasındaki çarpık ilişkiler ağını toplumsal taban üzerinde meşruiyet kazanma aygıtları olarak kullanmaktadır. Ayrıca bölge genelinde kitle iletişim araçlarını etkin kullanan örgüt, Fransa’nın 2021 yılında Sahel’den çekilme ve aynı yıl ABD’nin Afganistan’daki askerlerini geri çekmesi süreçlerinde yabancı güçlerin çıkarılması ve ‘dinsiz’ hükümetlere karşı isyan retoriğini kullandı. Bundan hareketle Eş-Şebab’a benzer olarak JNIM’in de Hamas-İsrail çatışmasını kendi bölgesel ajandası dahilinde gündeme alması muhtemel senaryolar arasındadır.
Diğer taraftan IŞİD’in Sahra Kolu (ISGS), Üç Devlet Sınır bölgesi olarak bilinen, Nijer, Burkina Faso ve Mali’nin belli alanlarını kapsayan bölgede terör ve şiddet eylemlerine başvurmaktadır. Mali’nin Menaka ve Gao bölgeleri ise örgütün yönetici kadrolarının bulunduğu merkezlerdir. ISGS, Afrika’daki DDSA’ların yerel topluma sızma geleneğinden vazgeçmeyerek Üç Devlet Sınır bölgesindeki göçebe topluluklar arasında yaşanan rekabetten faydalanmaktadır. Hamas’ın mücadelesine yalnızca dini motivasyonlarla yaklaşan ISGS ve JNIM, bu yönde geliştirdikleri retorik aracılığıyla etki alanını genişletmeye çalışmaktadırlar.
Sonuç olarak Hamas-İsrail çatışmasının şiddet ve süresinin uzaması, ulus ötesi kimliğe sahip terör gruplarının muhtemel saldırılarına yol açabilir. Bunun arka planındaki nedenlerden birisi, radikal ve aşırılıkçı terör gruplarının benimsediği şiddet ve saldırılar aracılığıyla küresel çaptaki pazar payını ve marka değerini artırmaktır. Bununla beraber Hamas-İsrail çatışmasına yönelik Afrikalı devletlerin tepkileri ile toplumsal taban arasındaki kopukluk, bölgedeki terör gruplarına ve farklı ajandaya sahip DDSA’lara eylem esnekliği vermektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.