Afrika Kıtasında Uluslararası Rekabet: Türkiye’nin Rolü
Afrika siyasi, askeri ve ekonomik açıdan birçok stratejik konuma sahip ve Doğu ile Batı arasında bir bağlantı noktası kabul ediliyor. Afrika’daki uluslararası güçler, özellikle askeri ve ekonomik düzeyde uluslararası politikalarına göre farklı konum perspektifleriyle kıyı kentlerinde konuşlanıyor. Zira kıta, gerek birçok ülkenin uluslararası sahnede uluslararası güçler olarak ortaya çıkması, gerekse ABD ve ordusunun dünya üzerindeki denizel ve askeri hegemonyasını sürdürme isteği karşısında askeri taktik hareketliliği güçlendiren küresel bir stratejik dayanağı temsil ediyor.
Afrika uluslararası güçler arasında artan bir rekabete tanıklık ediyor ve her ülke tüm araçları kullanarak siyasi ve ekonomik etkisini arttırmaya çalışıyor. Bu nedenle ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere’nin kıtadaki varlıklarını ve etkilerini arttırmak amacıyla periyodik olarak büyük çaplı konferanslar düzenlemeye çalıştığını görüyoruz. Pek çok sömürgeci devlet Afrika kıtasındaki güçlü konumunu sürdürmesine rağmen, ABD ve eski sömürgeci devletler karşısında Afrika’da artan Çin ve Rus varlığını görmek mümkün. Hatta Fransa, Batı Afrika bölgesinde ve Afrika Sahil ülkelerinde önemli bir daralmaya tanık oluyor ve bu da uluslararası bir güç olarak uluslararası sahnedeki nüfuzunu ve varlığını tehdit ediyor.
Birçok ülke kendi çıkarlarını korumak amacıyla Afrika’da stratejik bir konum edinmek için rekabet ediyor. 12 ülke (ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Almanya, Rusya, Hindistan, Japonya, Çin, Türkiye, BAE ve İsrail) resmi olarak askeri üs ve tesislere sahipken Suudi Arabistan, İran ve Katar yerel veya uluslararası tarafların desteğiyle ciddi bir etkiye sahip durumda. Yabancı askeri tesislerin en yoğun olduğu bölgelerin, stratejik çıkarların bölgeye göre değiştiği Afrika Boynuzu ve Batı Afrika olduğu gözlemlenebiliyor. Bu durum iki ana noktada özetlenebilir; birincisi, ekonomik çıkarların korunması ve tarihi ve kültürel bağların güçlendirilmesi, ikincisi ise rakip uluslararası güçler karşısında kendini konumlandırmak.
Bu rekabetin sadece Çin ve ABD arasında ya da Rusya ve ABD arasında olması gerekmiyor; Çin ve Japonya arasında, Hindistan ve Çin arasında ve diğer ülkeler arasında da rekabet görebiliriz. Eski aktörlere karşı etkisini ve varlığını aktif bir şekilde göstermeye başlayan, başta Türkiye ve İran olmak üzere yeni oyuncuların yükselişi söz konusu. Son Türkiye-Somali anlaşmasından sonra, Türkiye’nin Libya’da olduğu gibi yerel ve bölgesel olayları yönlendirmede ciddi ağırlığı ve etkisi olan uluslararası bir aktör haline geldiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Batı Afrika bölgesinde ve Afrika Sahil ülkelerinde, güvenlik ve paramiliter şirketleri sayesinde yüksek nüfuza sahip olan Rusya’nın yanı sıra Türkiye ile Fransa arasında yoğun bir rekabete tanık olmamız beklenirken, Afrika Boynuzu bölgesinde de rekabet Çin, BAE ve İran arasında katlanabilir.
Yatırımları korumak, ticaret yollarını ve Afrika’dan elde edilen ana hammadde kaynaklarını güvence altına almak yabancı güçlerin rekabet ettiği noktalar olmakla birlikte, taktiksel varlığın artış gösterdiği geçen yüzyıla kıyasla Afrika ülkelerine yönelik doğrudan işgalin azaldığı gözlemlenebilir. Ancak Afrika halklarının artan farkındalığı ve askeri güçlerin kovulmasını talep eden yüksek sesler karşısında bu konumlanma da risk altında. Bu yönüyle bazı egemen rejimler, iktidarlarını güvence altına almak için topraklarına askeri üsler getirmeye pek hevesli.
Amerika’nın askeri stratejisine karşı Çin’in Kuşak-Yol Girişimi
Çin, küresel pazarda ekonomik çıkarları genişledikçe güvenlik açısından büyük bir meydan okumayla karşı karşıya kalıyor. Çünkü kendi bölgesel hinterlandının ötesinde, özellikle Afrika’da küresel çıkarlarını korumaya yönelik uygun kapasiteye sahip değil. Deniz yolları Çin’i dünyaya bağlayan en önemli ticaret yolları ve Çin ticareti %90 oranında deniz yollarına bağımlı durumda. Dolayısıyla Çin’in güçlü bir donanma gücüne sahip olmaması bir zayıflık ve çıkarlarına yönelik bir tehdit niteliğinde. Çin’in Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya’dan ithal ettiği petrolün büyük bir kısmı deniz yollarından geçiyor ve bu durum uluslararası güçler tarafından Çin’in büyüyen ekonomik gücünü zayıflatmak için istismar edilebilir.
Çin’in stratejik hamleleri, ilki karadan İpek Yolu ve ikincisi denizden İpek Yolu olmak üzere 21. yüzyılda izlediği iki kalkınma planının entegrasyonundan ibaret olan “Tek Kuşak” girişimi bağlamında anlaşılabilir. “Tek Kuşak” girişimi, yatırım yaptığı deniz yolları ve kara yolları üzerinden Afrika kıtasıyla kesişiyor. Bu iki güzergah, dünya nüfusunun %62’sine, dünya mal ticaretinin %35’inden fazlasına ve küresel GSYH’nin yaklaşık %30’una sahip 65 ülkeden geçiyor. Çin, hidroelektrik santralleri, demiryolları, limanlar ve daha az ölçüde bilişim ve iletişim sektörlerine büyük yatırımlar yaparak 150 milyar dolarlık yatırım taahhüdünde bulundu.
Öte yandan Amerika, hegemonyasını sürdürmek için donanma kuvvetlerine ve dünyanın dört bir yanında konuşlanmış deniz filolarına güveniyor. ABD deniz kuvvetlerinde görev yapmış ve ABD deniz gücü kavramının teorik ve metodolojik geliştiricisi olan Alfred Mahan, Amerika’nın deniz gücünü üzerine inşa ettiği şu kilit noktalara işaret ediyor:
- Birincisi: Denizlere hakim olmak, dünyaya hükmetmek için birincil faktördür. Okyanusların kontrolü, özellikle de ana ticaret yollarının kontrolü ise bir ülkenin gücüne ve refahına katkıda bulunan birincil faktördür.
- İkincisi: Deniz gücü; büyük okyanuslara erişimi olan elverişli bir coğrafi konum, kendi kıyı limanlarında kurulmuş deniz lojistik üsleri, modern bir ticaret filosu, güçlü bir donanmadan oluşur. Böyle bir güce sahip olan bir ülke gelişebilir ve uluslararası arenadaki hakim konumunu koruyabilir.
- Üçüncüsü: Bir donanmanın stratejik hedefi, düşman filosunu kesin bir savaşta yenerek denizlerin kontrolünü ele geçirmektir. Düşmanın gemileri ve filoları, ne zaman olursa olsun, saldırılması gereken nihai hedeflerdir. Bu amaçla Mahan, düşman filosunu yok etmek için güçlü bir filo inşa edilmesi gerektiğine işaret eder.
- Dördüncüsü: Mahan, ABD donanmasının Amerikan hegemonyasının temeli olduğuna dikkat çekerek, dünya hakimiyetini sağlamak ve sürdürmek için aynı anda hem Atlantik’te hem de Pasifik’te savaşabilecek güçlü bir deniz kuvveti oluşturması gerektiğini ifade eder.
Çin’in son yirmi yılda Afrika’da tüm sektörlerde ve alanlarda attığı büyük adımlara rağmen, Amerikan varlığı ve beraberindeki Avrupa ülkeleri, özellikle yatırımlar yapma ve ortaklıklar kurma bağlamında Çin’i çevreleme ve kuşatmada hala aktif ve muktedir durumda. Ancak bu kuşkusuz, Afrika ülkelerine yönelik izlediği dış politikasından farklı bir siyasi vizyon gerektirecek. Çin, Afrika’da kendisini stratejik olarak konumlandırabildi ve “Tek Kuşak” girişimiyle ilan ettiği vizyon kapsamında yaptığı altyapı ve madencilik yatırımlarıyla stratejik kazanımlar elde edebildi. Bu nedenle Çin, katılımcı bir kalkınma vizyonundan yoksun olan ABD politikalarına kıyasla kalkınma vizyonuna sahip olma konusunda bir üstünlük unsuruna sahip.
Sürdürülebilir bir Türk-Arap stratejisi oluşturmaya doğru
Uluslararası güçlerle rekabet, yumuşak güç ve sert güç kullanımını uyumlu ve akıllı bir şekilde birleştiren entegre bir stratejik vizyon geliştirmeyi gerektirir. Böylece sert güç, rakip uluslararası güçlere caydırıcı bir güç olarak yönlendirilirken yerel topluluklar ve taraflara karşı kullanılmaz. Yumuşak güç ise yatırım ve kalkınma projeleri, yardım kuruluşları ve burslar aracılığıyla halka yönlendirilir ki bu da Türkiye’nin diğer ülke ve kurumlarla ortaklık kurarak rakiplerine karşı kendini farklılaştırabileceği bir unsur. Türk ve Arap yardım kuruluşları ve şirketleriyle iş birliği içinde Türkiye’nin İslami merkezlerinin açılması, kamusal alanı yerel olarak açan yerel bir güç yaratacaktır. Örneğin, Afrika toplumları arasındaki iyi itibarları nedeniyle Kuveyt dernekleri ve El-Ezher Üniversitesi ile ortaklıklar kurmak, Afrika’da yüksek bir yayılma ve etkiye sahip oldukları için popüler inkübatörler oluşturmada nitelikli bir sıçramayı ifade edebilir.
Afrika’nın dağınık enerjilerini stratejik bir bakış açısına göre birleştirmek, Afrika toplumları arasında daha büyük bir yayılma ve etki sağlayabilir. Türk kalkınma projelerinin bölgesel ve yerel partnerlerle ortaklaşa uygulanması, stratejinin rakipler karşısında sürdürülebilirliğini ve uyumunu korur ve bölgesel güçleri bu stratejiyi ortaklaşa korumaya iter. Ayrıca bu stratejiyi destekleyen ve güçlendiren yeni bir ortaklar ve yerel taraflar katmanı yaratır. Buna ek olarak, rakip uluslararası güçlerin, özellikle de sömürgecilerin yanlışlarından ders çıkarmak, doğru yolların belirlenmesine ve güvenilir yerel ortakların seçilmesine kapı aralar. Pragmatik bir stratejik vizyon oluşturmak, geliştirilmeden önce Afrika toplumlarını ve siyasal sistemlerini iyi anlamayı gerektirir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.