Angajman ve Baskı Siyaseti Çerçevesinde ABD’nin Husilere Yaklaşımı
Geçtiğimiz günlerde ABD, Husileri (Ensarullah) tekrardan “küresel terörist” (Specially Designated Global Terrorist) listesine ekleme iradesini beyan etti. Daha önceden Husiler, Trump yönetiminin (2016-2020) görevini Biden yönetimine devretmeye yaklaştığı son günlerde yine terör örgütü olarak ilan edilmiş fakat Şubat 2021 tarihinde Biden yönetimi tarafından listeden çıkarılmıştı. 17 Ocak tarihinde bir basın açıklaması yayınlayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 30 gün içerisinde ilgili kararın hukuki sonuç doğurmaya başlayacağını ve kesinleşeceğini ifade etti.
Blinken bu adımın, Husilerin Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ndeki ticari gemilere ve savaş gemilere düzenledikleri saldırıları, uluslararası seyrüsefer güvenliğini tehlikeye atmalarını ve hesap verilebilirliklerinin oluşturulması için atıldığını vurgulamıştır. Kararın metnindeki bir önemli nokta ise, “eğer Husiler Kızıldeniz’deki saldırılarını durdurursa, ABD’nin bu kararını tekrardan değerlendirebileceği” ve Husileri terör listesinden çıkarabileceğinin ima edilmesidir. Husilerin karara yönelik ilk tepkisi ise, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığı devam ettiği sürece, ABD’nin bu tip kararlarının Husilerin eylemlerini etkilemeyeceği ve Filistin’in Yemen halkı tarafından desteklenmeye devam edeceği yönünde oldu.
İlgili kararın en temel sonuçları ne olur?
Kızıldeniz’de bir süredir Husilerin İsrail ile ilişkili olduğunu ifade ettikleri ticari gemileri hedef alması süreci kısa sürede kapsam genişletmiş ve İsrail’in dışında ABD gibi batılı ülke gemi ve unsurlarını içermeye başlamıştı. Bu çerçevede ABD, 18 Aralık 2023 tarihinde Refah Muhafızı Operasyonu (Operation Prosperity Guardian) adı altında bir uluslararası deniz gücü koalisyonu kurmuş ve ardından ise yeni yılın ilk haftalarında, İngiltere, Kanada, Hollanda ve Bahreyn’in desteği ile Yemen’de belirli Husi hedeflerine ve unsurlarına hava saldırıları gerçekleştirilmişti.
Bu çerçevede Husilerin terör örgütleri listesine alınması Kızıldeniz’deki saldırıların bir bölgesel güvenlik tehdidi oluşturmasının yanında, uluslararası ticareti ve seyrüseferi olumsuz etkilemesi nedeniyledir. Birçok uluslararası nakliye şirketinin rotasını Ümit Burnu’na çevirmesi, burada şirketler ve dolayısıyla ülkelere yüklenen maliyeti son derece artırmakta ve ticareti zorlaştırmaktadır.
Temelde ABD’nin hedeflerine bakıldığında Husileri terör örgütü listesine alarak, Husiler üzerindeki siyasi ve askeri baskının artırılması ve Husilerin bölgede ve uluslararası alanda baskı altına alınması amaçlanmaktadır. Terör örgütü listesine alınma meselesi aynı zamanda Husi hareketi üyeleri açısından ekonomik yaptırımların gündeme gelmesini sağlayacak, Husi grubu üyelerinin uluslararası finansal kaynaklara ulaşımını sınırlayacak ve aynı zamanda farklı bölgesel ve uluslararası grup/entitelerin Husiler ile angaje olmasını zorlaştıracaktır. Aynı zamanda Husilerin ekonomik ve askeri olarak baskı altına alınması, Yemen iç siyaseti içerisinde pozisyonlarının zayıflamasına ve meşru Yemen hükümetinin ve bunun yanında diğer grupların sahada askeri anlamda ve siyasi anlamda güçlenmesini beraberinde getirebilecektir.
ABD’nin bu çerçevede bir diğer amacı ise, halihazırda bölgede 7 Ekim tarihinden bu yana Hamas ile ilişkileri sebebiyle eleştirilere konu olan İran’a bir mesaj vermeyi içermektedir. Dolayısı ile ABD, İsrail’i siyasi, askeri ve ekonomik olarak zor duruma düşüren Husi hamleleri sonucunda bu kararı alarak, İsrail’in elini güçlendirmeyi, İran’ın bölgesel nüfuzunu sınırlandırmayı ve Amerikan ekonomisinin son derece bağlı olduğu uluslararası ticaretin akışının yavaşlamasını engellemeye çalışmaktadır.
Yemen’deki savaş karardan nasıl etkilenir?
İsrail’in Gazze’ye yönelik orantısız saldırılarının devam etmesi üzerine Kızıldeniz’de ilgili stratejisini hayata geçiren Husiler için ise ABD tarafından terör örgütleri listesine alınmak Husilerin hamlelerini daha agresif hale getirebilecek ve olası müzakere süreçlerinin aksamasını ve Husilerin diplomasiye şans verme ihtimalini azaltacaktır. Aynı zamanda, Yemen’de, Mart 2023’teki Suudi Arabistan-İran normalleşmesinin ardından girilen müzakere ortamının buradan olumsuz etkilenmesi kuvvetle muhtemeldir. Yemen’deki süreçlerden askeri, siyasi ve her şeyden evvel ekonomik anlamda son derece olumsuz etkilenen Suudi Arabistan açısından ise, ilgili terör örgütü olarak ekleme kararı, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde sorunlara yol açabilecektir. Husilerin yanında, terör örgütü olarak ilan edilme kararı, bölgedeki ateşkes ihtimallerini, yardım faaliyetlerini ve Yemen ile ilgili devam eden uluslararası müzakereleri olumsuz etkileyebilecektir. BM Yemen Özel Temsilcisi Hans Grundberg’in son dönemlerde Umman, Kuveyt ve Suudi Arabistan üzerinden Husiler ile devam ettirdiği müzakerelerin ise, Husilerin terör örgütü ilan edilmesi kararı ile farklı bir hal alacağı ve zora gireceği tahmin edilebilir. Aynı zamanda Yemen nüfusunun %80’ine yakınının yaşadığı toprakların Husiler tarafından kontrol edilmesi meselesi gerek yerel gerekse ulusal ve uluslararası yardım faaliyetlerinin koordinasyonunu zorlaştıracak ve gerek hukuki gerekse insani açıdan daha farklı bir noktaya Yemen’i götürecektir.
İran açısından düşünüldüğünde, ABD tarafından Husilere yönelik alınan bu karar İran’ın Husiler ile iş birliğinin kökenlerini güçlendirecek ve İran tarafından desteklenen gruplar arasındaki “direniş söylemini” kuvvetlendirecektir. İran’ın bu aşamada İsrail ile, belirli bir dereceye kadar Suudi Arabistan ile ve ABD ile olan rekabeti/çatışmasında bu gibi kararları anti-emperyalist siyasi meta-anlatılar ve İslam dünyasının Batılı ülkelere karşı direnişi şeklinde araçsallaştırması kuvvetle muhtemeldir.
ABD’nin “terörle mücadele” stratejisinde değişiklik mi/acelecilik mi?
Bu açıdan Husilerin Trump döneminde terör örgütü listesine alınma kararı ile şimdiki kararın benzer ve farklı yönleri bulunmaktadır. Her iki karar da muhtemelen benzer stratejik hedefleri paylaşıyor: Husilere baskı uygulamak, onların operasyonel yeteneklerini sınırlamak ve potansiyel olarak dolaylı ve doğrudan Yemen çatışmasının dinamiklerini değiştirmek. İran'ın Husilere verdiği destek göz önüne alındığında, bölgedeki İran etkisini sınırlandırma amacı tutarlı bir faktördür. Her iki listeleme kararı, terör faaliyetlerine karıştığı ifade edilen gruplara karşı sert yaklaşım ve önlemleri içerdiğinden, ABD terörle mücadele stratejisine uygun olarak gözükmektedir. Biden yönetimi görevi devraldığında, önceki Trump yönetiminin aldığı bir kararı insani endişelere dayanarak iptal etmişti. Eğer son alınan karar 30 gün içerisinde aktif hale gelirse, Biden yönetiminin stratejik amaçları ile insani meseleleri yönetme konusundaki hassasiyeti konusunda bir ikilem yaşayacağı açıktır.
Dolayısıyla ABD’nin Husilere yönelik kararının, Blinken’in açıklamalarından hareketle, bütün boyutlarıyla düşünülmüş bir bölgesel strateji değişikliğinden ziyade, bölge koşullarına uygun şekilde alınmış “geçici olabileceği değerlendirilen bir önlem” olarak yorumlamak yerinde olacaktır. Zira aynı zamanda Husilerin Kızıldeniz’deki faaliyetlerinin ardından İsrail’in ekonomik ve siyasi çıkarlarını tehlikeye atması ile ABD tarafından terör örgütü olarak ilan edilmesi, ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in güvenliğini sağlama amacıyla üzerinde düşünülmemiş strateji değişikliklerine gidilmesini ve bu stratejik değişikliklerin politik sonuçlarının yönetilememesi gibi riskleri beraberinde getirebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.