Askeri ve Siyasi Değişimlerin Gölgesinde Sahel Jeopolitiği

Rusya ve müttefikleri Çin ile İran'ın etkisini artırmaya başladığı Sahel bölgesindeki güç dengelerini araştırmacı Fuat Emir Şefkatli, Fokus+ için kaleme aldı.
Fuat Emir Şefkatli
Askeri ve Siyasi Değişimlerin Gölgesinde Sahel Jeopolitiği
27 Haziran 2024

ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) Generali Michael Langley yakın zamanda verdiği bir röportajda, Sahel bölgesindeki Rusya, Çin ve İran tehdidine vurgu yaparak bu ülkelerin geliştirdiği dezenformasyon stratejilerine ve farklı alanlarda kendini gösteren yayılmacı politikalarına değindi. Yine bu açıklamasından kısa bir süre önce Langley, kıtadaki bazı ülkelerin Rusya tarafından ele geçirildiğinden ve Moskova’nın Sahel Kuşağı ile birlikte Orta Afrika’yı da kontrol etme arzusundan bahsetti.  

Langley’in açıklamalarından hareketle, Batıda Moritanya, doğuda ise Sudan’a kadar uzanan ve 6 kıta ülkesini sınırları içine alan Sahel bölgesinin yalnız bölgesel değil uluslararası jeopolitik açıdan da kritik öneme sahip olduğu anlaşılıyor. Bu ülkeler arasında, son dönemde yaşanan askeri darbeler ve rejim değişiklikleriyle birlikte Burkina Faso, Mali, Nijer ve Çad’ın öne çıkan ülkeler olduğu ifade edilebilir. 

 

Öte yandan, mevcut güç dengeleri içinde 3 farklı güç ekseninden ya da aktörden söz etmek mümkün. Bunlar; sırasıyla ilgili ülkelerdeki askeri hükümetler, ABD ve Avrupalı ülkeleri kapsayan Batılı güçler ve Rusya ile Çin’in oluşturduğu ‘geleneksel olmayan’ (newcomers) Doğu ittifakı.  

Kendi içinde pek çok ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri alt başlığı barındırmasına rağmen son 4 yıldır Sahel’deki en temel sorun, devlet yapıları ve devlet dışı silahlı aktörler (DDSA) arasındaki rekabetin bir tezahürü olarak ortaya çıkan egemenlik sorunu. Biraz daha açmak gerekirse; Burkina Faso, Mali ve Nijer’deki askeri darbeleri tetikleyen en temel faktör, devrilen yönetimlerin terörle mücadelede etkisiz kalması oldu. İktidarı ele geçiren askeri yönetimler, ‘Batının etkisi altında’ gördüğü liderleri terörle mücadelede yetersiz bulmuş, onları artma eğiliminde olan ‘yönetilemeyen alanların’ (yerelde DDSA’lar tarafından oluşturulan yarı-devlet yapıları) temel sorumlusu olarak göstermişti. Ancak bu retorik dahilinde gerçekleştirilen askeri darbelerin ardından merkezi yönetimin tesisi ve olası karşı darbelerin engellenmesi noktasında alınan önlemler, terörle mücadele operasyonlarına yönelik enerji ve odağın dağılmasına neden oldu. 

Bununla beraber, günümüze kadar Sahel’deki hükümetlerin terörle mücadelede en büyük müttefiki ve destekçisi olan Batılı güçler, demokrasi ve insan haklarını öne sürerek askeri rejimlerle güvenlik angajmanlarını asgariye çekti. Buna karşılık, Sahel’deki askeri yönetimler ise geri adım atmak yerine toplumsal tabanda oluşan Batı karşıtlığını ve uluslararası ölçekte gözlenen jeopolitik rekabeti kullanarak Fransa’nın (Mali ve Nijer) ve sonrasında ABD’nin (Nijer) askeri faaliyetlerini sonlandırmasına zemin hazırladı.  

Gelinen noktada coğrafi konumu itibarıyla kıtadaki stratejik önemi, ekonomik potansiyeli ve küresel terör faaliyetlerinin merkezi haline gelme eğiliminden ötürü Sahel bölgesi, farklı yerel ve küresel ajandaların örtüştüğü bir bölge haline dönüşmektedir. Bu amaçla, başta Batılı ülkeler olmak üzere Rusya ve Çin’in yaklaşımını, yerel hükümetlerin egemenlik anlayışını ve bu dinamikler doğrultusunda şekillenen jeopolitiği anlamak ileriye dönük krizlerin ya da normalleşmelerin anlaşılmasında itici güç olacaktır. 

Geleneksel ortaklar – Batılı aktörler 

Fransa ve ABD’nin başını çektiği, BM ve Avrupa Birliği’nin (AB) barışı koruma operasyonlarının ana omurgasını oluşturduğu batının güvenlik yaklaşımı, 2012 yılında başlatılan Serval Operasyonu’ndan itibaren terörle mücadele faaliyetlerinde önemli rol üstlendi. Diğer taraftan Batı’nın terörle mücadele yaklaşımı, kalkınma ve demokratik reformlarla paralel ilerlerken ordunun profesyonelleştirilmesi, kurumsal bir çerçeve kazandırılması ve bu yönde sağlanan eğitimlere büyük hassasiyet göstertildi. Nitekim gerek toplum gerekse hükümetler düzeyinde kalkınma odaklı ve uzun vadeli planlamaları (eğitim, kurumsallaşma vd.) kapsayan güvenlik yaklaşımının ihtiyaç duyulan ‘sert’ terörle mücadele unsurlarını karşılamadığı söylenebilir.  

 

Öyle ki, askeri darbeler sonucunda oluşan atmosferde, kriz ortamını fırsat gören IŞİD’in Sahra Kolu (ISGS) ve El-Kaide bağlantılı Cemaat Nusrat Islam val Muslim (JNIM) gibi terör örgütlerinden kaynaklı iç tehditler, askeri rejimler tarafından öncelikli ele alınması gereken hususlar olarak belirlenmişti. Bu gruplarla müzakere ya da uzlaşı yoluyla değil sert güç yoluyla mücadele edilmesi gerektiği fikri oldukça baskındı. Ancak dönem içinde bu terör örgütleriyle mücadelede ihtiyaç duyulan silah ve ekipmanlar geleneksel müttefikler tarafından karşılanmadığında çıkarlar düzeyinde bir kopuş başladı. Yerel hükümetlerin egemenlik vurgusu ve alternatif arayışı ise ilişkilerin negatif yönde ilerlemesinde bir diğer etkendi.  

Dolayısıyla ABD’nin, AFRICOM’un nerdeyse tüm hava operasyonlarını (dron saldırıları, istihbarat gözetimleri vd.) planlayarak hayata geçirdiği Agadez dron üssünden çekilme süreci ya da benzer olarak 1.000 muharip unsuruyla Fransa’nın Nijer’deki askeri iş birliklerini sonlandırıyor olması, arka planında güçlü bir siyasi ve güvenlik temelli ayrışmaya sahip.  

Rusya ve Çin  

Geleneksel güvenlik sağlayıcılarına karşı Rusya ve Çin’in pozisyonu, Batı karşıtlığının artmasıyla birlikte kademeli olarak güçlenerek farklı alanlara yayıldı. Örneğin, Doğu ve Batı Afrika’da etkin Çinli şirketler, zamanla Sahel ülkelerine önemli miktarda hafif ve ağır silah tedarik eden büyük bir tedarikçi haline geldi. Çin’i Batılı aktörlerden ayıran en temel husus, Pekin yönetiminin demokratik ya da kalkınma odaklı herhangi bir şart sunmuyor oluşu. Mevcut siyasi otoritenin seçim yoluyla göreve gelip gelmemesi Çin için ticaretin önünde bir engel teşkil etmez. Ayrıca Çin, ekonomik etkinliğini artırmak için bölgedeki sınır sorunlarını aşmaya, siyasi esnekliğini artırmak noktasında müzakerelere arabuluculuk ediyor. Nijer ve Benin arasındaki petrol boru hattı krizine müdahil olan Pekin yönetimi, Nijer’in ileriye dönük petrol üretimini finanse etme taahhüdünde bulundu.  

 

Öte yandan Rusya, Libya’da Wagner Özel Askeri Şirket (ÖAŞ) üzerinden kurduğu askeri angajmanlarını Fransa’nın 2022 yılında çekilme sürecine girdiği Mali’ye taşıdı. AFRICOM Generali Langley’in ifade ettiği gibi Rus askeri varlığı kısa bir süre içinde hem siyasi hem de ekonomik alana sirayet etti. Günümüzde Afrika Lejyonu, Wagner’in bir devamı niteliğinde ve büyük ölçüde Rus Savunma Bakanlığının kontrolünde faaliyetlerine devam ediyor. Mali’de 2000, Burkina Faso’da 500 kadar militana sahip olduğu iddia edilen Afrika Lejyonu’nun Nijer’de ciddi kazanımlar elde etmeye başladığını da söylemek gerekir. Batılı müttefiklerden farklı olarak Afrika Lejyonu özelinde Rusya’nın yaklaşımında öne çıkan taraf, Sahel’deki hükümetlerin karar ve yönlendirmeleri doğrultusunda hareket ediyor olmaları.  

Yerel hükümetler 

Siyasi meşruiyet kazanma ve egemenliğini sağlamlaştırma hedefleri doğrultusunda ittifak arayışında olan Sahel’deki yerel hükümetler için bu amaçlara giden yolda üç temel öncelik bulunuyor. Bunlar; muhalif hareketleri bastırmak yoluyla iktidarlarını konsolide etmek, Batı Afrika’yı da kapsayan bölgesel güvenlik içinde bağımsız karar alma mekanizmaları geliştirmek ve uluslararası arenada tanınırlık kazanmak şeklinde sıralanabilir. 

İlk olarak, karşı darbe ihtimaline karşı stratejik önem atfedilen noktaların ve üst düzey hükümet yetkililerinin korunması, iktidar konsolidasyonu için olmazsa olmazdır. Bunun yanında ideolojik rekabetin ya da alışagelmiş parti siyasetinin dışında kalmak özellikle Mali ve Burkina’daki askeri yönetimler için önemlidir. 

İkinci olarak, bağımsız karar almak, sınır sorunları ve etnik/kimlik ayrışmalarının hâkim olduğu Afrika’da güçlü bir savunma/saldırı kapasitesine ve dolayısıyla üst düzey hava savunma silah envanterine ihtiyaç duymaktadır.  Bu noktada Mali ve Burkina Faso ordularının hem dışta hem de içte ISGS ve JNIM ile mücadelede yeterli teknolojik silah ve ekipmana sahip olmadığı söylenebilir. Bu ihtiyacın ‘yukarıdan aşağıya’ bir yaklaşıma sahip Batılı geleneksel müttefiklere nazaran Rusya, Çin ya da ‘kazan-kazan’ anlayışıyla hareket ettiği yorumlanan diğer ülkelerce karşılanacağı algısı ağır basmaktadır.  

Son olarak, egemenlik uluslararası arenada bağımsız diplomasi yürütme ve çeşitli uluslararası aktörlerle denge politikaları geliştirme yeteneğini de ifade eder. Sahel hükümetleri, Batılı ülkelerle olan ilişkilerini yeniden değerlendirirken, Rusya ve Çin gibi ülkelerle yeni stratejik ortaklıklar kurmaktadır.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.