Bağımlılık Özgürlüğü ve Gülümseyen Köleler
Belli bir anlaşma noktası yakalandı ve Instagram yeniden açıldı. Böylece toplumsal gündemi meşgul eden bir toplumsal histeri krizi daha sona erdi. Epeyce gerilimli bir süreçti. Söz konusu mecranın sahibi olan küresel yapı, yani dev Amerikan şirketi Meta, T.C. yasalarına uymadığı için engellendiği halde, kullanıcılarının çoğu bu meseleye takılmadan ‘Instagramına’ sahip çıktı.
Her zorluğu aşmaya azmeden kalabalıklar VPN üzerinden Instagram’a erişip bu sıcakta beklerse bozulacağından korktukları paylaşımlarını yapabildiler. Böylece elde tutulan yaprak fotoğrafları, mükellef kahvaltı sofraları, pastanedekileri aratmayan ev yapımı dereotlu poğaçalar, çok takipçi çekme tiyoları, seyahat paylaşımları dolaşımdan geri kalmadı.
VPN işini beceremeyenler arasında tatil planlarını erteleyenler oldu, paylaşılamayan tatilin bir anlamı yoktu ne de olsa! Muhtemelen sosyal hayatlarının çökeceğinden endişelenenler de vardı. Instagram yoksa insanlar nerede nasıl buluşurdu?
İstisnai bir durumdan söz etmiyorum; Instagramsız hayatın bir cehennem olduğu noktasında neredeyse bir toplumsal mutabakat oluştu. Hani şu başka hiçbir meselede bir orta nokta bulamadığımız için erişemediğimiz toplumsal mutabakat var ya, işte o! Sağcısı, solcusu, orta yolcusu, seküleri, dindarı, deisti, ateisti dünyada oksijen kalmamış gibi nefes darlığı yaşamaya başladılar adeta.
Trajikomik bir hal bu ama bir o kadar da iç acıtıcı
Sosyal medya mecralarının kendisine yüklenen sınırlı anlamın ötesine taştığını görmemiz gerekiyor artık sanırım. Bu yeni histerik sahiplenme kültürüne bakılarak artık bir bağımlılık durumundan söz etmenin gereği de ortada öylece duruyor. Yapacak mıyız bilmiyorum ama yapmamız gerektiğine eminim. Bu sağlıklı bir durum değil, basit bir zevkler ve renkler ikileminden de söz etmiyoruz. Kaç kişi dert edecek bunu kendine, o da tartışılır ancak anlamların birbirine karıştığı, kontrolün kaybedildiği ve zihinsel bir dönüşümün son tura girdiği inkâr edilebilecek bir şey değil artık.
Birçok kez değindim bu konuya… Üç tip karşılığı oluyor insanlarda böyle eleştirel denemelerin: Bir, haklı bulanlar, iki, haksız bulanlar, üç, hiç ilgilenmeyenler. Her üç tepkinin sahiplerinin bir ortak özelliği var; sosyal medyada kaldıkları yerden yola devam ediyorlar. Herhangi bir somut sonuç ortaya çıkmıyor. Bu aslında suya yazı yazmak demek ya da kendi kendine konuşmak. Yine de yapılması gerekiyor. Ne kadar bezdirici, yorgunluk verici, hayal kırıcı olursa olsun.
Bir şeyin altını çizeyim; burada Instagram’ın kapalı kalması gerektiğini savunuyor değilim; hayatımızın içinde Instagram gibi sonradan hayatımıza girmiş şeylerin bu kadar kısa sürede bu kadar vazgeçilmez hale gelmiş olmasına, onlara karşı kendimizi bu kadar sahipsiz bırakmamıza karşı çıkıyorum sadece. Karşı çıkıyorum; çünkü inancı, fikriyatı, yolu, ideolojisi, kültürel seviyesi ne olursa olsun, insanların neredeyse bütün olarak ‘Instagramsız’ bir hayat düşünemez hale gelmiş olmasını endişe verici buluyorum. Bu bizi peşinden nerelere kadar sürükleyeceğini bilemediğimiz bir dönüşüm. Bir kimlik sökümü hatta!
Instagram olmayınca sosyal ilişkiler, online ticaret, alışverişler, seyahat planları, cemiyet hayatı filan etkileniyormuş. Benim bildiğim kadarıyla 15 yıl önce Instagram diye bir şey yoktu, şimdi onsuz olmuyor. Bizim üstümüze bir şey giydirmişler ve biz ondan önce çıplak olduğumuza mı inanıyoruz yani ve normal mi bu?
Instagram’ını protest bir dille geri isteyen kitlenin bunu özgürlüğünün kısıtlanması olarak görmesinde daha vahim, daha sıkıntılı durumlar var. Instagram nihayetinde küresel büyüklükte bir şirketin pazara sunduğu para basan bir ürün… O olmadan yaşanamayacağına inandırılmış, buna alıştırılmış ve büyük oranda bağımlılaşmış kitlelerin o şirketin daimi müşteriliğinde sabit kalmak için isyan ettiğini görmemek için nasıl bir körleşme yaşadık biz? Nasıl o olmadan yaşayamayacağımıza inandığımız, neredeyse bağımlısı olduğumuz bir şeyin bizim özgürlüğümüz olduğuna inanabiliriz? Bu nasıl bir çelişki ve kim inandırdı buna bizi?
Instagram’ın sadece Türkiye’de 57 milyonu aşkın kullanıcısı var, her bir kullanıcısından 7.91 dolar kazanıyor. Sadece Türk kullanıcılarından yılda 500 milyon dolara yakın bir kazancı var. Biz sadece kullanıcısı olmakla zengin ettiğimiz bir şirketin ürününün bağımlısı olduğumuzda özgür olduğumuza, onsuz kaldığımızda özgürlüğümüzü kaybettiğimize inanıyoruz. Bu koskoca küresel makineyi işleten dişlilerden biri olmak özgürlük, öyle mi? Neyin kafası bu! Gerçekten içler acısı bir durum.
Filanca sosyal medyaya erişebilmek, filanca markayı giyinmek, falanca yerde tatil yapabilmek, şu restoranlarda yemek, bu arabalara binmek, o müzikleri dinlemek, bu filmleri izlemek… Yeni özgürlüklerimiz bunlar…
Yeni dünya düzeninin bütün büyük markalarının sponsoruyuz aynı zamanda. Yeryüzünde üretilen değerleri vantuz gibi emen, ahtapot kollarını dünyanın en ücra köşelerine kadar uzatan küresel sermayenin yeni, sermest, kendini “trendy” hisseden, mahremiyetinin kapılarını gönül rahatlığıyla bütün insanlığa açan, böylece yeni sömürü çarkları için data üreten, sürekli seyirci, sürekli meşgul, sürekli bir sonraki tatmin nesnesinin peşinde köleleriyiz. Bize öyle gelmediğini biliyorum, bu da ön şartı bu türden köleliğin. Bir tarzın olduğuna, bir standardın olduğuna, hayatı paylaştığına, kaliteli takıldığına, hoşça vakit geçirdiğine, güzellikler yaydığına, zevk parlattığına inanmak… Ve biri bir gün şalteri indirdiğinde dımdızlak hayatsız kalmak! Şalter inikken, fiş takılı değilken, ekranlar istediğin dozu sana vermezken yapacak hiçbir gerçek şeyin kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek… İşte yeni dünya düzeni ve kendini alabildiğine özgür zanneden zavallı sarhoş köleleri… İşte yeni kölelikler, köleleştiren özgürlükler!
Çok mu kafa ütüledim, herhalde "bir beğeni atın, beni takibe alın" desem yapmazsınız artık
Tamam öyle olsun, zaten açıldı Instagram. Gülümseyelim hep beraber, birer selfie çekelim ve koyalım diğer milyonlarcasının yanına. Bir gün batımı da biz koyalım milyonlarca gün batımının yanına. Bir Alman pastası yapalım ya da bazlamada pizza. Koyalım trileçelerin, beef stroganofların, krem şantilerin, felafellerin, kimchilerin yanına. Soframızı, oturma odamızı, balkonumuzu, bebe beciğimizi ne varsa açalım hepsini insanlığın seyrine. Kombinlerimizi açalım göz turizmine, zevk simsarlılıklarını bırakmayalım elden, içinde zevk olmasa da! Nasıl her şeyle barışık, nasıl güzel, nasıl zengin, nasıl hayat dolu, nasıl zevkli, nasıl renkli, nasıl sevgili, nasıl gülücüklü ve ne kadar haklı, ne kadar bilgiç ve nasıl da vuruşkan olduğumuzu gösterelim insanlığa. Her gün bir daha, bir daha, bir daha… Hatırlamadan bir önceki gün ne boca ettiğimizi bu türden mecralara.
Yine de Instagram kapansın demiyorum ha, gözler açılsın diyorum, zihinler açılsın, idrakler açılsın diyorum sadece. Açılacak mı? Böyle bir şey olması için bunun da moda olması lazım. Daha etkili olsun diye fenomenlere mi söyletsek bu kaygı cümlelerini? Şimdi Instagram açıldı ya, hizaya geldi ondan açıldı denecek uzun süre, bize hep böbürlenecek bir şeyler lazım. O hiza çizgisini yıllar önce oraya kimin çizdiğini düşünmeden paylaşıma devam o vakit.
Son bir kılçık daha atayım bitirmeden: Meselenin temel mantığının paylaşım olduğu doğru, birileri bir şeyleri paylaşıyor gerçekten. Onlara düşen milyon dolarlar, bize düşen vakit kaybı, zihin israfı, değerler erozyonu, mahremiyet savurganlığı ve yerinde saymak. Sonra her başımıza bir iş geldiğinde ‘çaresiz’ olduğumuza yanacak, “Elimizden bir şey gelmiyor ki!” diye ağlayacağız. Nerede? Sosyal medyada! Böylece çarelerimizi tüketerek sermaye biriktirenler çaresizliğimizden de para üstüne para kazanacak. Bizler de sosyal medya olmasa çaresizlerin sesini nasıl duyuracaktık diye halimize şükredeceğiz.
Özgürlük gibisi de yok yahu! Hele bir de yanında zihinsel dönüşüm olunca, tadından yenmiyor doğrusu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.