‘Barbekü’nün Çetesi: Haiti, Kenya’dan Neden Polis İstedi?
Bir ülke ulusal egemenliğini duyurduktan sonra başka bir ülkenin onu tanımayı kabul etmesi uluslararası hukuka göre iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin başlangıcı anlamına gelir. Bir ülke için ulusal egemenlik bir işgal sonrasında kurulan yeni devletle duyurulacağı gibi, işgale benzeyen ama daha köklü sayılan kolonyal yönetimin bitmesinden sonra kurulan postkolonyal devletle de duyurulabilir. Çağdaş uluslararası ilişkilerin kurucusu sayılan 1648 Vestfalya Anlaşması’ndan günümüze kadar olan döneme bakıldığında Avrupa ülkelerinin birinci; Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin ise genelde ikinci tanım devletle ulusal egemenliklerini duyurdukları gözlenebilir.
İkinci tanıma uyan ülkelerden örneğin, Haiti, ulusal egemenliğini 1804 yılında Fransız kolonyalizmine karşı duyurmuşken, Kenya ulusal egemenliğini 1963 yılında İngiliz kolonyalizmine karşı duyurmuştur. Ancak ilginçtir ki, bu iki ülkenin birbirini tanımaları 1964 yılında gerçekleşmişse de diplomatik ilişkilerinin başlaması çeşitli nedenlerle 20 Eylül 2023 tarihinde olmuştur. Yaklaşık bir yıllık diplomatik ilişki süresinde de ilk adım Haiti’den gelmiş ve Haiti, Kenya’dan ülkedeki çetelerle mücadele için polis desteği istemiştir. 2024 yılının ortalarında Kenya’nın gönderdiği 400 polis memurunun yanında Haiti Başbakanlık Ofisi’nden geçtiğimiz günlerde yapılan bir açıklamayla Kenya’dan ek olarak 600 polis daha istenmiştir.
Haiti tarihinin başlangıcı Kristof Kolomb’la özdeşleştirilse de aslında Kolomb’dan önce ülkenin bulunduğu adada Taino yerli halkının yaşadığı bilinir. Kendi dillerinde “yüksek dağların bulunduğu yer” demek olan Haiti’ye Kristof Kolomb 1492 yılında “İspanyol adası” anlamına gelen “La Isla Espanola” adını verdi ve bu ad zamanla Hispaniola’ya dönüştü.
İspanyol – Fransız savaşı
1492 yılında gemisi Santa Maria ile birlikte İspanya’nın Yeni Dünya’daki ilk kolonisi olan adaya yerleşen İspanyollar yaklaşık iki yüz yıl rahatça yaşayıp metropol Madrid’le ticaret yaptıktan sonra 1625 yılından itibaren adada nüfus olarak çoğalmaya başlayan Fransızlardan rahatsızlık duydular. Bu rahatsızlık sonucu 1697 yılında Fransızlarla girdikleri Büyük Koalisyon Savaşı’nı kaybeden İspanyollar savaş sonunda imzalanan Rsywick Anlaşması’yla bugün adanın batısında Haiti’nin olduğu bölgeyi Fransızlara terk etmek zorunda kaldılar. Santa Domingo adını alan adanın doğudaki bölümü günümüzde Dominik Cumhuriyeti olarak geçer.
Fransa’nın yönetimine geçmesiyle birlikte Haiti ciddi bir kalkınma içine girdi. 1770 yılında İngilizlerin Kuzey Amerika’daki 13 kolonisinden daha fazla üretim yapan, 1789 itibarıyla dünyadaki şekerin beşte ikisini ve yine dünyadaki kahvenin yarısını üreten Haiti topladığı ekonomik güçle 1790 yılında Toussaint Louverture liderliğinde Fransızlara başkaldırdı. Haiti Devrimi olarak bilinen ve 14 yıl süren bağımsızlık mücadelesi sonunda 1804 yılında bağımsızlığını kazanan Haiti batı yarımkürede siyahların yönettiği ilk cumhuriyet oldu.
Aynı zamanda köleliği de kaldıran ilk ülke olan Haiti’nin bağımsızlık mücadelesi Roma’daki köle Spartaküs’ün isyanından sonra dünyadaki en fazla kölenin bir araya gelerek oluşturduğu isyanı da içinde barındırdı. Haiti kölelerin isyan başlatarak bağımsızlığın geldiği ve yine kölelerin bir cumhuriyet kurduğu tek ülke ile Fransa’dan bağımsız olduğu için dünyadaki ilk postkolonyal ülke konumunu da kazandı.
Jean Jacques Déssalines döneminde bağımsızlığına kavuşan Haiti’nin ilk anayasasının ikinci maddesine göre tüm beyazların ölmesi gerektiği için Haitililer pek çok Avrupalı beyazı öldürdüler. 1804 yılındaki soykırımda toplam 7 bin beyaz hayatını kaybetti. Beyazlara olan bu düşmanlık Vatikan’ın dikkatini çekti. Vatikan 16. yüzyılda Katolik olan Haiti’nin Katoliklik durumunu normalde ülke bağımsız olur olmaz kabul etmeliyken ancak 1860 yılında kabul etti.
İç siyasette kaos
Beyazlara olan soykırımdan iki yıl sonra güç paylaşımı nedeniyle çıkan çatışmalardan sonra ülke ikiye bölündü. Kuzeyde otoriter Haiti Devleti ve güneyde Haiti Cumhuriyeti şeklinde bölünen Haiti tekrar 1820 yılında bir araya geldi ve 1849 yılına kadar yine Haiti Cumhuriyeti olarak kaldı. Fransa’dan bağımsız olduktan sonra kendini imparator ilan eden Jean Jacques Déssalines’den sonra bu sefer de Faustin Elie Soulouque kendini imparator ilan edince ülke 1859 yılına kadar imparatorluk olarak yönetildi.
1844 ve 1916 yılları arasında toplamda 29 darbe, sayıları toplam 102’yi bulan iç savaş, ayaklanma, devrim yaşanan Haiti’de 1843 Devrimi, 1882 İsyanı ve 1888 Ayaklanması ülkeyi derin bir siyasi ve ekonomik krize soktu. Bu krizler üzerine 1915 yılında Amerika Birleşik Devletleri tarafından işgal edilen Haiti’de her zaman bir demokrasi sorunu yaşandı. 1918 yılında dönemin Amerikan başkanı Woodrow Wilson, Haiti Parlamentosu’nu Amerikalı hukukçular tarafından yazılan Haiti Anayasası’nı onaylamadığı için feshetti.
Bunun yanında bir de siyasi istikrar sorunu vardı. 1859 yılında yeniden cumhuriyet olan Haiti’yi 1957 yılındaki Duvalier ailesi yönetimine kadar toplam 36 cumhurbaşkanı yönetti. Neredeyse ortalama 2,8 yılda bir cumhurbaşkanı değiştiği ülkede bu cumhurbaşkanlarından, örneğin, Florvil Hyppolite ülkeyi 29 gün yönetmişken, Léon Contave 5 gün yönetebildi.
1946 yılında biten Amerikan işgalinden kısa süre sonra, 1957’de başa gelen Duvalier ailesi de demokrasiden çok uzaktı. 1957’de, 1961’de, 1964’te ve 1971’de Haiti Parlamentosu’nu fesheden Duvalier, Tonton Macoute adlı gizli polis kurumuyla birlikte kendisine muhalif herkese büyük acılar yaşattı. Cumhurbaşkanlığına olan tutkusunu kendi uydurduğu “presidentitis” hastalığıyla açıklayan Duvalier 1971’deki parlamento feshini gerçekten hasta olup hastaneye kaldırılırken yaptı.
Papa Doc lakaplı geleneksel yollarla hasta tedavi eden sözde doktor François Duvalier’in 1971’de ölümünden sonra cumhurbaşkanlığına oğlu Jean Claude Duvalier geldi. Haiti’yi “Karayiplerin Tayvan’ı” yapacağını iddia eden Bebe Doc lakaplı Jean Claude Duvalier de babası gibi demokrasiye hiç özen göstermedi.
Darbeler ülkesi
Bunun yanında Haiti’deki sağlık ve ekonomik koşullar da çok kötüydü. Afrika gribinin Amerika Birleşik Devletleri’ne sıçrama riskine karşı o dönemki Amerikan başkanı Jimmy Carter, 1978 yılında adadaki tüm domuzların yok edilmesini isteyince ve Jean Claude da buna uyunca hayvan ihracatı büyük darbe yedi. HIV/AIDS’in de nüfusa göre yoğunluğu artmaya başlayınca ve devlet bu konuda herhangi bir somut adım atamayınca 1983 yılında adayı ziyarete gelen Papa İkinci John Paul “Haiti için artık bir şeyler yapılmalı” dedi. Papa’nın bu ziyaretinden iki yıl sonra ise halk isyan etti. 1986 yılında o dönemki Amerikan başkanı Ronald Reagan’ın Jean Claude’a görevi bırakıp ülkeden ayrılması için yaptığı baskı sonuç verdi ve aynı yılın sonuna doğru gerçekleşen askeri darbe sonunda Jean Claude ailesiyle birlikte Haiti’yi terk etti.
1988 seçimlerini kazanan Leslie Managat da sorunlara çare bulamayınca göreve geldiğinin 130. gününde bir askeri darbeyle devrildi.
1990 yılındaki seçimlere kadar toplam dört askeri yönetimin yer aldığı Haiti’de o seçimleri Jean Bernard Aristide kazandı. Ama ülkede önemli gücü olan askeri sivil kontrol altında çalıştığı, vergi kaçakçısı olduğu iddia edilen kişilerin hesapları incelenmeden yurtdışına çıkmalarına izin vermediği ve Tonton Macoute’la ilgili insan hakları ihlalleri üzerine inceleme yaptığı için askerler, iş insanları ve polis kurumu tarafından sevilmeyerek bir yıldan kısa sürede darbeyle görevden indirildi.
1993 yılında dönemin Amerikan başkanı Bill Clinton’ın ve Pentagon’un Haiti’deki generallere yaptığı baskılarla yeniden cumhurbaşkanı olan Aristide halkın ülkede giderek yaygınlaşan Amerikan varlığına karşı kayıtsız kaldığı için yine bir yıldan kısa bir sürede ordu tarafından görevden indirildi. Beş aylık bir süreden sonra yine Bill Clinton’ın yaptığı baskıyla bu kez üçüncü cumhurbaşkanlığı dönemine başlayan Aristide 1996 yılına kadar görevde kaldı ancak bu sefer de seçimlerde kaybetti. 2000 yılında yeniden cumhurbaşkanı seçilen Aristide, Fransa’dan Haiti’yi kolonyal dönemde uğrattığı hasarlar için 21 milyar dolar istemesiyle sempati toplasa da ordunun sivil yönetim altında olması gerektiğini düşündüğü ve o dönemde türeyen sokak çeteleriyle mücadelede başarısız olduğu için bu sefer de 2004 darbesiyle görevden indirildi.
Ülkeyi iki yıl boyunca ordunun seçtiği Boniface Alexandre yönettikten sonra yapılan 2006 seçimlerini René Preval kazandı ve 2010 yılındaki seçimlere kadar Haiti’nin cumhurbaşkanlığını yürüttü. O güne kadar fazlasıyla çok siyasi çalkantı içinde yüzen Haiti’de 12 Ocak 2010 tarihinde gerçekleşen 7,0 şiddetindeki depremde ölen 316 bin kişi, yıkılan 250 bin ev ve 30 bin ticaret noktası, ülkedeki okulların yüzde 90’ının yıkılması, ülkedeki hastanelerin yüzde 60’ının yıkılması, başkent Port-au-Prince’de yıkılan hapishaneden kaçan 4 bin mahkûm ülkeyi büyük bir trajedinin içine attı.
Cumhurbaşkanı sokak çeteleri tarafından öldürüldü
2010 yılının sonunda yapılan seçimleri “Tatlı Micky” adıyla anılan müzisyen Michel Martelly kazandı ama depremden etkilenen ülkede somut bir adım atamadığı için 2016 seçimlerini kaybetti. Martelly görevi süresince ülkede yeni bir yapılandırma için oluşturduğu danışmanlık kuruluna eski Amerikan başkanı Bill Clinton’ı da almıştı.
2016 yılındaki seçimleri kazanan Jovenel Moïse altyapıya önem verdi, ülkeye birçok asfalt yol ve baraj yaptı ancak Aristide döneminde ortaya çıkan sokak çetelerinin halka verdiği zararı engelleyemeyince çok tepki çekti. Çetelerle olan mücadelesini ısrarlı şekilde sürdüren Moïse bu çeteler tarafından 7 Temmuz 2021 tarihinde vurularak öldürüldü.
Moïse’nin ardından 13 gün cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Claude Joseph’den sonra ise ülke 2,5 yıl yine Ariel Henry tarafından yönetildi. Çetelerin önemli ve güçlü isimlerinden eski polis memuru “Barbekü” takma adlı Jimmy Cherizier’in Henry’yi istifaya zorladığı ve Henry’nin de bu çağrılara kulak asmadığı için ortaya çıkan çatışmalardan sonra (ki Cherizier Henry gitmezse iç savaş ve soykırım yaşanacağını söyledi) ülke, 25 Nisan 2024 tarihinden itibarense Edgar Leblanc Fils’in yönetimi altına girdi.
7 Ekim’de görev değişikliği yapılan konseyi şu anda Leslie Voltaire yönetiyor ve Cherizier’in Port-au-Prince’deki G9 Devrimci Gücü çetesini Kenyalı polislerin de desteğiyle yok etmeye çalışıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.