Gazze Soykırımı Işığında ‘Oryantalizm’i Yeniden Yorumlamak
Gazze’de İsrail eliyle devam eden soykırım Filistinli Hristiyan düşünür Edward Said’in Oryantalizm (Şarkiyatçılık) kavramını mevcut şartlar altında yeniden okuma ve yorumlama gereği doğuruyor.
Said’in Oryantalizm’ini tekrar hatırlamak gerekirse; Filistinli düşünür Batılıların Doğu’yu tasvir ederken kendi bilinçaltlarından ve önyargılarından mütevellit bir Doğu hayali kurduklarını söyler. Sömürgeciliğini meşrulaştırmak için oluşturulan prototipe göre Batı, akılcılık ve rasyonelliği sayesinde en üstün toplumken, Doğu tembel, seks düşkünü, zorba, günahkâr, disiplinsiz, barbar ve güdülmeye/yönetilmeye muhtaç toplumlar bütünüdür. Dolayısıyla böyle geri kalmış bir kitleyi medenileştirmek Batının işidir. Şayet bir direnişle karşılaşılırsa direnenler ezilecek ve gerekirse katledileceklerdir.
Said aslında bir iddiayı anlatmak yerine olanları kavramlaştırıyordu. Batı dünyası (Avrupa) yüzyıllar boyu Doğu, Güney ve Uzak Batı’yı (Amerika kıtasını) sömürgeleştirmek suretiyle tüm kaynaklarını ele geçirmenin yanı sıra bölge insanlarını köleleştirme, işkenceye maruz bırakma veyahut soykırıma uğratmak gibi büyük suçlar işledi. Öyle ki Transatlantik bölgeye sonradan göç edenler hariç bir tane bile siyahi Afrikalı kendi özgür iradesiyle yerleşmiş değildir. Günümüz göçmenleri ise her ne kadar köle olmasalar da eski sömürgelerin insanlarıdırlar.
Günümüzde pek az sömürge ülkesi kaldı. Birçok Afrika, Güney Amerika, Orta Doğu ve Asya ülkesi artık egemen ve bağımsız olarak varlığını sürdürüyor. Öyle ki 15 bin nüfuslu ülkeler bile var. Ancak sömürgecilik bitse de zihniyet devam ediyor ve bunun en bariz örneği Said’in ülkesinin çektiği zulümdür. Filistin öyle bir ülke ki 76 yıldır sömürülüyor (ya da bir türlü sömürülemedi mi desek), halkı öldürülüyor, işkence ediliyor veya sürgün ediliyor. Ancak Gazze’deki katliamın dünyada çok az benzeri var.
Gazze ki sömürgeciliğin bitmediğinin, sadece dönüşüme uğradığının, emektar (!) sömürgeci devletlerin önce taşeron bir devlet kurup sonra da onun eliyle sömürmeye ve katletmeye devam ettiği elim bir vakadır. Öyle bir vaka ki diğerlerinden farklı olarak Hristiyan beyazların katline de cevaz veriyor. Çünkü birçok Hristiyan Filistinli de İsrail tarafından öldürüldü. Yine eski sömürü ve katliamlardan farklı olarak cinayet/zaman oranı hiç olmadığı kadar yüksek.
Şayet Said yaşıyor olsaydı yazdıklarına gerçek hayatta bizzat şahit olacaktı. Mesela sömüren ve öldüren İsrail olmasına rağmen başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin mağdurların değil gaddarların arkasında saf tuttuğuna, sömürülenin değil sömürenin kendini savunma hakkı olduğu gibi temelsiz söylemlere, İsrailliler yerine vatanını savunan Filistinlilerin zorba olarak görüldüğüne, İsrail hapishanelerinde ispatlı olarak işlenen tecavüzlere rağmen Hamas üyelerinin tecavüzcü olarak (Oryantalizm kitabındaki tabirle “seks düşkünü, tecavüzcü”) lanse edildiğine ve barbarlardan kaçanların barbar olarak görüldüğüne şehadet edecekti.
Gerçekten de Edward Said’in ve ondan önce Batı’nın Doğu’ya bakışını benzer şekilde teşhis edenlerin söyledikleri bir bir çıkıyor. Said muhtemelen (bizlerin de yaptığı gibi) Filistin’i Ukrayna ile de kıyaslardı. Batı’nın açık tenli ve yeşil gözlü Ukraynalılara sahip çıkmak için Rusya ile amansız bir mücadele verirken İsrail’e katliam yapması için sınırsız destek vermedeki çifte standardını muhakkak vurgulardı. Said, Ukrayna istilasının faili olan Rusya’nın da din ve ırk olarak Batılı olmasını muhtemelen iç çekişme olarak yorumlardı. Çünkü Transatlantik ülkeleri her ne kadar Rusya’dan hazzetmeseler de iki dünya savaşında aynı tarafta savaşmışlardı.
Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar
Diğer yandan, Said’in Gazze soykırımı dolayısıyla bir nebze de olsa sevineceği bir gelişme varsa o da Batı dünyasının İsrail’in Batı içinde Batı’ya düşman başka bir Batı olduğunun fark edilmesidir. Doğu ile özdeşleşmiş Müslüman dünya ve hatta Doğu’nun Hristiyanları bilir ki Batı kültürü Yahudilik ve Hristiyanlık (Judeo-Christian) üzerine bina edilmiş değildir. Her ne kadar Batı’nın entelektüel dünyası tersini etse de durum öyle değildir. Yahudi kültürü ile Hristiyan kültürü birbirinden tamamen farklıdır. En azından Yahudiler kendilerini Hristiyanlığın bir parçası, partneri veyahut tamamlayıcısı olarak görmezler. Onlara göre tek kültür vardır o da kendilerinindir. Bu kültürde Hristiyanlık ve İslam düşman olarak görülür.
Şayet Yahudilik ve Hristiyanlık aynı paranın iki yüzü olsaydı Yahudiler Hristiyan Batı’nın içinde ya erirlerdi veyahut uyum içinde yaşarlardı. Ancak tarih gösteriyor ki Yahudiler hep ayrı durdular ve sürekli bir sömürü faaliyeti içinde oldular. Hristiyan Batı da ne zaman sömürüyü fark ettiyse Yahudileri ya sürdü veya katletti. Soykırım anlamında kullanılan ‘pogrom’ ve ‘holokost’ kelimelerinin sırasıyla Rusça ve Yunanca olmaları tesadüf değildir. Yahudiler tarafından kullanılan benzer bir Türkçe veya Arapça kelime bulamazsınız çünkü Yahudilere hep sıcak davranılmış ve sürülenlere yaşayacakları mekanlar verilmiştir.
Gazze’deki soykırımla birlikte Hristiyan dünyada yeniden bir uyanışın olduğu söylenebilir. Bilhassa genç nesil İsrail’in Batılı hükümetler tarafından desteklenmesine şiddetle karşı çıkıyor. Medya ve Yahudi lobisinin değişen algıları eskisine döndürme çabaları sonuç vermiyor. Son çare olarak X platformunda sansür uygulamak için Elon Musk’ı hizaya getiren lobi, Çin menşeli TikTok’u Amerika’da yasaklamak üzere. Ancak yine de internetin gerçekleri yayma gücüne karşı koyamıyorlar.
Şüphesiz ki yükselen halk tepkisi yüzünden İsrail’e olan destek bir anda kesilmeyecektir. Ancak desteğin eskisine nazaran azalacağı ve bugünkü katliamlara şahitlik eden nesillerin ileride ülke yönetiminde rol alması halinde İsrail’in zulmüne kayıtsız kalmayacakları muhakkaktır. Öte yandan, on yıllarca Batı halkını “Yahudi soykırımı”nı kullanarak kendine acındıran İsrail ve destekçilerinin artık bu kozu kullanmaları zor olacak. Çünkü kimse bir soykırımcının soykırım hikayelerini inandırıcı bulmaz.
Öte yandan, Edward Said Batı’daki mezkûr kırılma için sevinecek olsaydı bile Gazze’deki soykırım için acı çekecekti. Belki de onun Oryantalizm’inden etkilenip self-oryantalizm (Doğuluların Batılıların bakışıyla kendilerine bakması) kavramını geliştiren düşünürler gibi Arap ve Müslüman ülkelerdeki Batı hayranlığını ve Filistin’i yalnız bırakan otoriter rejimleri yazacaktı. Çünkü maalesef Filistin’deki bugünkü trajedinin bir sebebi İsrail ve destekçileri ise diğer sebebi Filistin’e destek vermesi gerekenlerin vurdumduymaz tavırları ve hatta İsrail’le dost olmaya çalışmalarıdır.
Batı’da Oryantalizm hala etkin olmasına rağmen özellikle Orta Doğu’da Oksidentalizm (Garbiyatçılık) gelişemedi. Çünkü bölgenin elitlerinden yöneticilerine kadar etkili herkes hem Batı’nın üstünlüğünü kabul etti hem de onlarla bir medeniyet yarışmasına girmedi. Bunun yerine görece daha güçlü görünen Batı medeniyetine teslim oldu ve çıkış yolu olarak onları taklit etmeyi benimsedi. Kendileri gibi düşünmeyenlere ise self-oryantalist bir tavır sergileyerek onları dışladılar. Sonuçta onlar için de suçlu İsrail değil Filistin oldu. Hamas’ı bir terör örgütü olarak görürlerken İsrail’in terörünü meşru gördüler. Öyle ki bugün bile İsrail savaş gemilerini limanlarında ağırlıyorlar, İsrail’le ticaret yapıyorlar ve açık açık Filistin’in umurlarında olmadıklarını söylüyorlar.
Evet, güçlü olan taklit edilir ve güçlünün söylemi ve hatta önyargıları bile hayatın gerçeği olarak görülebilir. Oryantalizm de Batı’nın gücünün tezahürüdür. Şayet Doğu toplumları daha güçlü olsaydı belki de Oryantalizm diye bir kavram da olmayacaktı. Bu kavramın bir zihniyet olarak kalıp pratiğe geçmesi engellenebilirdi. Ancak engellemesi gerekenler Batı Oryantalizmi’ne daha da destek verdiler. Sonuç olarak 21. yüzyılda Filistin’de soykırım yapılıyor.
Edward Said, Oryantalizm’i yazarak literatüre büyük katkı sağladı. Ancak görünen o ki çözüm yaptığı teşhisten çok İsrail askerlerine attığı taşmış. Tek sorun taşı atanların azlığı ve yalnızlığıymış.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.