Gazze'de Sağlık Soykırımı
7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü politika, bölgenin sağlık sistemi ve altyapısını hedef alan çok boyutlu bir soykırıma yol açmıştır. Bu soykırım politikası sadece Netanyahu ve hükümetinin bileşenleri ile sınırlı değil; aksine cumhurbaşkanı, ordu, istihbarat gibi kritik devlet aygıtlarının da üzerinde uzlaştığı bir politika olarak zuhur etmiştir.
İsrail’in 7 Ekim sonrası Gazze’ye yönelik politikası, hukuki, insani ve jeopolitik açılardan incelendiğinde, sağlık sektörüne yönelik kasıtlı ve sistematik saldırıların bir devlet politikası olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Nitekim İsrail’in Gazze’nin farklı bölgelerindeki birçok sağlık tesislerini kasıtlı olarak yok ettiği, tıbbi altyapıyı sistematik olarak ortadan kaldırdığı ve Filistinliler üzerinde uzun vadeli sağlık etkileri olacak adımlar attığı birçok uluslararası kurumca raporlanmıştır.
Hastanelere yönelik saldırılar
İsrail’in Gazze’deki sağlık soykırımının birinci ayağı hastanelere yönelik gerçekleştirilen saldırılardır. Bu anlamda İsrail tarafından Gazze’deki hastanelerin bombalanması, temel insan haklarını hedef alan, İsrail devleti tarafında hesaplanmış kasıtlı bir saldırıyı temsil ediyor.
Uluslararası bazı kurumların yayımladıkları raporlara göre, İsrail’in askeri stratejisi, bu kurumlar içinde barındırıldığı iddia edilen askeri tehditleri etkisiz hale getirme bahanesiyle hastaneleri ve tıbbi tesisleri hedef almayı içeriyor. Bu anlamda özellikle Şifa Hastanesi ismi öne çıkıyor. Nitekim İsrail, Hamas’ın komuta zincirindeki önemli isimlerin Şifa Hastanesi’nin altında Hamas’ın inşa ettiği tünellerde saklandığını ifade etti ve Hamas’ı hastaneleri, hastaları ve sivilleri kalkan olarak kullanmakla suçladı. Fakat 1967-2005 arası Gazze’yi işgal döneminde Şifa Hastanesi’nin (1982) altına tünelleri inşa edenin İsrail olduğu ortaya çıktı.
Ayrıca bütün medya kampanyasına rağmen Hamas’ın hastaneleri kalkan olarak kullandığı argümanı İsrail tarafından ispatlanamadı. Dolayısıyla İsrail’in Gazze’deki başta Şifa Hastanesi olmak üzere hastanelere yönelik saldırıları ve Hamas’ın varlığını bahane etme taktiği boşa düştü. İsrail bu saldırılarıyla Gazze’deki sağlık sistemini felç etmenin yanı sıra, çatışma bölgelerindeki tıbbi tesislerin korunmasını öngören uluslararası insancıl hukuku ihlal etti.
İsrail’in Gazze’deki hastane saldırıları nedeniyle hastanelerdeki yenidoğan bakım servislerinde ciddi krizler yaşanmaktadır. Nitekim İsrail’in saldırıları ve abluka politikaları nedeniyle Gazze’deki sağlık sistemi ciddi şekilde zayıflamıştır. Bu durum, özellikle yenidoğan bakım ünitelerinde kendini göstermektedir. Elektrik kesintileri, tıbbi malzeme eksiklikleri ve sağlık personeli yetersizliği, yeni doğan bebeklerin yaşamlarını tehdit eden başlıca sorunlardır.
İsrail’in sağlık tesislerine yönelik kasıtlı saldırıları, Gazze’deki sağlık altyapısını yok etmekte ve bu durum bebek ölümlerini artırmaktadır. Elektrik ve yakıt eksikliği nedeniyle inkübatörlerin çalışmaması, temel tıbbi cihazların kullanılamaz hale gelmesi ve sağlık çalışanlarının sürekli risk altında olması, Gazze’deki yenidoğan bakımını neredeyse imkânsız kılmaktadır.
60 bin hamile kadının birçoğu İsrail saldırıları sırasında doğum yapmış fakat yoğun bombalamalar ve abluka nedeniyle prematüre bebekler oksijensiz kalarak hayatlarını kaybetmiştir. Ayrıca, İsrail’in ablukası nedeniyle ilaç ve tıbbi malzeme tedarikinin kesintiye uğraması, durumu daha da kötüleştirmektedir.
Bu koşullar altında, Gazze’deki hastaneler, yeni doğan bebeklerin hayatta kalması için gereken temel bakımı sağlayamamaktadır. Her ne kadar Türkiye, Katar gibi birkaç ülke Gazze’de yaralananları ve hastaları Mısır üzerinden tahliye etse de bu adımların İsrail’in Gazze’deki sağlık soykırımı karşısında yetersiz olduğu görülmektedir. Uluslararası toplumun bu insani krize acil şekilde müdahale etmesi ve Gazze’deki sağlık sisteminin yeniden inşa edilmesi için acil adımlar atılması gerekmektedir.
İsrail’in ‘hasbara’ propaganda stratejisi
Bu şartlara rağmen İsrail, gerek ABD gerekse birçok Batılı aktör ve medya kuruluşları ile Gazze’deki soykırımı örtbas etmeye çalışıyor. Bu noktada İsrail’in ‘hasbara’ olarak tanımladığı, İsrail hükümetinin ve destekçilerinin uluslararası kamuoyunu etkilemek amacıyla kullandığı bir halkla ilişkiler ve propaganda stratejisi devreye girmekte. İsrail’in Gazze’deki sağlık soykırımı, ‘hasbara’ üzerinden meşrulaştırılmakta ve bu propaganda ile İsrail Batı’da ‘her koşulda her zaman haklı’ bir aktör haline dönüştürülmektedir.
Nitekim hasbara, bu hastaneleri meşru askeri hedefler olarak çerçevelendiren anlatıları yayarak, uluslararası kamuoyunun gözünde bu yıkımı meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu stratejik bilgi manipülasyonu, yalnızca gerçeği çarpıtmakla kalmıyor, aynı zamanda Gazze’ye uygulanan soykırımı da gölgelemeye çalışıyor.
Hasbara üzerinden Tel Aviv yönetimi, Şifa Hastanesi’ndeki propagandanın benzerini Endonezya Hastaneleri ve el-Ehli Hastanesi’ne yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda devreye soktu. Gazze Şeridi’ndeki tek Hıristiyan hastane olan el-Ehli Hastanesi’nin yetkilileri ve el-Cezire gibi uluslararası kaynaklar saldırının İsrail tarafından gerçekleştiğini, bu saldırı sonucu 471 kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu. İsrail işgal ordusu, Endonezya Hastanesi, el-Nasır Hastanesi, el-Rantisi Hastanesi, Türk- Filistin Dostluk Hastanesi, el-Kudüs Hastanesi’ni de hedef aldı. Ayrıca Kızıl Haç gibi uluslararası sağlık kurumlarının personellerini, ambulansları da hedef alan İsrail, Gazze’de sağlık sektörüne yönelik bir soykırım gerçekleştiriyor. Bu durum Gazzeli sivillerin sağlık gibi temel ihtiyaçlarından mahrum edilmesiyle sonuçlandı.
Hukuk, savaş kuralları ve ‘İsrail istisnacılığı’
Hukuki açıdan bakıldığında, İsrail’in Gazze’deki eylemleri, uluslararası hukukun uygulanabilirliği hakkında önemli soruları gündeme getirmektedir. Uluslararası hukukun temellerini oluşturan anlaşmalar uyarınca belirlenen savaş kurallarının (özellikle Cenevre Sözleşmeleri’nde belirtilenlerin) İsrail söz konusu olduğunda seçici olarak uygulandığı görülmektedir. Dahası ABD ‘istisnacılığına’ benzer biçimde İsrail’in de hukuk kurallarından muaf tutulduğu, İsrail’e yönelik çifte standart uygulandığı söylenebilir.
Buna göre, ABD’ye benzer şekilde ‘İsrail istisnacılığı’ kavramından bahsedilebilir. Nitekim siviller ve tıbbi altyapıya yönelik saldırıları yasaklayan açık hukuki çerçevelere rağmen, İsrail’in eylemleri cezasız kalmakta, bu da uluslararası yaptırım mekanizmalarında rahatsız edici bir çifte standardı yansıtmaktadır. Bu kuralların seçici uygulanması, uluslararası insancıl hukukun temelini sarsmakta ve daha fazla ihlali cesaretlendirmektedir. Öyle ki, Deir Yasin ile başlayan İsrail katliam ve soykırımlarına karşı gereken cezaların tatbik edilmemesi İsrail’in her defasında daha fazla kan dökmesine ve sonucunda herhangi bir somut cezalandırmaya maruz kalmamasına neden olmuştur. Bu yasal normların aşınması, sadece Filistinli sivillerin acılarını sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda dünya çapındaki diğer çatışmalar için tehlikeli bir emsal teşkil ediyor. Bu durum güçlü devletlerin uluslararası hukuku göz ardı etme konusunda cesaretlendirmektedir.
Uzun vadeli sağlık etkileri ve altyapı tahribatı
İsrail’in ablukası ve tekrarlanan askeri saldırılarının etkisi, anlık yıkımın ötesine geçmektedir. İsrail soykırımı sonucunda Gazze nüfusunun uzun vadeli sağlık etkileri derin ve çok boyutludur. Sağlık altyapısının sistematik olarak yok edilmesi ve abluka birleştiğinde, Gazze’nin yeterli tıbbi bakım sağlama yeteneği ortadan kalkmıştır.
Birçok analize göre, bu durum yaşam kalitesinde önemli bir düşüşe, çeşitli bulaşıcı hastalıklara ve tedavi edilmeyen yaralanmalar nedeniyle ölüm oranlarının artmasına yol açmıştır. Ayrıca, tıbbi tesislerin yıkımı ve ablukanın tıbbi malzeme üzerindeki kısıtlamaları, kronik sağlık koşullarını daha da kötüleştirmiş ve acil müdahale yeteneklerini engellemiştir. Bu devam eden kuşatma, sadece anlık fiziksel zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda nesiller boyu sürecek bir sağlık krizini de tetiklemiştir.
Sonuç olarak, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü işgal ve terör politikaları, sadece hayatları değil, aynı zamanda işlevsel bir toplumun temel bileşenlerini, özellikle sağlık sistemini hedef alan çok boyutlu bir soykırım olarak değerlendirilebilir. Nitekim İsrail’in Gazze işgalinde sağlık tesisleri stratejik hedefler arasında yer almaktadır. Yoğun bombalamaların yanı sıra yakıt, su ve yardıma yönelik tam bir abluka sonucunda, kuşatma altındaki Gazze’nin sağlık sistemi neredeyse tamamen çökmüştür.
Gazze’deki tıbbi personel, elektrik kesintileri nedeniyle mum ışığında çalışmak ve anestezi olmadan ameliyat yapmak zorunda kalmıştır. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın son paylaşımlarına göre, 35 hastanenin yüzde 80’ininden fazlası işlevsiz hale gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarına göre ise, İsrail 7 Ekim’den bu yana 200’e yakın sağlık hizmeti veren kuruma saldırmıştır. Bu süreçte, kuvözlerdeki prematüre bebekler hayatlarını kaybetmiş, morg kapasitesinin yetersizliği nedeniyle cesetler dışarıda çürümeye başlamıştır. Bu durum, İsrail’in Gazze’ye yönelik politikalarının sağlık sektörü üzerindeki kasıtlı ve sistematik etkilerini ortaya koymakla beraber İsrail’in soykırımı nedeniyle Gazze’deki sağlık sisteminin çöküşünü ve insani krizin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Hastanelere saldırarak, ‘hasbara’ aracılığıyla anlatıları manipüle ederek ve yasal boşlukları kullanarak İsrail, Gazze’nin sağlık altyapısını sistematik olarak yok etmektedir. Bu eylemlerin uzun vadeli sonuçları yıkıcı olup, uluslararası hesap verebilirlik ve insancıl hukukun uygulanmasında yeniden bir değerlendirme yapılmasının aciliyetini vurgulamaktadır. İsrail’in cezasızlıkla hareket etmeye devam etmesi, uluslararası toplumun Filistin halkının haklarını ve yaşamlarını koruma konusundaki kritik başarısızlığını ortaya koymaktadır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.