Herkesin Baktığı Yerden Görünmeyen Gerçekler

Sosyal medyanın insan psikolojisini ve kimliğini derinden etkileyerek, bireyleri yüzeyselliğe ve bağımlılığa sürükleyen bir güç haline geldiğini belirten yazar Gökhan Özcan, bu mecranın insanlar üzerindeki etkilerini Fokus+ için kaleme aldı. 
Gökhan Özcan
Herkesin Baktığı Yerden Görünmeyen Gerçekler 
19 Eylül 2024

Sosyal medya insan psikolojisini ve algılama biçimini değiştiriyor mu? Bu soru yavaş yavaş dillendirilmeye başlandı nihayet. Uzun zaman göz ardı edilen, tartışılmak istenmeyen bir durumdu bu. Sosyal medyayı böyle kritik bir konu üzerinden tartışmaya başlamanın çok heveslisi olacağını beklemiyordum zaten ben kendi adıma. Yıllardır her gün ortalama dört saatini (bence bu iyimser bir veri) neredeyse otomatikleşmiş bir alışkanlık olarak sosyal medyada geçiren insanları, olduklarından başka bir şeye dönüşmekte olduklarına inandırmak elbette kolay olmayacaktı. Ancak artık mızrak çuvala sığmıyor, sosyal medyadan hayatımıza yayılan kötülükler gizlenemez hale geldi. İnsanlar ‘sosyal medya çağı’na özgü birtakım kötücül davranışlar sergilemeye, insanları eski zamanlarda frenleyen sosyal sınırları rahatlıkla aşmaya başladılar. Bu davranışlar sosyal medyada başlıyor ve orada kalıyordu önceleri. Ancak şimdi birtakım yeni ve ölçüsüz davranış kalıpları olarak sosyal hayatın bütününe sirayet etmeye başladığını görüyoruz.

Bunlar benim için çok şaşırtıcı gelişmeler değil; yıllardır bu yeni dijital alışkanlıkların bağımlılığa doğru evrildiğini, insanları kendi hassasiyetlerinden kopartarak, zihinsel bir sığlaşmaya sürüklediğini ve bunun sosyal hayat üzerinde kötücül etkileri olacağını elimden geldiğince ifade etmeye çalışıyorum yazılarımda. Ancak sosyal medya yıllar içinde o kadar bariz biçimde hayatın merkezine doğru konumlandı, insanların görüş alanını o kadar çabuk işgal etti ki, ben marjinal şeyler söyleyen biri konumuna düştüm zaman içinde. Hayatın normalleri dışında, kendi kendine konuşan bir adam haline geldim. Herkesin ihtirasla sahiplendiği bir gündelik oldu sosyal medya faaliyetleri. O kadar ki, sosyal medya eleştirisi dahi sosyal medyanın dolaşımındaki birer paylaşım mezesi olmaktan öte bir anlam ifade etmez oldu insanlar için. 

İnsan şizofreni yaşıyormuş gibi oluyor böyle durumlarda. Yayınızı gerip erişilebilir menzilin çok ötesindeki bir şeylere ok atıp duruyor gibi oluyorsunuz. Bu işi her sabah aynı azimle de yapsanız günün sonunda elinizde kahredici bir yorgunluktan başka bir şey kalmıyor. Cümleleriniz duyuluyor, görülüyor, hatta pek çoğuna bir zihinsel alıştırma olarak hak da veriliyor ama sonuçta hiçbir şey değişmiyor. Okunuz hedefe ulaşamadan bir yerlerde düşüp gözden kayboluyor. 

Sosyal medya çılgınlığına karşı yükselen sesler

Neyse ki son zamanlarda sözlerinin etki gücünü koruyabilen yeni entelektüeller ortaya çıktı; eserleriyle daha fazla insanın bu yeni çağ tehlikesine, bu psikolojik çözülmeye dikkatini çekmeyi bir nebze de olsa başardılar. Kendi adıma başta en popülerleri olan Byung Chul-Han olmak üzere bütün bu sorumluluk sahibi zihinlere şükranlarımı ifade etmek isterim. Onlar sadece ‘insan’ı önüne katıp olduğundan başka yerlere sürükleyen bu tahripkâr dalgaların nasıl tsunamiye dönüşmekte olduğu gerçeğini seslendirmediler, benim gibi yazarak huysuzlanan ve kendi sesinin yankısının kendisine dönmesinden ürken gariban ve daha az popüler yazarlara da teselli oldular, özgüven aşıladılar. Yeni çağa ilişkin bu gibi eleştirel ve sorumlu çıkışların, sosyal medya gündeliklerinin illüzyonunu bozmayı bir şekilde başararak yeryüzünün her köşesinde daha fazla zihne erişmesini diliyorum. 

 

Biraz abartmayı göze alarak söylersem, zihinsel anlamda bir tür pandemi yaşanıyor dünyada; sosyal medyanın damarlarımızda dolaşan zehirleyici bir gücü var ve bu rahatsızlık her geçen gün daha fazla insana sirayet ediyor. 

Dünya da sosyal medya kadar değişti mi?

Etrafınıza düz bakınca sosyal medyadan sonra hayatta değişen çok fazla şey göremeyeceğinizi biliyorum; bu hayatınızın, zihninizin, düşüncelerinizin ve duygularınızın tehlike altında olmadığını göstermez. Değişim zihinlerde, insanın görünmeyen derinliklerinde yaşanıyor çünkü. 

Ben, yazdıkları dünya dillerine çevrilmiş, söyledikleri küresel dikkate şayan biri değilim; bu sebeple izninizle Byung Chul-Han’dan yardım alacağım. Meşhur ‘Enfokrasi’ kitabında şöyle diyor üstat: 

“Sosyal medya bir kilise gibidir: Like âmin demektir. Paylaşmak birliktir. Tüketmek kurtuluştur. İnfluencer Dramaturjisi olarak tekrar, can sıkıntısına ve rutine yol açmaz. Daha ziyade, bütüne ayin karakteri verir. Aynı zamanda influencer tüketim ürünlerini kendini gerçekleştirme araçları gibi gösterir. Kendimizi ölümüne gerçekleştirirken, aynı zamanda kendimizi ölümüne tüketiriz. Tüketim ve kimlik iç içe geçer. Kimliğin kendisi bir meta halini alır.” 

Soğukkanlı söylendiğinde belli bir mesafede durarak “Tamam, peki!” deyip geçiştirilebilecekmiş gibi mi geliyor kulağa? Hiç öyle değil! Son cümleyi bir daha okuyun isterseniz: “Kimliğin kendisi bir meta halini alır.” ‘Meta’, yani sözlük anlamıyla alınır satılır bir mal! Kimliğimiz için söyleniyor bu, yani kim olduğumuzu belirleyen şey. Ben söylemiyorum, bugün herhangi bir kitap-markette eserleri vitrinin baş köşesinde duran Byung Chul-Han söylüyor. Sakin sakin söylediğine bakmayın, tabiri caizse alarm sirenleridir bu ifadeler. 

Kimliğin metalaşması, insanın artık insan olmadığı bir yere doğru sürüklenmekte olduğunu ifade eder. Artık insan gibi düşünemediği, kendi gibi anlayamadığı, davranamadığı, tepkilerini kendi gibi veremediği, hassasiyetlerini koruyamadığı, kişiliğinin kurgusal bir dönüşüme uğratılmasının önüne geçemediği ve daha kötüsü bunun farkına da varamadığı yutucu bir girdaptan söz ediyoruz yani. Yeterince korkunç değilse bir de şöyle ifade edeyim: İnsanın kendi kendisinin tüketicisi olduğu bir dünyaya dönüşüyor artık dünyamız.

Açalım mı biraz daha… 

Yüzeysel kimlikler, her türlü ticarete en açık karakterlere işaret eder. Onlara kendi ihtiyaçları olsun olmasın her türlü ‘mal’ı satabilirsiniz. Buna kontrolün başkalarına geçtiği iliştirilmiş kimlikler, giydirilmiş hâleti ruhiye tezahürleri olarak da bakabilirsiniz. Böyle kimliklere küçük dozları hafif hafif arttırarak kötülük empoze edebilirsiniz. Sağduyunun devreye girmesini engelleyecek rutinler oluşturarak yapabilirsiniz bunu. Gerçeği eğip bükerek, durumları olduğundan farklı göstererek, her şeyi siyah-beyaz karşıtlığı üzerinden okutarak insanları yavaş yavaş kötülüğün görünümlerine alıştırabilir ve sonrasında kötücüllüğe ısındırabilirsiniz. 

Geçenlerde Ersin Çelik’in bir yazısında gördüm, Anadolu Ajansı “Sosyal Medyanın Öteki Yüzü: Sorunlar-Çözümler” diye bir forum düzenlemiş ve orada Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal; Üsküdar Üniversitesi bünyesinde yaptıkları bir araştırmadan söz etmiş. O araştırmanın sonuçları arasında, “Kişilerin sorunlardan kaçmak için sosyal medyada mutluluk ve haz arayışında olduğu; sosyal medyayı günde dört saatten fazla kullananlarda kötücül duyguların baskın çıktığı” tespiti de varmış. 

 

Bu meselenin böyle farklı zeminlerde yaygın biçimde konuşulur hale gelmesi önemli… Ancak sosyal medyanın eriştiği yaygınlık seviyesi bu konuda sadra şifa olacak tedbirler almayı gerçekten çok zorlaştırıyor. Bugün, bu tehlikenin en fazla farkında olması gereken kamusal kurumlar, toplumla bütün iletişimlerini sosyal medya üzerinden kurmayı bir iletişim çaresi olarak görüyor. Siyasetçiler için sosyal medya varlığı ve etki alanı tartışılmayacak bir mecra… Psikologlar, sosyal bilimciler, sanatçılar, edebiyatçılar, sivil inisiyatif temsilcileri sosyal medyanın kendisiyle ilgili tartışmalar da dahil her meseleyi yine bu mecralar aracılığıyla gündemde tutma gayreti ve hatta oraların yıldızı olma ihtirası içinde konuşmayı tercih ediyor. 

Ne söylenirse söylensin, hangi kaygılar, hangi tehlikeli gidişat ihtimalleri dillendirilirse dillendirilsin, sosyal medya hepsini kısa zaman içinde yutup öğütüyor. Bir şeylerden haberdar olmayı geçtim, hızla üzerlerine doğru gelen fırtınalardan haberdar olmak için bile sosyal medyaya ihtiyacı olduğunu düşünüyor insanlar… İnsanların bazıları değil, hemen hepsi… Her türlü iletişimin olmazsa olmazı haline getirdik çoktan sosyal medyayı… İnsanlık tarihinin en büyük çaplı iletişimsizlik ağını üstümüze attığı, bir doğrunun yanına beş yanlış kattığı, insanları algoritmik numaralarla gererek karşıtlıklar ürettiği, davranışları ölçüsüzleştirdiği, sürü psikolojisini güçlendirdiği halde yaptık bunu.

Görünüşte eğleniyoruz, oyalanıyoruz, haberdar oluyoruz, iletişim kuruyoruz, ortada kayda değer bir şey yokken bile beğeniyor, beğeniliyoruz. Toplu ayinlerle öfkenin hazzını yaşıyor, erdem tozuna bulanıyoruz. Hiçbir sosyal varlığı olmayan dev eylemlerde bulunuyoruz, oturduğumuz yerden bedelsiz inisiyatifler alıyoruz, her gün sanal dünya devrimleri gerçekleştiriyoruz ve gerçek dünyanın bundan haberi bile olmuyor.  

“Yaygın cehaletle örtüyor cehaletini”

Herkes başkasının ahlaksızlığıyla aklıyor kendini. Yaygın cehaletle örtüyor cehaletini. Tıklanmış beğenilerle kutsuyor kendi alelade zevklerini, zevksizliklerini. Yalan haberlerle, algı oyunlarıyla, hakkaniyetsiz abanmalarla çatıyor yenilmez yanılmazlığını. Trendlerden toplanıyor fikir suyuna bandırılmış herzeler, başkalarının halini iplemeyen fütursuz keyifler, hudutsuz eğlenceler… 

Yoruluyor insan cümleleri ardı ardına sıralamaktan… Hem kim okuyacak bu uzunlukta bir yazıyı şimdi? Hangi mecrada var bu kadar cümle, bu kadar vuruş! Belki boş verebilmek lazım biraz, her şey olacağına varıyor ne de olsa. Siz ‘Anlatının Krizi’ derken belki biraz da bunu anlattınız üstat Chul-Han. Anlatının krizi anlatamayanları depresyona sokuyor demek ki! Keşke içimizi serinletecek bir şeyler olsa. “Güzeli Kurtarmak” ne kadar zor bir işe dönüştü değil mi? Ben de kendime küçük bir kış bahçesi edinip bitkilerle iştigal edebilsem biraz ve ‘Yeryüzüne Övgü’ ile geçirebilsem günlerimi… 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.