Hindistan’da Farklı Büyüme Hikâyeleri
Sudhir Kakar, 1978 yılında yayımlanan ve Türkçeye henüz tercüme edilmemiş olan İç Dünya (Inner World) eserinde, Hindistan’a ait farklı bir ruhsal manzarayı içeriden bir bakışla tasvir eder. Kakar, özellikle çocukluk yıllarında şekillenen Hint “iç dünya”yı olumlamaktan uzak, gerçekçi ve yer yer yurttaşlarına dönük acımasız denilebilecek vurgular içeren bir analiz ortaya koyar. Ona göre Hint insanının iç dünyasının Avrupalılara göre daha iyi ya da kötü olması bir yana, farklı olduğu kesindir:
“Hindistan’da, ego gelişim süreci Batılı psikologlarınkinden çok farklı bir modele göre işler.”
Kakar, bir çeşit “üst-anlatı” gibi kurduğu bu analizi sırasında daha çok Hindu Hindistan’a ait “büyük resme” bakmayı dener: “Benim yaptığım gözlemler Hindistan’ın tamamındaki Hindular hakkında tanımlayıcı bir ifadede bulunmaz; daha ziyade, Hindu davranışlarının geniş ve değişken bir aralıktaki hâkim tavrı resmetmeye çalışır.” Bu sırada Hindistan’da kastlar arasındaki geçişleri işaretlese de ona göre her kast kendi kapalı evrenini yaratır.
Ruh denilen karmaşık görüngü, “Kimlerle, nelerle, nerede ve ne zaman kapalı kaldın?” sorusuna muhtemel cevaplar içinden anlaşılabilir. Dolayısıyla bu kapalı yerin kadrosu, muhtevası ve biçimi benzer olduğunda, orada büyüyen çocukların da birbirlerine daha fazla benzeyecekleri varsayılabilir. Ruhsal ayrımların esası, bir çocuk büyürken etrafında kimlerle bir arada olduğu ve belki de daha önemlisi, kimleri dışarıda bıraktıklarıyla alâkalı sayılabilir. Yani gelişim safhalarını ve inşa yasalarını anlamak için, o ruhu taşıyanın belli bir yer ve zamanda kimlerle kapalı kaldığına ve başkası olarak kimlerin ve nelerin bu evin dışında bırakıldığına bakmalıdır.
Farklı coğrafyalar
Metinde dile geldiği gibi, dönemin Hindistan’ında (veya oraya benzeyen başka coğrafyalarda) kalabalık evlerde, doğadaki diğer canlılara yakın bir yerde büyüyen çocuğun, örneğin Avrupa’daki yaşıtlarına göre daha az varlığı dışarıda bıraktığı açıktır. Yani Hint çocuk, çok sayıda insan ve diğer canlıların kendisini duyurduğu, anlattığı bir ortamda büyür. Etrafını kuşatan kalabalık içindeki insanlar ve hayvanlar sürekli kendisine görünür, seslenirler. Kakar, Hint çocuğun bu zenginliği yaşam boyu derin bir hafıza içerisinde taşıdığını anlatır. Çocuğun etrafını saran canlı kalabalık, renkleri, kokuları, sesleri, masallarıyla beraber kendisine dokunur. Tüm farklı duyuların ve işaretlerin iç dünyada izler bıraktığı “birincil süreç” bu nedenle uzun sürer:
“Batılı çocuklarla kıyaslandığında, Hint bir çocuk uzun süre mitik ve sihirli bir dünyada yaşamaya devam eder.”
Genel olarak Hindu kozmolojisi de bu dönemin egemen olduğu bir animizme yaslanır. Bu insan biçimli evrende “ağaçlar konuşur, kuşlar ve diğer hayvanlar gayet insani nitelikler taşır”. Böylece en soyut kavramlar ve süreçler de bir madde ya da beden içinde somutlaşırlar. Böyle bir evrende bedensiz, maddesiz, nesnesiz bir akıl yürütme anlaşılmaz sayılır. Her düşünce bir mevcudiyet kılığında ortaya çıkar. Ama çelişkili şekilde bu soyutlamalar arasında katı bir tutarlılık, nedensellik kurma zahmetine de fazla rastlanmaz.
Kakar için mitik ya da gündelik anlatılardaki muhtemel boşluklar, esneklikler ve hatta keyfilik denilebilecek açıklıklar, iç dünyaların da esnek sınırlarla kurulmasına olanak sağlar. İçerisi ve dışarısı Hint ruhunda birbirini yansılar. Bu nedenle birisindeki patolojik hâlleri ayırt etmek de zorlaşır. “Animist ve sihirli düşünce” yetişkinlik döneminde de varlığını sürdürür. Birincil ve ikincil süreçler arasında keskin bir geçiş ortaya çıkmaz; “insanları ve doğal ‘nesneleri’ genel olarak kendisinin bir uzantısı olarak görme eğilimi” kaybolmaz. Diğer yandan böyle bir duyusal çokluk içerisinde tecrübe edilen çocukluk, yetişkin yaşamları âdeta esir alan derin izler bırakır. Kakar, böyle bir çocukluk nostaljisini kendisinde de bulur:
Kendimde ve yurtdışında yaşayan diğer Hintlerde, çocukluğumuzun şehrindeki manzaralara, kokulara, tatlara, seslere karşı neredeyse duygusal boyutta derin ve iz bırakan gizli bir özlem eğilimimiz vardır.
Hindistan’da iç dünya
Sudhir Kakar, 70’li yıllarda Almanya’daki çalışmalarının temel kuramsal çerçevesini İç Dünya’da bir araya getirir. Bir çeşit koloni-sonrası zihinle yerli meseleleri dillendirirken kendisini “topluluğunun bilinç öncesi dünya imgesinin ‘yerleşik’ bir hissedarı olarak yazarken” bulur. Ama bu sırada evrensel denilebilecek şemalara başvurur. Yer yer eleştirel bir konuma yerleşse de Freudçu bakış açısından çok uzaklaşmadan, “Freud’un psikoseksüel gelişimi, Erikson’un psiko-sosyal gelişimi, Piaget’nin bilişsel gelişim evreleri” çalışmalarında kuramsal bir arka plan oluşturur. Çocukluktaki fazla ilgiden dolayı birçok Hindu’nun muzdarip olduğu narsisizm olgusunu dile getirirken Kohut’tan da söz eder. Özellikle simgelerin, dilin işlevlerinden bahsederken Lacan; mitik arketipler ve simgeleri anlatırken Jung ilhamıyla yazar gibidir.
Kakar, Hint çocukların gelişim aşamalarını anlatırken, ruhsal bir “sağlamlık” yerine görece “pasif ve daha az farklılaşmış bir ego”nun varlığını bulgular. Kitabın yakın zamanlı basımlarında biraz “fazla genelleme” yaptığını dipnot olarak eklese de Hint çocuğun, annesiyle veya anne gibi bakım veren varlıklarla ilişkileri sonucunda “zayıf ego yapısı” geliştirdiğini düşünür. Bu zayıflık, “kadınlığını tamamlamak” için özellikle oğlan çocuğunu üstün bir sevgi nesnesine dönüştüren anne tiplemesine yarattığı bir durumdur. Annenin “sevecenlik” düzeylerindeki değişimler de çocuktaki “kırılgan” benliğin nedenidir.
Hint iç dünya için çocukluğun yoğun duyusal, duygusal etkileşimlere sahne oluşturması, bu dönemin hem bir “altın çağ” gibi kıymet kazanmasına hem de travmatik bir zaman parçası sayılmasına yol açar. Çocuğun etrafını saran çok sayıda başka varlıklar ve onların anlattıkları, duyurdukları, gösterdikleri, kendisinde yoğun duyusal birikim yaratır. Sonradan bir yetişkinin, böyle bir çocukluk zamanı birikimiyle kendisini yeniden yapılandırması güçleşir. Avrupalıya göre Hint yetişkinin çocukluk döneminden taşıdığı izler, hatıralar, yaşamın geri kalanını daha fazla belirler. Çocukluğun musallat olduğu yetişkinlik daha melankolik bir dönem halini alır; geçmişe özlem duygusu daha ağır basar. Şöyle bir genellemeye ulaşmak mümkündür: Hinduların çocukluk dönemini kuşatan sayısız varlığın imgesi “iç dünya”ya da yansır; her bir başkalık içeride kendi imgesini, gölgesini, sesini, resmini, kokusunu yerleştirir; dolayısıyla kendi travmasını da.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.