İki Kere Mülteci; Filistinli Suriyeliler
“Ben kurşunlar, ben portakallar ve düşler”. Mahmud Derviş, Filistin halkının Nekbe sonrasında yaşadığı yersiz yurtsuzluğunu temsil eden meşhur kahramanı Ahmed Zaatar’ın ağzından böyle söylüyordu. Ahmed Zaatar, Suriye Baas Partisi ve İsrail destekli Falanjist çeteler tarafından 52 gün boyunca sürdürülen kuşatmanın ardından, 12 Ağustos 1976 günü büyük bir katliamın yaşandığı Lübnan’daki Tel al Zaatar Kampı’nda yaşayan binlerce Filistinli’den birisiydi sadece. 52 gün boyunca yaklaşık 55 bin top mermisinin atıldığı, yaşlıların göğüslerinin deşilerek, kefen parası diye sakladıkları 3-5 kuruşlarının bile çalındığı, gönüllü doktorların içeri girmesine izin verilmediği için yaralıların acılar içerisinde son nefesini verdiği bir kampın evladıydı yani.
Ahmed Zaatar, o kampta üzerine doğrultulan kurşunlarla can vermiş olsa da, bizler onun ayak izlerini izlemeye devam ettik daima. Zeytin ağaçları ve portakal bahçeleriyle dolu güzel ülkesinden kovulduğundan beri hepimizin gözleri önünde dünyayı dolaştı durdu Ahmed. Bazen batmak üzere olan bir botun üzerinde gördük onu, bazen yüzlerce insanla birlikte yalınayak yürüyordu, bazen ise elinde birkaç parça eşya, bir kamyonetin arkasında gidiyordu. Ama nereye?
Nekbe sonrasında Suriye
Filistinli mültecilerin Nekbe’den bu yana en çok sığındığı yerlerin başında Suriye geliyordu. Ve Nekbe ile birlikte vatanlarından çıkarılan 1 milyona yakın Filistinli’nin 280 bini Ürdün Nehri'nin batı kıyısına, 70 bini Ürdün Nehri'nin doğu kıyısına, 190 bini Gazze'ye, 100 bini Lübnan'a, 7 bini Mısır'a ve 4 bini Irak'a giderken, yaklaşık 100 bin Filistinli de Suriye topraklarına göç etmiş ve Suriye’de 1948-1953 yılları arasında Filistinli mülteciler için 10 kamp kurulmuştu.
Suriye, bu esnada yaklaşık 30 sene süren Fransız mandasından yeni kurtulmuş ve bağımsızlığına kavuşalı 2 sene olmuştu. Filistin ve Suriye halkları, kısa süre önce yaşanan 1. Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın en büyük iki sömürgeci gücü olan İngiliz ve Fransızlara karşı ortak bir mücadele vermişlerdi. İzzeddin el Kassam, Suriye’den gelerek Filistin’de şehit düşmüş, Fransız mandası döneminde haklarında idam kararı verilen başka pek çok Suriyeli Filistin’e gelmiş, Muhammed İzzet Derveze ya da Hacı Emin el Hüseyni gibi Filistin ulusal hareketinin önemli simaları da Suriye’de saklanmışlardı. Yani iki halkın mücadelesini birbirinden ayırmanın imkanı yoktu aslında.
İngilizlerin Filistin’den çekilmesiyle birlikte kurulan Siyonist İsrail Devleti’ne karşı savaşmak üzere bir araya gelen Arap ordularında içinde de, Suriye İhvan-ı Müslimin teşkilatının kurucusu Mustafa es-Sibai komutasında çok sayıda Suriyeli gönüllü vardı. Ayrıca İsrail’in kurulduğu duyulur duyulmaz, Suriye genelinde genel grev ve gösteri çağrısı yapılmış, öğretmen, öğrenci, doktor, avukat, mühendis ve diğer meslek gruplarından binlerce Suriyeli’nin katılımıyla kitlesel protesto gösterileri düzenlenmişti. Ve Suriye’ye ilk geldikleri dönemlerde nispeten iyi şartlara sahip olan, en azından doğrudan bir güvenlik tehdit yaşamayan Filistinliler, önce 1949’da, ardından 1956 senesinde çıkarılan iki farklı yasayla Suriyelilerle eşit haklara da sahip olmuşlardı.
67 Arap-İsrail Savaşı ve 70 Darbesi’yle gelen büyük yalnızlık
Ancak Filistin halkı Nekbe’den 20 sene sonra bir büyük darbe daha yaşayacaktı ne yazık ki. İsrail sadece 6 gün süren 67 Arap-İsrail Savaşı sonucunda, Mısır topraklarının yüzde 6’sını yani Sina Yarımadası’nı ve Suriye topraklarının yüzde 1’ini yani büyük bir stratejik önemi olan Golan Tepeleri’ni işgal etmekle kalmamış, Nekbe’den bu yana Mısır ve Ürdün’ün kontrolünde bulunan Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’yi de ele geçirmişti. Böylece Filistin topraklarının yüzde 22’sine daha sahip olarak, işgal ettikleri yerleri 3 kattan fazla arttırmışlardı. Üstelik Müslümanlara ait pek çok kutsal mekânı ve Kudüs’ün doğusunu da ele geçirmişlerdi. Yaklaşık 300 bin Filistinli daha yerinden yurdundan olmuş ve komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştı.
Nekbe’den sonra Suriye’ye gelen Filistinli mültecilerin önemli bir kısmı, tek kurşun atılmadan İsrail’e teslim edilen Golan Tepeleri’nde yaşıyorlardı. Sayıları 17 bin civarındaydı ancak şimdi yine göç etmek zorundaydılar. Tekrar yollara düştüler ve çok büyük bir çoğunluğu Şam’a 15 km mesafede bulunan, Hz Zeynep türbesi yakınlarındaki Qabr Essit Kampı’na geldiler. Bu kamp da, tıpkı Yermük ve Deraa kampları gibi 1950 senesinde Birleşmiş Milletler çatısı altında kurulan Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’nın (UNRWA) kontrolü altındaydı.
Ancak yaşanan trajedi bununla sınırla kalmayacaktı. Filistin halkının Siyonizm’e karşı mücadelesi örgütlü bir hal aldıkça, baskı da artmaya başlıyordu. 1970 senesinde Ürdün’de yaşanan Kara Eylül Olayları sırasında, Ürdün’deki mülteci kampları bombalanmış ve 3 bin’e yakın Filistinli şehit edilmişti. Hafız Esad’ın aynı sene darbeyle Suriye’de başa gelmesi ise Filistin direnişine vurulan ikinci büyük darbe olacaktı. Artık Suriye’de yaşayan Filistinli mültecilerin karşısında, İsrail'e düşman gibi görünen ancak Filistin halkının her kritik anında İsrail’in yanında olan bir sistem vardı. Nekbe esnasında İsrail eliyle yaşadıkları o trajediden bir farkı olmayan başka bir trajedinin ve mücadelenin içine düşmüşlerdi artık.
1976 senesinde yaşanan Tel al Zaatar Katliamı, bu trajedinin en önemli sahnelerinden birisiydi. Suriye’deki yeni yönetim ile işbirliği içerisinde kampa saldıran Falanjistler, 3 bin Filistinliyi gözlerini kırpmadan katledeceklerdi. Bu katliamdan 6 sene sonra yani 16-19 Eylül 1982’de bir başka büyük katliam da Sabra ve Şatilla Kampları’nda gerçekleşecekti. Filistin halkı, henüz Tel al Zaatar’ın yaralarını saramadan, bu kez Sabra ve Şatilla’da, çamurlara bata çıka onlarca masum insanın cesedini taşıyordu omuzlarında. Ve bu katliamdan henüz 4 ay önce Hama’da büyük bir katliama imza atarak, on binlerce Müslümanı gözünü kırpmadan öldüren Hafız Esad, tıpkı Tel al Zaatar’da olduğu gibi Şabra ve Şatilla’da da yine başroldeydi.
Ah Yermük!
Nekbe sonrası Suriyeliler ile eşit yaşam haklarına sahip olan Filistinli mülteciler, 1970 sonrasında bir anda aynı trajedinin ortak kurbanları haline gelmişlerdi. Artık on binlerce insanın zindanlara atıldığı, kiminin yaşananlara dayanamayarak aklını kaçırdığı, kiminden ise bir daha asla haber alınamadığı bir hikayenin içerisinde Suriye halkıyla beraber ayakta durmaya çalışıyorlardı. Filistin direnişini baltalamak ve kendi kontrolüne almak için elinden gelen her şeyi yapan Hafız Esad’ın 2000 senesindeki ölümü de hiçbir şeyi değiştirmeyecek ve sadece Suriyelilere değil Filistinlilere yönelik baskı da artarak devam edecekti.
Suriye halkının onlarca senedir devam eden bu baskıya karşı isyan bayrağını kaldırdığı 2011 senesinde ülkedeki Filistinli mültecilerin sayısı 570 binden fazlaydı. O günden bu yana yaklaşık 4 bin Filistinli öldürülürken, 2 bin 721 Filistinli gözaltı merkezlerinde kaybedildi, on binlercesi ise tekrar mülteci durumuna düştü.
Ve Suriye’deki en büyük Filistin mülteci kampı olan Yermük Kampı, 2013 senesinde rejim güçleri tarafından kuşatıldığı zaman Filistin halkı Nekbe’den bu yana hiç yaşamadığı bir şey yaşadı. Şimdiye kadar gittikleri hiçbir yerde açlıktan ölmemişlerdi. Ne Lübnan’da, ne Ürdün’de, ne de Mısır’da… En ağır şartlarda dahi yiyecek bir dilim ekmek bulabilmişlerdi. Ancak dünyanın en kadim şehirlerinden birisi olan Şam yakınlarındaki Yermük Kampı’ndaki kuşatma esnasında, ilk kez çoğu çocuk 238 Filistinli açlıktan ölerek şehit olacaktı. Rejim güçleri, ilk önce kampa verilen içme suyunu kesmişler, ardından da gıda girişlerine engel olmuşlardı. Ve bu, Filistin halkının sırtına şimdiye kadar saplanmış en acı hançerdi belki de.
“Şehirler asfalt organlarını bırakıp arkalarında, düştüler peşine Ahmed'i öldürmek için” diyordu Mahmud Derviş, Ahmed el Zaatar’ı tarif ederken. Ahmed, yollara düştü ve dünyanın dört bir yanını adımladı. Kimi zaman Tel al Zaatar’dan, kimi zaman Şabra ve Şatilla’dan, kimi zaman Deraa’dan, kimi zaman ise Yermük’ten baktı kocaman gözleriyle bizlere. Bir değil iki kere mülteciydi artık. Aynı kötülüğün içerisine iki kere düşmüştü. Ve bu dünyada kendisine bir avuç toprağı bile çok gören herkese ve söylenen tüm yalanlara rağmen karşımızda durmaya devam eden, insana dair en görkemli hakikatimiz olmuştu hepimizin Ahmed. İlelebet.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.