İlgiperestlik, Beğenilme İhtirası ve Karakter Botoksu
İnsanların kendilerini görünür kılmak için neleri göze alabileceklerini müşahede edebilmek için şu zamanı yaşamak gerekiyormuş. Her cepte bir telefon, her telefonda bir kamera, her parmağın ucunda dünyaya açılan bir medya kanalı ve her insanın önünde hiç değilse ömründe bir on beş dakika meşhur olma fırsatı bulunduğunda; sıradan insanların bile nasıl ihtirasla kozalarından çıkabileceğini, kendilerini, hayatlarını, evlerini, sofralarını, çocuklarını, büyüklerini ve akıllarına gelen başka her şeyi nasıl da seyirlik hale getirebildiklerini yaşayarak tecrübe ediyoruz. Tecrübe ediyoruz derken, birileri bunları yapıyor, diğerleri de onları izliyor gibi bir durum yok. Herkes işin içinde… Herkes herkese allayıp pullayıp, cilalayıp kolalayıp, gerekirse olduğundan daha acayip bir kılığa sokarak kendi sıradan hayatını pazarlıyor. Böylece nice plaj terlikleri, nice kabak mücverler, nice yaz dinletileri, nice suya ayak sokmalar, nice leke sökücü pratik hal çaresi dünyaya açılıyor, evrensel bir kimlik kazanıyor. O hep söylenen şey gerçek oluverdi; alelade olanın krallığı yükseldi, sıradanın altın çağı başladı.
Herkesin bilge, yine herkesin şair, romantik, gurme, hümanist, mistik, pratisyen, aşırı zeki, çok komik, ultra şık, fazlasıyla eksantrik, durmaksızın seyyah, anlamaksızın düşünür, portatif deha, doğuştan delikanlı, şişme kaslı, baklava göbekli, fit, müfsit ya da ne isterse olabildiği milyon tane imkan teknoloji destekli olarak elinin altında bugün. Bu olağanüstü insanlık gösterilerinden kendisi ve yakınındaki üç beş kişi haberdar olabiliyor en fazla ama olsun.
Her zaman bir patlama imkanı var o mecralarda, yeter ki sen o maceraları göze al, bulabildiğin ne varsa sergile, dikkat çekmek için her çareye başvur, her acayipliği yap ve denize at… Bir gün birinin oltasına takılır, ondan başkası görür, ondan da başkası, yürür gider böyle, yürür gidersin sen de. Nice çulsuz, iki lafı birbirine denkleştiremeyen aklı evvel karakter, bu şekilde aradan sıyrılıp fenomenlik makamına yükselmedi mi bir anda? Bugün paraya para demiyorlar ve bu yüksek mertebelere, kamyonla taşınacak çoklukta paraya, ergenleri peşine takacak popülariteye ulaşmalarını neye borçlu olduklarını kendileri dahil hiç kimse bilmiyor. Bu ne demek? Bu arenada herkesin şansı var demek. Özellikle de anlamsız seviyede yeteneksiz, cahil, uyduruk fikirli, trendy zevkli, ukala, duracağı yeri bilmeyen, ağzına geleni söyleyen biri olmak elinizden geliyorsa şansınız büyük, asla denemekten vazgeçmeyin. Bugün ya da yarın bir yerde patlarsınız, fenomen olmak için gerekli her şeye, yani hiçbir şeye fazlasıyla sahipsiniz. Sıranın size gelmesi yakındır, üç beş dakika, birkaç gün de olsa şöhretin eli kulağında.
Sıradan insan olmak
İşin şakası bir yana… Sıradanlıkla hiçbir sorunum yok aslında benim. Sıradanı savunan, sıradanlığın hayatın özüne yakınlık gibi bir anlamı olabileceğine inanan biriyim aksine. Bunu ifade eden birçok cümle de kaleme aldım geçmişte. Ancak bunları hep sıradanlığın gerçek muhtevası içinde kalan, sıradanlığı sindiren, bununla yaşamayı bilen ve kendi sükunetini seven hayatlar üstüne söyledim. Sıradan olmadığını vehmeden ve kendini olağanüstü sanan bir sıradanlık için aynı şeyi düşünmem, bu türden bir sıradanlık fazlasıyla arızalı bir şey… Kendini pazarlamaya kalkan bir sıradanlıksa düpedüz hastalıklı ve antipatik. Daha kötüsü bunu yapanı hiçbir zaman gerçek bir tatmine götürmeyecek bir ihtiras bu. Bir ‘sıradan’ı sadece üstünde sakil durduğu için, gülünç duruma düşürdüğü için ilginç kılabilecek abanmalar bunlar… Eğrisi doğrusuna denk gelip dikkat çekerse, tutarsa, bir kıvılcımın ömrü kadar bir süre ilgi görecek, dikkat çekecektir en fazla.
Sıradan gerçekten sıradan olabildiğinde fevkalade ilginçtir, olmadığını vehmettiğindeyse sadece bir karikatür haline gelir.
Bugün birilerini ilgilendirir hale gelebilsin diye medyatik usullerle türlü maskaralıkları, sivrilikleri, acayiplikleri dolaşıma sunanlar, aslında kendi hayatlarını bozdurup harcıyor. Bu büyük feragatleri karşılığında sadece pek azı gerçekten ilgiyi üstüne çekebiliyor. Depresyon için ne uygun ortam! Kendisine olan saygısını geri kazanmak, kendini kendi küçük hayatına yeniden sığdırabilmek adına elinde neredeyse hiçbir şeyi kalmamış yığınlarca insan… İlgi ya da dikkat çekmeyi başaramamış, yeterince beğenilmemiş, odak ya da fenomen haline gelememiş, namını yürütememiş ve kendi sıradanlığını bütün anlamından soyarak bir hançer olarak kendi böğrüne saplamış yaralı bilinçler…
Büyük bir toplumsal mesele olarak görünmüyor genelde bu. Gerçekte ne toplumsal ne de mesele niteliği taşıyan ama gündeme demir atan bin bir lüzumsuzluk arasında kendine yer bulamıyor. Oysa gerçekten bu mecralarda az ya da çok mesaisi ve beklentisi olan hemen her bireyde iz bırakan, zihinsel ve ruhsal tahribat oluşturan bir süreçten geçiyoruz. Sürekli bir şeylerin peşinde koştuğumuz için farkında olmuyoruz bizi yoran şeylerin ama yoruluyoruz, gerçekten yoruluyoruz. Hem biz hem insanlığımız yoruluyor. Bir an boş yakaladığında üstümüze çullanan o ağırlık var ya, işte bu!
Keşke hayatımızın tabii seyrinden bu kadar uzaklaşmasaydık, keşke akıcı geçici pırıltıların bu kadar peşine düşmeseydik, keşke kısacık bir müddet etrafımızı saracak ilgi bulutunun hayatın kendi sakin seyri içindeki sayısız güzelliğin yanında bir şey demek olmadığının bilincinde olabilseydik… Uzanıp erişemediğimiz şeyler elimizdeki şeyleri değersizleştiriyor sürekli. Anlamsız hedefler anlamlı olan şeyleri hayatımızın göremediğimiz yerlerine iteliyor. Parmak uçlarının anlık ve çoğu zaman anlamsız dokunuşlarıyla gelen beğenilerin, insan olarak sahip olduğumuz özgün değerler yanında ne kadar önemsiz kaldığını keşke idrak edebilseydik… Keşke küçük sıradan dünyalarımızın kendi içinde hiç de küçük olmadığını fark edebilseydik…
Beğenilmek arzusu
Yeryüzünde milyarlarca insan bir şeyler paylaşıyor her an. Ve başka milyarlarca insan onların paylaştıklarına beğeni ‘atıyor’. Çoğu zaman zihinleriyle ya da kalpleriyle değil, sadece parmak uçlarıyla… Bir an sonra başka milyarlarca paylaşım ve milyarlarca beğeni yerine geçiyor onların. Neye yarar göz gözü görmeyen bu sanal uzayda en çok sekiz on saniye içinde kaybolup gidecek bunca zavallı gösteri. Ne ifade ediyor hiç farkında olmasak da bizi ve insanlığımızı derinden derine inciten bütün bu maskaralıklar?
Biz, böyle hiç kendimiz değilken birçoklarının ilgisini çeksek, çok beğenilsek mesela, ne olur ki bunun anlamı? Biz değilken ve kendimizin zavallı abartılı bir gösterisiyken, çok alkışlasa insanlar asılsız gösterimizi, ne olur bunun bize kazandırdığı? Bu mu hayat, bu mu hayatın içinde nefes alıp veren, aklı olan, kalbi olan, düşündükleri ve hissettikleri olan insan… Kendince ve kendi miktarınca olsa bile dünyada sadece bize ait olan şunca başkalığın, güzelliğin, inceliğin yerini tutar mı bu kof, bu içi boş beğeniler?
Yeryüzündeki her insanı dünyanın en ilginç insanı olarak en heyecan verici hayatı yaşadığına inandırmak istediler. Her insanı kendi şovunu sergileyen bir medya aracı haline getirdiler. Her hayatı, kesitlere bölüp hiç kimse için bir şey ifade etmeyen boş seyirliklere dönüştürmek için uğraştılar. Bunun üstüne bir ticaret düzeni kurdular. Hepimizi o düzenin gönüllüsü kıldılar. İlgi açlığı, beğeni susuzluğu çeken milyonlar yaşıyor yeryüzünün her köşesinde artık. Ancak en büyük acayipliği yapanların öne çıkabildiği bir yer artık dünya. Bir şey de olmuyor aslında, boş olan herhangi bir şeyin içine bir şey dolmuyor. Şimdi hepimizin pazarda medyatik bir yeri var, herkes satıcı ama herkesin satıcı olduğu bu pazarda doğal olarak hiç alıcı yok. Herkes malının elinde kaldığını kendine itiraf etmemek için canhıraş meşguliyetlere uyandırıyor kendini.
Acıklı, çok acıklı bu devrin bu türedi insanlık manzaraları!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.