İsrail ve Siyonist Yerleşimci Kolonyalizm
İsrail sorunu 19. Yüzyılın sonlarından itibaren modern bir formata büründü. Teolojik olarak da isyankarcılık ve bozgunculuk ile özdeşleşen İsrail zihniyeti, özellikle ‘topraklarından edilmiş’ Yahudilere ulusal yurt kazandırma fikrinin gün yüzüne çıkması ile Siyonizm ideolojisiyle entegre edildi ve 1948 yılında devlet kisvesi altına girdi. Gerek Deir Yasin katliamı gibi 1948 öncesi gerekse sayısız Gazze savaşlarındaki sivillere yönelik katliamları ile İsrail uluslararası barışa tam anlamıyla meydan okuyan bir aktör olarak not edilmeye başlandı. İsrail’in uluslararası kamuoyu önünde sivilleri hedef olarak aldığını açıklaması ve bunu gerek dini gerekse seküler zeminlerle meşrulaştırma çabaları, aslında mevcut uluslararası sistemin çöktüğünü gösteriyor. Bununla birlikte İsrail’in özellikle 7 Ekim sonrası Gazze politikası kolonyalizmin bitmediğini, Batı’nın emperyal düşüncelerinin İsrail üzerinden bölgede işletildiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Bu anlamda settler/yerleşimci ifadesi ile şirinleştirilip işgalin meşrulaştırılmasında bir araç olarak kullanılan kavram siyonizmin ve İsrail’in emperyalist/kolonyalist bir projenin Ortadoğu ayağı olduğunu ispatlıyor. Dolayısıyla İsrail rejiminin Filistin’deki soykırımı ve etnik temizliği, Siyonist yerleşimci kolonyal planının birincil önceliğidir.
Siyonist yerleşimci kolonyalizm
Siyonizm, kolonyal yerleşimci bir ideoloji olarak tanımlanabilir. Siyonizmin kurucularından biri olan Rus Siyonist Ze’ev Jabotinsyk’nin 1923’te kaleme aldığı Rassvyet kitabının O Zheleznoi Stene başlıklı kısmında Siyonist kolonyalizasyonu tanımlar ve Filistinlilerin buna karşı en ufak umut beslemeleri halinde direneceklerinden bahseder. Öte yandan Siyonist-kolonyal ideoloji Avrupa’nın ırkçı ve ayrımcı zihniyle de benzer kodlar taşır. Siyonist Örgüt’ün kurucusu ve Siyonizm’in ideologlarından olan Theodor Herzl İsrail’in Arjantin yerine Filistin’de kurulması fikrini de bu mantıkla meşrulaştırmaya çalışmıştır. Herzl’a göre İsrail’in Filistin’de gasp ile inşa edilmesinin arkasında bir medeniyet çatışması fikri yatar. Buna göre İsrail’in Filistin’de tesis edilmesi, ‘Üstün’ Avrupa medeniyetinin barbar Ortadoğu medeniyetlerine karşı ileri karakolu olması anlamına gelmektedir. Bu üstünlükçü ve ayrımcı diskur İsrail’in mevcut devletinde de benimsenmektedir. Gerek İsrail Başbakanı Netanyahu gerekse Cumhurbaşkanı Herzog’un İsrail’in Gazze’deki savaşını Batı medeniyeti adına yürüttükleri minvalindeki açıklamaları, İsrail’in bu zihniyeti bir devlet politikası olarak benimsediğini ve yıllardır bir örüntü halinde sürdürdüğünü göstermektedir.
Entelektüel farkındalık
Gerek Filistin’in yerlileri gerek uluslararası kamuoyu ve gerekse vicdana ve farkındalığa sahip araştırmacı ve akademisyenlerin İsrail’in yayılmacı projesinin yıllardır farkında. Örneğin Fayez Sayeh 1965’te kaleme aldığı Filistin’de Siyonist Kolonyalizm başlıklı kitabında, Siyonist sömürgeciliği bir ideoloji ve siyasi bir proje olarak tanımlayıp detaylı bir biçimde anlatıyor. Benzer şekilde Cemil Hilal 1976 yılında “Batı Asya’da Emperyalizm ve Yerleşimci Kolonyalizm: İsrail ve Arap Filistin Mücadelesi” başlıklı makalesinde Siyonist yerleşimci sömürünün geleneksel sömürüden nasıl farklılaştığını ele alır. Hilal’e göre İsrail ve Siyonistler yerli Filistin halkını sadece sömürmek için değil, aynı zamanda onları kendi topraklarından/yerlerinden/Filistin’den etmek için her türlü yola başvurur. Benzer şekilde 2006’da kaleme aldığı eser Patrick Wolfe bu isimlendirme noktasında en bilinen teorisyen olmakla birlikte Edward Said, Rashid Khalidi, Fayez Sayegh, Maxime Rodinson, George Jabbour, Ibrahim Abu-Lughod, Baha Abu-Laban, Jamil Hilal, Lorenzo Veracini, Ilan Pappe, Amal Jamal, Rosemary Sayigh gibi isimler de İsrail’in yerleşimci kolonyal bir aktör olduğunu dile getirmektedir. Dolayısıyla Siyonist yerleşimci sömürü düzeni Filistinli halkın ve Filistin toprağının ortadan kaldırılmasını hedefleyen ve süregelen bir yapı olarak görülebilir. Bu anlamda İsrail’in Siyonist yerleşimci kolonyalizminin Filistin başta olmak üzere birçok noktada birden fazla hedefe sahip olduğu ifade edilebilir. Bütün bu hedeflerin ortak üç özelliğe sahip olduğu görülmektedir.
Üç temel karakteristik
İlk olarak diğer bütün yerleşimci kolonyal projeler gibi Siyonist yerleşimci kolonyalizm de tekil bir olaydan ziyade devam eden, bir süreklilik ve örüntü arz eden yapısal bir bağlamı ifade etmektedir. Portekiz, Fransa, İngiltere ve ABD gibi Batılı ülkelerin yüzyıllar boyu uyguladığı sömürgeciliğin bir devamı olan Siyonist yerleşimci kolonyalizmin temel amacı da Filistin’deki yerli halkın topraklarını sömürmektir. Fakat bu sömürü, klasik sömürgecilikten farklı olarak kalıcı bir şekilde Filistinlileri topraklarından gönderip, Filistin topraklarını kalıcı olarak ele geçirmeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla İsrail tipi Siyonist yerleşimci kolonyalizmin, geleneksel sömürgeci aktörlerden daha acımasız ve şiddetli bir sömürü sisteminin benimsendiği rahatlıkla söylenebilir. 1948’de Nekbe ile başlayan bu süreçte İsrail’in benimsediği ‘devlet terörü ve şiddeti”, 7 Ekim’den beri Gazze başta olmak üzere Filistin topraklarında yaşayan sivillere yönelik uygulamalarda tezahür etmektedir. Öte yandan 15 Mayıs 1948’de İsrail’in devlet olduğunu iddia etmesi sonrası başlayan süreçte de Siyonist milisler tarafından zorla sınır dışı edilen Filistinlilerin Birleşmiş Milletler tarafından topraklarına dönme hakkını da tanımıyor. 1948’den beri sistematik bir biçimde Siyonist yerleşimci kolonyalizmi benimseyen İsrail, yaklaşık 90 yılda 10 milyona yakın Filistinliyi zorla yerinden etmiş ve uluslararası hukuku çiğneyerek BM’de alınan kararları tanımayarak Filistinlilerin topraklarına dönme hakkını reddetmiştir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.