İsrail’deki Aşırı Sağa Dair Bazı Notlar

İsrail'in 7 Ekim sonrası aşırı sağ politikaları, Gazze ve Batı Şeria'da şiddeti artırırken, aşırıcıların mesiyanik ve teopolitik beklentileri bu süreçleri hızlandırıyor. Yahudi ve Hıristiyan mesihçi beklentilerinin, bölgeyi dini ve kültürel bir kırılma noktasına taşımasını Araştırmacı Ahmet Faruk Aksa Fokus+ için kaleme aldı.
Ahmet-Faruk-Asa.jpg
İsrail’deki Aşırı Sağa Dair Bazı Notlar  Ahmet Faruk Asa
15 Mayıs 2024

İsrail, 7 Ekim’in ardından Gazze’den esas almak istediği dört neticeye henüz ulaşamadı. Bu dört hedef Gazze’nin kanton bölgelere ayrılması, halkın göç ettirilmesi, esirlerin kurtarılması ve direnişi bir bütün olarak ortadan kaldırarak Gazze’deki idareyi devretmesidir. 

İsrail, hedeflerine ulaşamamasının yanısıra saldırılara devam ettikçe dünya kamuoyunda daha fazla aleyhtar topluyor. İsrail hedeflerin sonuncusu olan direnişi ortadan kaldırmanın ise geçmiş tecrübeler ile bir anlam ifade etmeyeceğinin, toplumun ilerleyen yıllarda İsrail’e karşı yeniden kolektif hareketlilik içerisinde mücadele vereceğinin farkında. Peki bu durumun farkında olan İsrail ne amaçlıyor, nasıl bir gelecek tasavvuru ile hareket ediyor, saldırılardaki motivasyonlar neler? 

İsrail, esirlere öncelik vermediğini gösteren tutumuyla Batı tarafından baskı altında olmasına rağmen bir ateşkes kabul etmek için gereken şartları henüz yerine getirmedi. Bu durum, Tel Aviv başta olmak üzere İsrail'in çeşitli bölgelerinde esirler için yapılan gösterilere ve Knesset'teki tartışmalara rağmen hükümetin geri adım atmamasıyla daha da belirginleşiyor. Bu gösteriler, halkın taleplerinin artmasına ve uluslararası toplumun dikkatinin bu konuya çekilmesine neden oluyor, fakat İsrail hükümetinin tutumu bu baskılara karşı direnç gösteriyor. 

7 Ekim olaylarının ardından İsrail'deki aşırı sağ, toplum içinde daha geniş bir destek bulmuş ve bu destekle birlikte hükümet politikaları üzerinde daha belirgin bir etki oluşturmaya başlamıştır. Bu durum Gazze'nin tamamen yıkılması, Batı Şeria'da şiddet ve baskının artırılması ve Süleyman Mabedi ile ilgili talepler gibi radikal beklentileri siyasi gündeme taşıyor. Aşırı sağ, dünya genelinde tartışılan "çift devletli çözüm" önerilerini tamamen rafa kaldırmak istiyor.  

Aşırı sağın İsrail politikalarındaki etkisi 

Aşırıcıların yerleşim siyaseti ve güvenlik önlemleri ile uzun yıllardır varmak istediği menzil için 7 Ekim süreci bir fırsat olarak görünüyor. İsrail siyasetinin dahi uzun yıllar sesli zikretmediği mesiyanik beklentiler, yerleşimlerin genişletilmesi, Gazze’yi tamamen ortadan kaldırarak teopolitik ilerleyişin sağlanması, bu süreçte aşırı isimler tarafından hızlandırılması gereken adımlar olarak görülüyor.  

Bu adımların kolaylıkla atılacağı düşünülüyor çünkü Rusya'nın Ukrayna'daki savaş bataklığında olması ve Batı'nın genelde ABD politikalarının arkasından ilerlemesi, İsrail'e dış politika alanında geniş bir hareket alanı sağlıyor. ABD başkanının tam destek vermesi ve rakibinin de seçimi kazanması halinde benzer desteği sunacağını vaat etmesi, İsrail'in uluslararası alanda güçlü bir destekçiye sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Çin gibi büyük güçlerin bu tarz çatışmalara doğrudan müdahil olmaktan kaçınması, İsrail'in karşı karşıya olduğu dış tehditleri azaltıyor. Bu faktörler, İsrail'in politikalarını daha rahat uygulama imkanı veriyor ve bölgedeki siyasi dinamikleri etkileyebiliyor. 


Tehdidin azlığı, İsrail'in aşırı sağ kesiminin, ülkenin sınırlarını aşacak şekilde hızlı adımlar atmasına olanak tanıyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Netanyahu ile görüşmeler yapmak üzere İsrail'e geldiği gün, Smootrich liderliğindeki bir hareketle, Batı Şeria'daki Ürdün arazisinde bulunan 8 km²'lik Filistin toprağının İsrail işgal bölgelerine dahil edilmesi gerçekleşti. Bu adımın, ABD Başkanı'nın ziyareti sırasında atılması tesadüfi değildir ve Batı Şeria'nın bölünmesine yol açacak bu yerleşimle ilgili arazinin işgal edilmesi, iki devletli çözüm önerisine karşı önemli bir mesaj olarak değerlendirilebilir. İsrail, ABD'nin tepkisini merak ederken, bu hamleyle uluslararası alanda belirgin bir politik mesaj vermiş oldu. 

Bölgesel çatışmalar ve diplomatik dinamikler  

Toprak gaspı, artan şiddet, düzenli baskınlar ve Filistin köylerinin yağmalanması, yerleşimcilerin dokunulmazlık pelerini altındaki davranışları ile paralel gidiyor. Batı Şeria’da da Gazze’de olduğu gibi toplum üzerinde biriken bir tepki mevcut. İsrail, Gazze’yi tamamen harap hale getirdikten sonra yeni durağının Batı Şeria olduğunu görmek zor değil.  

Aşırı sağ için İsrail’in dışına taşan uygulamalar da Gazze’de olduğu gibi fırsat çemberi içinde meşru görülüyor. Lübnan’da Salih Aruri’ye yönelik suikastın ardından Lübnan’ın farklı bölgelerine yönelik gerçekleşen saldırılar, bölgesel bir ateşin fitilini yakmak üzere olduğu için büyük güçler tarafından derin bir endişe ile karşılandı. İsrail’in Lübnan’a yönelik yaklaşımı, çatışmasızlık tavrını belli eden Hizbullah’ı da Lübnan’ın güneyinde İsrail’e dair kısmen harekete geçirdi. İsrail için kontrollü bir harici tehdit, savaşın sürekliliği ve daha geniş cephelere yayılması adına murad edilen gelişmeler olarak görülüyor. İsrail için Hizbullah’ı bu sürece dahil etmek, asıl tehlike olarak kabul ettikleri İran’ı da savaşa çekmek demek olacak. İran, sürecin başlangıcından bu yana müdahil olmayacağını beyan etmesine mukabil, yumuşak karnı olan Lübnan’daki gelişmeler ve Şam’daki saldırı, İran’ı da kısmen bu sürecin içerisine dahil etti. Hem İran’ın hem de İsrail’in bu süreçte “beka” adına avantaj ve dezavantaj olarak gördüğü durumlar mevcut. Dolayısıyla iki bloğun sürtüşmeyi kontrollü düzeyde tutması, avantajları çoğaltma hedefi ile de açıklanabilir. 

İran, ABD’nin bölgedeki varlığını kendi politik ajandasının salahiyeti açısından kıymetli buluyor. Afganistan ve Irak örnekleri üzerinden de göreceğimiz şekilde, ABD’nin varlığının devamında o bölgelerde İran’ın nüfuz kabiliyetini daha da arttırıyor. Ancak ne İran ne ABD, İsrail krizi dolayısıyla karşı karşıya gelmekten çekiniyor. İsrail, İran’ı dahil ederek ABD’nin desteğini yeniden arkasına almak ve tehdit algısı ile Batı’da azalan kamuoyu desteğini arttırmak isterken, İran için bu bağlamda yaşanacak bir kriz kaldırılabilir bir yük olarak görülmüyor. Toplumsal ve iktisadi krizler yaşayan İran için yeni bir krizin faturası ağır olur düşüncesi siyasette hakim görüş durumunda. Ancak İsrail’e olan öfkeyi Müslüman sokağında kendi pozisyonunu güçlendirmek için değerlendiren İran, vekil güçler devreye girse de tamamen pasif kalmasının imajını zedeleyeceği düşüncesi de ayrı bir endişe konusu.  

İsrail sağı içinse İran ile yaşanan gerilim, tıpkı Filistin’in geri kalanında olduğu gibi 7 Ekim sürecinin içinde bir fırsat aracı olarak görülüyor. Filistin direnişini tamamen ortadan kaldırmak adına tüm yıkıcılığı ile askeri uygulamaları meşru gören aşırı sağ, 45 yıllık İran sorununun da çözülmesi adına İran ile krizi daha da derinleştirmeyi uygun görüyor.  


Netanyahu'nun hem Filistinlileri hem de İran'ı nihayet yenilgiye uğratma umuduyla geniş çaplı bir savaş başlatma girişimi, diğer İsrailli liderler tarafından farklı bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Benny Gantz, Yair Lapid ve Gideon Sa'ar gibi figürler, böyle bir çatışmanın ABD-İsrail ilişkilerine kalıcı zararlar verebileceği risklerinden kaçınıyorlar. Ancak Netanyahu, siyasi mirasını koruma amacıyla iç ve dış eleştirilere kulak asmamayı tercih ediyor ve şiddeti sürdürüyor. Yabancı insani yardım çalışanlarının hedef alınıp öldürülmesi, ABD'nin tepkisini çekti ve son zamanlarda sıkça dile getirilen "ateşkes" taleplerinin ardındaki sebeplerden biri bu oldu. Gazze'yi detaylı şekilde gözetlediğini iddia eden İsrail'in bu kişileri hedef alması, kasıtlı bir tercih olduğunu düşündürüyor. Netanyahu, şiddeti körükleyerek devam ederken, Biden'ın Amerika'nın ulusal çıkarlarını koruma ve bölgesel savaşa sürüklenmekten kaçınma konusundaki istekliliği zamanla netleşecek. 

Biden için, Gazze’de yaşanan soykırımın bir anlam ifade etmediği bariz bir gerçek. Ancak esirler ve insani yardım gönüllüleri başta olmak üzere doğrudan ABD toplumunun da tepkilerine haiz olan gelişmeler, ABD’ye İsrail ile olan ilişkilerin zayıflaması pahasına zorunlu müdahillikten başka seçenek bırakmıyor. ABD’de yaklaşan seçimler de bu konuda Biden’ın İsrail yanlısı profilini biraz daha yumuşatmasını zorunlu kılıyor. 

Dini beklentiler ve jeopolitik çatışmalar 

Tüm bunlar yaşanırken kendisini mesih elçisi olarak gören İsrailli siyasilerin uygulamaları nereye kadar devam edecek merak konusu. Ancak Filistin’i Gazze krizi bitsin veyahut bitmesin yeni tehlikelerin beklediği aşikar. Zira Gazze süreci en başından bu yana jeopolitik değil, teopolitik bir süreç. İsrailli siyasilerin teolojik beklentilerini doğru anlamlandırmadan, gelişmeleri de doğru etüt edemeyeceğimizin kanaatindeyim. Kısmen ABD’nin desteğini de izah edebilecek olan teopolitik beklentiler, artık İsrail siyasetinin tam anlamıyla merkezinde yer almakta. Bunun için hükümetten bazı isimlere mercek tuttuğumuzda yeni kabinenin aşırı düşüncelerini de yakından göreceğiz.  

Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, 1967'den sonra Yahudilerin Mesih'in gelişini hızlandırmak için İsrail’in nehirden denize fethedilmesi gerektiğini beyan eden radikal bir hareket olan Gush Emunim'den çıktı. İsrail mahkemelerinde terör suçundan hüküm giyen Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, uzun süre Meir Kahane'nin ırkçı Kach Partisi'nde bulundu. 1994 yılında El Halil'de namaz sırasında 29 Müslüman'ın öldürülmesinden sorumlu Baruch Goldstein'ı öven Itamar Ben-Gvir, Goldstein'ın anısına ev sahipliği yapan Kiryat Arba'da yaşıyor. Ben-Gvir'in evinde Goldstein'ın fotoğrafını asmakla kalmıyor, Netanyahu'nun engellemeleri olmaksızın, Filistinlileri Gazze'den sürme ve İsrail ile çözüm arayışı içinde aktif rol alıyor. Ayrıca, Ben-Gvir ve benzeri isimler, Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik baskı, yerinden etme ve saldırılarla etnik temizlik politikalarını da yönetiyorlar. 

Holokost, hemen ardından İsrail’in kurulması ve İsrail'in 1967 savaşındaki zaferi, Siyonizm'in mesihvari gizli düşüncelerini daha da güçlendirdi. Sürgünden yaklaşık 2000 yıl sonra yeniden kutsal kabul ettikleri mekanlara erişim, mesiyanik düşüncelerin hızlıca çoğalmasına sebep oldu. 1967 savaşının ardından hahamların İsrail topraklarını “fethetme ve yerleşme” emrinin diğer tüm emirlere eşit olduğunu ifade etmesi radikal örgütlere ilham verdi. Bu emri yerine getirmenin ibadet olması ve Mesih'in adımlarını hızlandıracak düşüncesi aşırı isimlere motivasyon sağladı.  

Bu mesihçilerin Amerikalı Yahudiler arasında bazı takipçileri olsa da ABD'deki en güçlü destekçileri Donald Trump'ın Cumhuriyetçi Partisi içinde hegemonik bir güç haline gelen Beyaz Evanjelik Hıristiyan Siyonistlerdir. İsrail topraklarının Yahudi halkı tarafından fethedilmesinin ve yerleşmesinin bir dünya savaşı başlatacağına inanıyorlar ve bunun için Mesih'in ikinci gelişinin habercisi olarak dua ediyorlar. 

7 Ekim süreci, İsrail'de derin sarsıntılar ve kırılmalar yaratırken, bu durum mesih inancı, ABD'nin koşulsuz desteği ve Gazze ile Filistin'in diğer bölgelerine yönelik politikalarla birleşti. Bu politikaların, kıyameti hızlandıracağına inanan mesihçi Yahudiler ve kıyamet yanlısı Hıristiyanlar için, Filistin halkının varlığı, ilahi planın gerçekleşmesi için bir engel olarak görülmeye başlandı. Bu inançlar, bölgedeki politik ve toplumsal dinamikleri etkileyen güçlü bir faktör haline geldi. 

Yahudi teolojisinde çile ve günah yoluyla elde edilen kurtuluşun yerini, bazı çevrelerde soykırım ile kurtuluşun alması, sosyolojik bir dönüşümü işaret ediyor. Son zamanlarda kızıl inek meselesi, mesiyanik hareketlerin beklentileri ve uygulamalarının jeopolitik açıklamalar yerine teopolitik gerekçelere odaklanmasına neden oldu. Kızıl inekle ilgili laboratuvar çalışmalarına yapılan yatırımlar, ineğin İsrail’e getirilişi, kurban edilecek yerin hazırlanması ve ilgili hahamların belirlenmesi gibi süreçler, bu teopolitik beklentilerin somut örneklerini oluşturuyor. Netanyahu’nun 7 Ekim’den sonra Gazze'yi “Amalek” ile karşılaştırması ve Filistinlilerin yok edilmesi gerektiğini öne sürmesi, bu dini beklentilerin güncel politik söylemlere nasıl yansıdığını gösteriyor. 

Burada üzerimize düşen temel bir görev bulunmaktadır: kutsal metinlere sosyo-politik bir duyarlılıkla yaklaşmak. Modern bir devlet olarak tanımlanan bir ülkenin, bir kehanet veya inanç uğruna yıllarca süren çabaları, modern devlet teorileriyle ne kadar çelişiyor, değil mi? 7 Ekim süreci, Orta Doğu'nun ekonomik ve siyasi önemini gözler önüne sermenin yanı sıra, bölgenin dini ve kültürel değerlerini de yeniden vurguladı. Değerlendirmelerimizde ve politikalarımızda, bölgenin dini ve kültürel beklentilerini ve bu beklentilere yönelik gerçekleşen ya da beklenen gelişmeleri öncelikli konular arasında ele almalıyız.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.