İsrail’in Gazze Soykırımında Batı Medyası
Yaklaşık 1 yıldır devam eden Gazze’deki İsrail terörü ve soykırımı karşısında Batı medyası sınıfta kaldı. İnsan hakları, adalet, eşitlik, demokrasi, özgürlük gibi kavramları siyasallaştıran Batı iktidarlarının birer aparatı olan Batı medyası izlediği yayın politikası ile İsrail’in Gazze soykırımına doğrudan ortak oldu. Bu anlamda Batı medyasının Filistin’in haklı direnişine ve İsrail karşısındaki mağduriyetine kayıtsız kaldığı, Filistinlileri insandışılaştırdığı, yanlış bilgilendirme yoluyla işgali meşrulaştırdığı ve daha birçok örnek üzerinden İsrail’in soykırımına ortak olduğu görülmektedir.
Anlatı inşası ve Filistin
Batı medyası, anlatıların (narrative) oluşturulduğu, ana akım medyaya servis edildiği ve gerçeklerin manipüle edildiği bir mecra haline dönüşmüştür. Bu anlamda İsrail’in Gazze’deki soykırımı ve Batı Şeria’daki işgali, Batı’nın inşa ettiği ve sirkülasyona yerleştirip doğru diye aktardığı anlatılar sık sık sahadaki gerçekliği gizlemeye hizmet etmekte ve Siyonist rejime İsrail’in çıkarlarıyla uyumlu bir alan sunmaktadır.
Batı medyasının önde gelen haber merkezleri, kanalları ve yazılı-görsel medya mecralarının İsrail yanlısı yayın politikası benimsemesi, sadece yanlı bir raporlama değil, aynı zamanda Filistinlileri insanlıktan çıkarma/insandışılaştırma (dehumanization) ve onlara karşı şiddeti meşrulaştırmada aktif bir katılımcı haline gelmektedir. Bu kapsamda Batı medyasının kullandığı en yaygın taktiklerden biri, pasif dil, belirsiz ifadeler ve seçici haberlerle Filistinlilerin yaşadığı acıyı yok saymaktır. BBC, CNN ve The New York Times gibi haber kuruluşları, Gazze’deki şiddeti genellikle “karmaşık bir çatışma” olarak çerçevelemektedir. Benzer şekilde Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi birçok Batılı aktör tarafından yüksek teknolojiyle donatılmış İsrail ordusunun kasıtlı sivil öldürmesine kayıtsız kalan Batı medyası, inşa ettiği anlatı üzerinden Filistinlileri ve topraklarını savunan ve sınırlı teknolojik kapasiteye sahip direniş gruplarını kasıtlı sivil öldürmekle itham etmektedir.
7 Ekim sonrası ilk safhada özellikle Hamas’ın çocukları öldürdüğü ve kadınlara tecavüz ettiği anlatısı herhangi bir şekilde somut bir ispata dayandırılmamış olmasına rağmen Batı medyasının inşa ettiği anlatı ile Batı kamuoyu farklı şekilde yönlendirilmiş ve bu yalana inandırılmıştır. Ayrıca İsrail insani yardım çalışanlarını, hastane personellerini, çocuk ve kadınları, gazetecileri kasıtlı olarak öldürmüştür. Bu noktada Batı medyası İsrail’in sadece direniş kuvvetleri ile değil aynı zamanda savunmasız, sivil bir nüfusu hedef aldığı asimetrik bir savaşı göz ardı etmektedir. Örneğin, BBC’nin Haziran 2024’te Nuseyrat Mülteci Kampı’nda 270’ten fazla sivilin öldürüldüğü İsrail saldırısına yönelik ilk raporlamasında, dört İsrailli rehinenin kurtarılmasına odaklanılmış ancak toplu katliamdan hiç bahsedilmemiştir. Dolayısıyla BBC’nin tercih ettiği anlatıda Filistinliler insandışılaştırılırken İsraillilere öncelik tanınmıştır. Söz konusu anlatı, Yahudilerin üstün varlıklar olduğu, diğerlerinin onlara hizmet etmek için yaratıldıkları üzerine temellendirilen tamamen sömürgeci zihinlere hitap eden bir söylemden ibarettir.
Ayrıca BBC’nin bu anlatısında, İsrail’in mülteci kampına yönelik saldırısına dair yayımlanan uluslararası kınamalar zikredildikten sonra, Filistinli kayıpları kısaca belirtilmiştir. Sivil Filistinlilerin kim tarafından ve neden öldürüldüğüne dair muğlak ifadeler göze çarparken aynı zamanda “katliam” veya “savaş suçu” gibi ifadeler yerine “acı çekme” gibi daha hafif terimler kullanılarak etkisi azaltılmıştır. Dolayısıyla BBC ve diğer Batılı medya organları yayın politikalarında İsrail’i zedelemeyecek, Filistin’in mağduriyetini öne çıkarmayacak bir anlatı ile İsrail’in soykırımına ortak olmuştur.
Dil ve görüntülerle insandışılaştırma
Kamuoyunu şekillendirmede dilin kritik bir rolü var olduğu bilinmektedir. Batı medyasının 7 Ekim öncesi ve sonrası tercih etiği kelime seçimlerinde genellikle Filistinliler saldırgan, İsrailliler ise kurban olarak çerçevelenmiştir. Bu anlamda ana akım Batı medyası, Filistinli direnişçileri tanımlarken “terörist” gibi terimleri kullanmakta noktasında herhangi bir delile ihtiyaç duymamaktadır.
İşgalin geçmişini, Filistinlilerin yaşadıklarını hesaba katmadan ve ispata gerek duymadan direnişi terörle itham eden Batı medyası, söz konusu İsrail olduğunda daha temkinli ve İsrail yanlısı bir dil tercih etmektedir. Örneğin İsrail, gazetecileri, insani yardım kuruluşu personellerini kasıtlı şekilde defalarca öldürmüştür. Gerek El-Cezire muhabiri Şirin Ebu Akile’nin öldürülmesi gerekse İsrail askerlerinin World Central Kitchen’ın 7 personelini öldürmesi sonrası Batı medyası İsrail’i korumak adına yayın politikalarında edilgen bir dil tercih etmiştir. İsrail ordusunun açıklamalarını direkt kabul eden Batı medyası, gazeteci Şirin Ebu Akile’nin Filistinliler tarafından öldürüldüğü anlatısını aktarmıştır. B’Tselem gibi insan hakları örgütlerinin raporları ve Şirin Ebu Akile’nin Amerikan vatandaşı olmasından kaynaklı oluşan baskı sonrası Şirin Ebu Akile’nin İsrail tarafından öldürüldüğü ispatlanmıştır. Buna rağmen ana akım Batı medyası İsrail’i mağdur Filistin’i terörist gösteren anlatıya devam etmiştir. Bu anlamda Batı medyasının genellikle İsrail’in Batı Şeria’daki hukuksuz eylemlerini, düzenlediği saldırıları için “meşru müdafaa” veya “güvenlik operasyonu” gibi daha yumuşak terimler tercih ettiği görülmüştür. Filistinliler öldüğünde, Batılı medya kuruluşları bu ölümleri genellikle İsrail’in meşru ya da “güvenlik tehdidi” ile mücadelesi sonrası oluşan yan hasar olarak tanımlamıştır. Bu anlatı, Filistinlileri insanlıktan çıkararak, onların insan olarak acı çekme haklarının olmadığını ima etmektedir.
Yanlış bilgilendirme ve propaganda
Batı medyasının İsrail yanlısı tutumunun en somut örnekleri servis edilen haberlerdeki yanlış bilgilendirmeler ve propaganda faaliyetlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda yanlış bilgilendirme ve propaganda, İsrail’in soykırım, işgal ve saldırıları için rıza üretmenin önemli bir aracı haline gelmiştir.
7 Ekim Aksa Tufanı’nın hemen sonrasında Batı medyası, Hamas savaşçılarının bebeklerin başını kestiği gibi asılsız iddiaları geniş çapta bildirmiştir. Bu iddialar sonradan çürütülmüş olsa da kamu bilincine zaten işlemiştir. Bu tür yanlış bilgilerin hızla yayılması, İsrail saldırılarına yönelik desteği artırmış ve İsrail’in saldırılarını meşrulaştırmaya yardımcı olurken, Gazze’deki insani krizden küresel kamuoyunun dikkatini uzaklaştırmıştır.
Ayrıca Netanyahu’nun ve birçok İsrailli yetkilinin ‘Batı medeniyeti’ adına savaş anlatısı da bu yanlış bilgi ve propaganda ile süslenmiştir. Hamas’ı IŞİD terör örgütü ile özdeştiren Netanyahu, Gazze’deki soykırımını Batı medyasının servis ettiği yanlış bilgilendirmeler ve İsrail yanlısı propaganda ile dolu haber ve yayın politikaları sayesinde ört bas etmiş; Gazze’de ‘terörle’ ile savaş kisvesi altında Filistin halkına yönelik etnik temizlik yürütmüştür.
Bu manipülasyon ve propaganda, ABD’nin 2003 Irak işgali öncesindeki duruma benzemektedir. Bush, 2003’te Irak’ta Saddam yönetimine ait kitle imha silahlarına dair kamuoyuna ispatlanmamış iddialara dayalı yanlış bilgilendirmeler yapmış, yürüttüğü propagandayı bir ülkenin işgali için meşru zemin olarak kullanmıştır. İsrail de ABD gibi, Netanyahu da Bush gibi kamuoyunu kasıtlı biçimde yanlış bilgilendirmekte ve propaganda faaliyetleri ile işgali, soykırımı ve hukuksuz eylemleri meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu noktada Batı medyasının ürettiği bilgilerin İsrail’in soykırımına ve işgaline hizmet ettiği görülmektedir.
Filistinli seslerin susturulması
İsrail yanlısı ana akım Batı medyasının işgali ve soykırımı destekleyen bir diğer politikası Filistin’i, Filistinlileri sessizleştirmektir. Büyük sermaye sahiplerinin desteği ve yönetimi ile Batı medyasının sahip olduğu medyadaki anlatı kontrolü, Filistin adına kimin konuşup kimin konuşamayacağına dair bir otorite inşa etmiştir. Bu otorite konuşmasına izin verilen seslere de uzanmaktadır. Bu anlamda Filistin sahasında yaşanan gerçekliği ortaya koyan ya da alternatif bir görüş sunan Filistinli gazeteciler hedef alınmakta, marjinalize edilmekte ve sıklıkla İsrail ordusu tarafından aileleri üzerinden tehdit edilmektedir.
Batı medyası Filistin’de yaşanan gerçeklikleri aktaran gazetecilere yer vermeyerek veya onları susturarak da İsrail’in soykırımına ortak olmaktadır. Nitekim İsrail ordusu tarafından birçok gazeteci hedef alınmış, İsrail ordusu tarafından suikasta uğramıştır.
Gazze’deki gazetecilerin mavi çelik yelekleri ve kaskları, sadece hakikatin peşinden gitmeyi değil, aynı zamanda İsrail’in uyguladığı şiddeti ve susturmayı da simgeler hale gelmiştir. Batı medyası, Filistinli gazetecilerin sistematik olarak hedef alınması konusunda büyük ölçüde sessiz kalmış, bu da İsrail’in eylemlerine ortaklığını açık bir şekilde yansıtmaktadır. Bununla birlikte Gazze’deki soykırımın Batı medyası tarafından normalleştirilmesi, sadece pasif bir eylem değil, kasıtlı bir stratejidir. Batı medyası İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki eylemlerine dair yaptığı haberlerde “soykırım” veya “etnik temizlik” gibi terimleri kullanmayı reddederek, bu eylemleri örtülü bir şekilde onaylamakta ve soykırıma ortak olmaktadır. Hemen hemen bütün anlatılarda “İsrail’in kendini savunma hakkı” vurgulanırken, Gazze’deki yıkım göz ardı edilmekte, direniş terörle iltisaklandırılmakta ve Filistinli siviller küçümsenmektedir. Bu politik tercihle Batı medyası İsrail hükümetinin ahlaki üstünlük iddiasını güçlendirerek Filistinlilerin insanlığını aşağılamakta ve sömürgeci kodlarla hareket etmektedir.
Sömürge gücünün bir aracı olarak medya
Edward Said’in önemli eseri “The Question of Palestine” isimli kitabında vurguladığı gibi, İsrail’in ABD’nin Orta Doğu’daki stratejik bir karakolu olarak rolü, Batı medyasının bu jeopolitik çıkarlarla uyum içinde hareket ederek sömürge gücünün bir aracı haline gelmesine neden olmaktadır. Filistin veya Orta Doğu’daki sömürgeci düzene karşı olan her türlü projeksiyona karşı olan aktörler bağlamında sunulan resmi anlatıları sorgulamakta cesur olan Batı medyası, söz konusu İsrail olduğunda Siyonist rejimin devlet propagandasının sesi haline gelmektedir.
Bu anlamda İsrail’in Gazze soykırımı ile ABD ordusunun Irak’ta işlediği suçlar arasındaki paralellikler, İsrail’in ABD ve Batılı diğer aktörlerle arasındaki ortaklığı daha da belirginleştirmektedir. Irak’ta gazetecilerin hedef alındığı gibi, Gazze’den haber yapan gazeteciler de sistematik olarak susturulmakta veya sahadan uzaklaştırılmaktadır. Bu durum, Sınır Tanımayan Gazeteciler ve Gazetecileri Koruma Komitesi gibi çeşitli raporlarda vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak, ana akım Batı medyası Gazze soykırımına dair İsrail yanlısı bir anlatı inşa etmekte ve yayın politikalarında yanlış bilgilendirmeleri kasıtlı tercih ederek İsrail propagandasına hizmet etmektedir. Söz konusu durum ve İsrail’in kendini savunma hakkı olduğu söylemi soykırım ve insanlık suçu işlemesine rağmen İsrail’i meşru gösterme projesine katkı sunmaktadır. Batı medyasının Gazze’de veya Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde yaşanan İsrail soykırımına ve işgaline dair ürettiği haberlerin servis ediliş biçimi özellikle ABD ve Avrupalı Batılı ülkelerde İsrail’e yönelik kamu ve politik desteklerin sürdüğünü göstermektedir. Söz konusu durum demokrasi, eşitlik, hak-hukuk-adalet gibi kavramlar üzerinden hegemonya kuran Batı medeniyetinin arka planda anti-demokratik ve İsrail’e bağımlı bir konumda olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Batı’ya yönelik eleştirilerin artmasına Rusya-Çin gibi alternatif sistem kurma arzusundaki aktörlere ve bu aktörlerin ürettiği medya ve sosyal medya platformlarına yönelimi artırmıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.