Meraklarımız Bize Mi Ait?
Bu yazıyı kaleme aldığım günün gazetelerinin birinci sayfalarında Gazze neredeyse yoktu. Birinci sayfaların üst yarısında tek bir gazete bile herhangi bir Gazze haberine yer vermemişti. Gazetelerin bazıları aynı sayfanın alt yarısının dibine minik haberler girmişti. Gazze’yi kendi meselesi sayan gazetelerden bazıları yine birinci sayfanın alt yarısına toplamı çeyrek sayfayı geçecek birkaç haber girmişti. Bazı gazetelerin ana sayfalarında Gazze’ye dair hiçbir şey yoktu. Aynı gazetelerde Gazze ile ilgili toplam altı köşe yazısı yayınlanmıştı, bunlardan dördü aynı gazeteydi, bir tanesi de bendenize aitti.
Yine aynı gazetelerde Amerikan seçimleri ana sayfaların vitrin diyebileceğimiz üst yarısında (çünkü gazete bayilerinde gazetelerin o kısmı görünür haldedir) büyükçe yer kaplıyordu, Biden’ın adaylıktan çekilmesi sansasyonel bir haber olarak öne çıkarılmıştı. Konuyla ilgili epeyce de köşe yazısı vardı.
Biden ile ilgili haberlerin ‘beklenen sürpriz haber’ olarak öne çıkarılması bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak Biden haberlerini çevreleyen, hatta bir kısmı sürmanşetten verilen dizi anonsları, futbolun transfer bombaları gibi magazin konularının Gazze’nin yer bulmakta zorlandığı sayfalarda bu kadar öne çıkarılmasını anlamak en azından benim için oldukça güç.
Gazze konusunda toplumsal alanda ilgi ve hassasiyetin düşmekte olduğu aşikar; bunu seyrekleşen eylem çağrılarından, azalan sosyal medya paylaşımlarından da anlayabiliyoruz. Kişisel bir gözlemim de var; yazdığım gazetede Gazze ile ilgili olarak kaleme aldığım yazılar, başka konularda yazdığım yazılara göre üçte iki daha az okunuyor, paylaşılıyor.
Bütün bunlardan Gazze’yi ilk günlere göre daha az merak ettiğimiz sonucu çıkar mı? Keşke çıkmaz diyebilsem! Ama bunu söylemenin sağlam bir dayanağını bulamıyorum. İnsanların yaşanan, baştan beri hiç hız kesmeyen ve çaresi de bulunamayan İsrail zulmü sebebiyle zihinsel olarak çok yorulduklarının farkındayım. Gayrı ihtiyari uzaklaşıyor, kendilerini sessizce başka meselelere atıyorlar. Çaresizliğin taşınmaz hale gelmesi gibi bir şey bu… Ancak yine de olmamalı. Gazze konusunda duyarlı herkes (duyarlı olmayanları ben kafamda nereye koyacağımı bilemiyorum doğrusu) meseleye ilgisini sürdürmeli, bu konuyla ilgili kamuoyu oluşturmaya kendi çapında katılmalı. İlgisizliğin insanî bir izahı olamaz.
Bu böyle!
Gazetelerin ilk sayfalarının benim zihnimde açtığı bir başka tartışma daha var. Acaba medya bizim ilgi ve meraklarımızı tespit edip ona göre mi muhtevasını oluşturuyor; yoksa bizler medyanın bize sunduklarından kendimize bir gündem mi çatıyoruz? Bu tartışma hep var zaten diyeceksiniz… Biliyorum ancak bu sorunun cevabı giderek daha ciddi, daha hayati bir boyut kazanıyor.
Açalım meseleyi biraz…
Yine söz konusu gazetelerin ana sayfalarında manşet olan konu, yani Biden’ın adaylıktan çekilmesi meselesi bizim toplumumuzun gerçekten Gazze meselesinden daha fazla mı ilgisini çekiyor? Sıcak bir gelişme olması bakımından öyle olsa bile, Amerikan seçimleri ile ilgili bu haber, Gazze haberine göre beş kat daha büyük verilmeyi hak ediyor mu? Bu kıyaslamayı küçük de olsa ana sayfasına Gazze haberi giren gazeteler üzerinden yapıyoruz elbette. Yukarıda ifade ettiğim gibi bazı gazetelerde Gazze hiç yok.
Amerikan seçimleri bütün dünyayı siyasi, ekonomik ve güvenlik bakımından etkiliyor, girmesi doğal denebilir. Ben de doğal buluyorum zaten; mesele Siyonist İsrail tarafından Gazze’de her gün onlarca masum insanın, çocuk yaşlı denmeden katledilmesinin beş kat daha az önemsenmesi. Bu doğal değil! Doğru çıktığına pek şahit olmadığım futbol haberlerinin ve dizilerle ilgili ıvır zıvırın yarısının yarısı kadar Gazze’nin medya ana sayfalarında kendine yer bulamaması gerçekten doğal değil. Dünyanın hiçbir yerinde değil; Türkiye’de hiç değil.
Biz mi medyayı etkiliyoruz, medya gündemini bizim yönelişlerimiz mi belirliyor? Yoksa medyanın kurguladığı gündem mi bizim ilgilerimizi belirliyor? Bu soruyu ısrarla, hatta inatla sormalıyız diye düşünüyorum. Gazze meselesi ya da bizim öz gündemimizde yer tutmayı hak eden meseleler, ki burada onlarcasını sayabilirim, eğer medyanın gündem kurgulamaları yüzünden zihnimizden kısmen ya da tamamen uzakta kalıyor, tutuluyorsa, bunu ciddi bir tehlike, çok temel bir problem olarak görmeliyiz. Medya bunu kasten de yapsa, yanlış ezberler yüzünden de yapsa durumun vahameti değişmeyecektir.
Biz medyayı etkiliyor ve bizim için gerçekten önemli meselelere gereken ilgiyi ve merakı göstermiyorsak, bu da daha az tehlikeli değil elbette. Ancak ilgisizlik ve meraksızlık noktasında bir şeyleri değiştirme, gayrete gelme, azmetme, harekete geçme imkanımız var her zaman. Ancak her gün içine girdiğimiz bir hazır gündemle günbegün şekillenmiş bir zihniyet yapısı, geri döndürülmesi çok zor şuur kayıplarına yol açabilir. Hele o hazır gündemler maksatlı biçimde bizi asli meselelerimizden uzak tutmak üzere kurgulanıyorsa zaman içinde zihinsel bir esaretten bile söz etmemiz gerekecektir.
Kitle iletişim araçlarının gelişmesi, tekno-devrimle çeşitlenen ve pratikleşen bu araçların dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaşmış olması, ilgi ve meraklarımızın hayatımızın doğal çevresi içinde belirlenme imkanını ortadan kaldırdı. Bugün dünyanın her yerinde insanlar etraflarında olan biten ve kendi hayatlarıyla doğrudan ilgili şeyleri değil; medya ve sosyal medyadan akan ve doğrudan kendileriyle ilgili olmayan gündem konularını konuşuyor. Bu, sürekli uzağa bakan ve zaman içinde yakınına (ve kendine, kendi hayatına, insanlığına) körleşen bir insan modeli çıkarıyor ortaya. Bir tür hayatsızlık demek bu; yaşamayan, sadece gözünün önünden geçenleri seyreden bir insanlıktan söz ediyoruz. Önceliklerimizi kaybetmiş olmamız, şuur kaybına uğramamız ve bizi insan kılan değerlere yabancılaşmamız kaçınılmaz böyle bir tabloda. Tabii zihinlerimizin yönetilebilir, güdülenebilir ve uzaktan kontrol edilebilir hale gelmesi de mümkün olacaktır beraberinde.
Bu süreçlere kafa yoruyor muyuz, böyle şeylerden endişe duyuyor muyuz, bilemiyorum. Pek öyle görünmüyor ama manzara! Bir günün gazetelerine toplu olarak bakınca benim gördüğüm tablo endişe verici. Toplumsal hassasiyetlerin olması gereken yerlerde hazır bulunmadığı, medyanın bu hassasiyetleri gözetmediği ve içselleştirilmeye başladığımız bir yabancılaşma yaşandığı inkar edilemez biçimde ortada bana kalırsa. Böyle durumlarda, evet durum çok kötü ama hayat da devam ediyor bir yandan diyoruz ya… Bunu bir daha düşünelim derim! Hayat gerçekten devam ediyor mu; yoksa hayatın yerine konan bir kurguyu mu yaşıyoruz biz farkında olmadan?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.