Orta Doğu’da Modernleşme Gerçeği ve Türkiye
Türkiye ile Orta Doğu ülkeleri arasındaki ilişkileri analiz etmek, tarih, siyaset ve sosyoloji açısından zengin bir birikimi göz önünde bulundurmayı gerektirmektedir. Bu konuda bir yandan coğrafi yakınlık bir yandan da tarihi ve kültürel ilişkilerin oluşturduğu bir gerçeklik söz konusudur. Bu ilişkilerin gerçeklik zemini tahlil edildiğinde özellikle son iki yüzyıllık Türk modernleşmesi tecrübesinin önemli bir analiz imkanı sunduğu tespit edilebilir. Türk modernleşmesi, Osmanlı Devleti’nin girişimleriyle İstanbul merkezli başlamasına rağmen bu değişim sürecinin taşıyıcıları önemli şehir merkezleri olmuştur. Balkanlar’da Selanik, Manastır, Üsküp, Anadolu’da İzmir, Bursa, Adana, Konya, Diyarbakır, Trabzon, Orta Doğu’da Halep, Şam, Beyrut, Kahire gibi şehirler, Osmanlı’da başlayan modernleşme sürecinde önemli merkezler olarak dikkat çekmişlerdir. İlber Ortaylı’nın İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı başlıklı kitabında belirttiği gibi, Osmanlı’da modernleşme hareketlerini bugünkü Türkiye sınırlarında düşünmemek gerekmektedir.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e modernleşme akımları
Türk modernleşmesi, genelde kronolojiye uygun olması ve yapısal farklara vurgu yapması açısından Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesi şeklinde iki kategoriye ayrılmaktadır. Bu ayrım, Osmanlı ve Cumhuriyet tecrübelerinin farklılaşan modernleşme anlayışlarına atıfta bulunduğu gibi coğrafi bir daralmaya ve bugünkü ulus devlet sınırlarına da atıfta bulunmaktadır. Ayrıca devletin ve toplumun Osmanlı ve İslam geçmişi ile mesafeli bir ilişki kurmak Cumhuriyet modernleşmesinin temel vurguları arasında yer almıştır. Yeni ulus devletin sadece coğrafi değil aynı zamanda tarihsel ve sosyolojik sınırlarına da işaret eden bu vurgular, Orta Doğu ülkeleri ile Türkiye’nin farklı gerçekliklere bağlı farklı yerler oldukları iddiasını da dolaylı olarak taşımıştır. Öyle ki Türkiye’nin Batılı, Batı’nın bir parçası olduğu iddiası, ulus devlet milliyetçiliğinin temel tezleri olarak etnik köken, dil, tarih, coğrafya ve siyaset odaklarında yeniden oluşturulmaya çalışılmıştır. Harf İnkılabı, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi gibi bazı yenilikler ve akademik çalışmalar, Orta Doğu’daki diğer topluluklarla sınır çizmenin bir başka biçimidir. Ancak Osmanlı alt coğrafyalarında var olan modernleşme kendi sürekliliğinde de devam etmiştir.
Cumhuriyet döneminde daha radikal bir üslupla devam eden modernleşme, Türkiye’yi Orta Doğu’dan kopartmış ya da ayrı Batılı, Avrupalı bir ülke haline getirmiş midir? Bu soruya net bir şekilde “evet” diyerek cevap vermek mümkün değildir. Şayet sadece bürokraside mevki sahibi olanların görünen semboller ve hayat tarzı değişimi bile göz önünde bulundurulsa Orta Doğu ülkelerinin çoğunda da benzer bir sembolik değişimin olduğu takip edilebilir. Nüfusunun çoğu tarım ve hayvancılıkla geçinen ve köylerde yaşayan toplumların değişim meselesini sadece bürokraside mevki sahibi olanlar üzerinden analiz etmek, meselenin bütününü görmemek anlamına gelecektir. Ayrıca Suriye, Irak ve İran sınırlarına yakın yaşayan insanların bir şekilde bu ülkelerde yaşayanlarla akrabalığa dayanan, ticari ve diğer insani ilişkileri devam etmiştir. Bir başka husus da Osmanlı’da başlayan modernleşmenin sadece Türkiye’de değil, Osmanlı’nın çekildiği bütün ülkelerde varlığını az çok Türkiye’dekine benzer şekilde sürdürmesidir. Türkiye’de Cumhuriyet döneminde takip edilebilen yeni siyasi yorum ve tarzlar, Arap ya da Fars milliyetçiliği, sosyalizmi, sekülerleşmesi şeklinde Orta Doğu’da da var olmuştur. “Geçmişe ait ne varsa hepsinden kurtulmalıyız” diyen aşırı Batılılaşma yanlısı Arap entelektüelleri ve siyasetçileri de hep olmuştur. Türkiye’deki kültürel bölünmenin Arap toplumlarındaki benzer örnekleri hakkında Mısırlı entelektüel Abdulvahab el Messiri’nin eserlerine bakılabilir. Yine küresel etkilere bağlı olarak Soğuk Savaş dönemindeki etkiler, kentleşme gibi iç hareketlilikler vb. benzer sonuçlara sebep olmuştur. 1950 sonrasındaki büyüme ve gecekondulaşma süreci göz önünde bulundurulduğunda, İstanbul’un Berlin’e ya da Londra’ya mı daha çok benzediği, yoksa Beyrut ya da Kahire’ye mi daha çok benzediği üzerine düşünülebilir.
Ulusal kimlik ve kültürel bölünmeler
Orta Doğu’da yaşanan karışıklıklar ve savaşlar, Türkiye’yi bir şekilde etkilemiştir. Bu etkiler sadece uluslararası ilişkilere bağlı siyasette değil, ekonomi ve göç başta olmak üzere pek çok alt alanda kendisini göstermiştir. Türkiye, Balkanlar ve Orta Doğu ile ilişkilerini sadece çizilen sınırlar ve I. Dünya Savaşı sonrası kendi içine kapanan ulus devlet anlayışının argümanlarıyla görmezden gelemeyeceğiyle belli dönemlerde yüzleşmek zorunda kalmıştır.
Cumhuriyet tarihi boyunca sınırlar dışından büyük göç dalgalarının Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Irak ve Suriye’den gelmesi, Türkiye’nin Osmanlı geçmişini reel şartlarda görmezden gelemeyeceğini göstermiştir. Bu tespit, Türkiye’nin yeniden bir Osmanlı olacağı anlamına gelmemektedir. Ancak Osmanlı’nın tarihi ve coğrafi varlığı, inkâr edilemeyecek çok yönlü bir gerçektir. Orta Doğu ile ilişkiler konusunda da bu gerçeklik, kendisini göstermeye ve varlığını dayatmaya devam etmiştir.
Türkiye’de Orta Doğu ülkelerindeki modernleşme tecrübeleri üzerine özellikle 2000 sonrasında yapılan çalışmalarda önemli bir artış söz konusudur. Bu çalışmalarda elbette bölgelere ve toplumlara özgü farklar bulunmasına rağmen birbirlerine ve Türkiye’deki yaşananlara benzeyen etkiler hemen dikkat çekmektedir. Bu etkiler, dönemlere göre analiz edildiğinde dönem etkilerinin de birbirine benzediği ve zamanla benzer değişimler geçirdiği takip edilebilmektedir. Üstelik sadece siyasette değil edebiyatta, müzikte ve gündelik hayat gerçekliğinde birbirine benzer etkiler ve değişimler görülmektedir. Bu durum, tarihi ve sosyolojik olarak inkâr edilemeyecek bir sürekliliğin benzer sorunlara sahip olma ve bu sorunlara benzer çözümler üretme durumuyla doğrudan ilgilidir.
Toplumlar, kendi tarihi ve sosyolojik gerçekliklerini sorunlarını çözmede kaynak olarak kullanmak durumundadırlar. Bu gerçekliğin kendine özgü farklara sahip olması ve değişmesi inkar edilemeyecek bir gerçektir. Ancak bu değişimin uzun vadeye yayılması ve değişirken de coğrafi, tarihi, sosyolojik birikime göre gerçekleşmesi esastır. Türkiye’nin ve Orta Doğu’daki toplumların değişimi de bu şekilde gerçekleşmiştir.
Türkiye’de bir dönem bir modernleşme politikası olarak uygulanmaya çalışılan Orta Doğu’dan kopma ve Orta Doğu toplumlarını yabancı olarak kurgulama siyaseti, tarihi ve sosyolojik gerçeklikle çeliştiği için devam edememiştir. Elbette bu siyaset, taraftar toplama gücüne ve etkisine sahiptir ve taraftarları da bulunmaktadır. Ancak uzun yıllara dayanan tarihi ve sosyolojik gerçekler, üstlerini örtme ya da belli dönemlerde görünmez hale getirilme çabalarına rağmen kendilerini dayatma gücüne sahiptir. Türk modernleşmesi, Osmanlı’dan itibaren Orta Doğu modernleşmesinin de bir kaynağı olmuştur. 20. yüzyıldaki büyük değişim ve parçalanma, mesafeler üretse de Cumhuriyet modernleşmesi ile Orta Doğu’daki toplumların modernleşme tecrübeleri benzer etkilere sahiptir. Mesele bu toplumların bu ortak tarihi ve sosyolojik gerçekliği bir potansiyel olarak kabul edip lehlerine ne kadar kullanabilecekleri meselesidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.