Pekin Deklarasyonu: Anayasa’ya Bağlılık ve İki Devletli Çözüm
Geçtiğimiz senelerde Orta Doğu’nun onlarca yıldır çözülemeyen ve küresel pek çok ihtilafı da tetikleme riski olan Filistin – İsrail arasındaki problemler için yapıcı önerilerin sayısı azalmıştı. 7 Ekim sonrasında ise bu problemin çözümünün zorunluluğu tekrar anlaşıldı. Çözüm arayışları noktasında en ciddi ve somut öneri yeniden ‘iki devletli çözüm’ olarak karşımıza çıkıyor. İki devletli çözümün onlarca yıllık geçmişi var. Bununla beraber, 2006 sonrasında yaşanan gelişmeler ve 7 Ekim sonrası süreç dikkate alındığında bu çözüm önerisinin kapsamının değiştirilmesi gerekiyor. Bir başka tabirle, aynı isimlendirme tercih edilse bile iki devletli çözüm başlığı altında yeni arayışlara yönelmek şart.
Değişen şartlara uygun çözüm, aşamalı olarak mümkün; ateşkes, Filistin Anayasası’na bağlılık veya Filistinli grupların mutabakatı ve iki devletli çözüme yönelik uluslararası görüşmeler. Nitekim Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi geçtiğimiz hafta buna işaret etti. Gerçekten de acil ateşkes ilk aşamayı oluşturuyor. Sonrasında müştereken belirlenecek ve Filistin’i idare/temsil edecek liderin uzlaşı yoluyla tayini gerekiyor. Üçüncü ve son aşamada ise, temsil yetkisi verilen otorite tarafından uluslararası düzlemde iki devletli çözüm çağrılarının yapılması ve müzakerelerin başlatılması söz konusu olabilir.
Bu gerekçeyle, çözüm için ateşkes çağrılarının yanında Filistinli grupların mutabakatı önem taşıyor. Geçtiğimiz senelerde söz konusu iddiayı taşıyan çeşitli aktörler ön plana çıktı. Gelinen son aşamada, Çin’in idaresinde bir süredir Pekin’de yönetilen ve Filistinli bütün grupların katılım gösterdiği müzakereler somut çıktı verdi. Bölünmenin Sona Erdirilmesi ve Filistin Ulusal Birliğinin Güçlendirilmesine İlişkin Deklarasyon 23 Temmuz 2024 tarihinde Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerin temsilcilerinin de katılımıyla Pekin’de ilan edildi. Bu bildiriyi iki noktadan değerlendirmek gerekiyor. Bu deklarasyon aslında bir süredir seçim gibi temel gereklilikleri yapılamayan Filistin Anayasası’na Filistinli grupların uyma vaatleri anlamına geliyor. Ayrıca iki devletli çözüm farklı bir kapsamla tekrar gündeme taşınmış oldu.
Müzakerelerin yürütücülüğü
2006 senesinden beri Filistin Anayasası hükümleri büyük oranda uygulanamıyor. Özellikle seçim yoluyla parlamentonun teşekkülü el-Fetih dışındaki diğer Filistinli aktörlerin dikkat çektiği bir mesele. Şimdiye kadar, çeşitli dönemlerde seçimlerin yapılacağı ifade edilse de ilerleyen süreçte seçimler ertelendi. Dolayısıyla anayasa hükümlerine bağlılığın bütün gruplarca teyit edilmesi gerekiyordu. Bu noktada, bir dış aktörün garantörlüğü gerekiyordu.
Öte yandan, bir asra yaklaşan sürede Filistin ve İsrail arasında yaşanan problemlerin çözümüne yönelik ortaya atılan fikirlerden en çok rağbet göreni iki devletli çözüm. Bu önerinin yürütücülüğünü ABD ve batılı müttefikler yapmaktaydı. İki devletli çözüm ilk defa 1937 yılında toplanan Peel Komisyonu tarafından ileri sürüldü. Toprakların Ürdün Nehri ve Akdeniz arasında bölünmesi ile iki bağımsız devletin, Filistin ve İsrail’in kurulması gündeme gelmişti. Ortaya atılan bu plan o dönemde karşılık bulamadıysa da ilerleyen senelerde defalarca gündeme geldi. Örneğin, 1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu iki devletli çözümü öneren meşhur kararı aldı. Taksim kararı olarak da bilinen bu karar o dönemde 33 devletin lehte, 13 devletin aleyhte oy kullanmasıyla kabul edildi. Bu karara göre Kudüs için istisnai bir hüküm önerilmişti. Kudüs iki devletten birisi yerine BM yönetimine bırakılmaktaydı. İsrail’in kurulması ve sonraki senelerde yaşanan çatışma hali sebebiyle bu öneri pratikte bir karşılık bulmadı.
Oslo sürecinde bu çözüm bazı revizyonlarla tekrar gündeme geldi. 1993 ve 1995 senelerinde ilk defa taraflar doğrudan müzakere sürecine dahil olarak siyasi çözüm arayışına girdiler. Bu müzakereler neticesinde iki devletli çözüm üzerinde anlaşıldı. Anlaşmalarla taraflar önce geçici Filistin yönetiminin kurulması daha sonraki süreçte de Filistin’in bir devlet olarak tanınması üzerinde anlaşmışlardı. Buna rağmen, o günden bugüne geçen süreç Oslo müzakerelerinin tam aksi istikametinde ilerledi. İsrail tarafından devlet düzeyinde benimsenen ırkçı ve saldırgan tutum sebebiyle iki devletli çözüm tekrar gündeme gelmedi. Görüldüğü üzere iki devletli çözüme yönelik müzakerelerin garantörlüğünü/yürütücülüğünü yakın döneme kadar ABD veya Batılı müttefikleri yürütmekteydi. Hamas’ın 2006 sonrasında kazandığı otorite bu grupların Hamas ile görüşmesini gerektirmekteydi. Hamas’ı terör örgütü olarak görme eğiliminde olan Batılı müttefikler bu müzakere sürecini 2006 sonrasında yürütemedi. Artık bu hedefe yönelik çözüm önerileri farklı ülkelerden yükseliyor.
Son görüşmeler, 7 Ekim’den hemen önce, ağustos ayında farklı Filistinli grupların temsilcilerinin katılımıyla Mısır’da yapıldı. Filistin için farklı görüşlere sahip grupların bir araya geldiği bu kalabalık toplantı öncesinde iki kilit aktör Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın arabuluculuğunda Ankara’da bir araya geldi. Genel olarak bakıldığında Mısır ve Türkiye arasında yaklaşım farklılıklarının olduğu görülmüştü. Mısır Filistin’deki tüm grupları kapsayan arabuluculuk faaliyetleri yürütürken, Türkiye sadece el-Fetih ve Hamas arasında müzakerelere odaklanmıştı. Türkiye’nin yakın dönemde Mahmud Abbas’a yönelik daveti hatırlandığında aynı odak üzerinden ilerlendiği anlaşılıyor.
Pekin Deklarasyonu iki konuda önem taşıyor
Bir süredir Çin’de aralarında el-Fetih ve Hamas temsilcilerinin de olduğu Filistinli gruplar arasında müzakereler devam etmekteydi. 23 Temmuz 2024 tarihinde bu görüşmelerin bir çıktısı olarak savaş sonrası idare şeklini ihtiva eden bir deklarasyon ilan edildi. Bu uzlaşı savaş bitimi ya da ateşkes sonrasına dair bir çerçeve çiziyor. Pekin Deklarasyonu iki konuda önem taşıyor. Bildiri, bir süredir uygulanamayan Filistin Anayasası hükümlerine bağlılığı teyit ediyor. Öte yandan, iki devletli çözüme dair bir süreci başlatabilir.
Gerçekten de bu uzlaşı aslında Filistin Anayasası’na atıf manasına geliyor. Üzerinde mutabık kalınan yönetim Filistin Anayasası’na dayanarak kurulacak ve Batı Şeria, Kudüs ve Gazze Şeridi’ndeki tüm Filistin toprakları üzerinde yetkili olacak. İlgili hükümlere göre bu geçici uzlaşı hükümeti, yıllardır gerçekleştirilemeyen/ertelenen seçimlerin takvimini hazırlayacak. Nitekim 20 yıla yakın süredir işletilemeyen parlamento sisteminin tekrar işlevsellik kazanması seçimlerin yapılmasına bağlıdır. Anayasa’nın 34 maddesi Filistin liderinin seçimle belirleneceğini vurgularken, 65 ve 66. maddeler hükümetin teşekkülünün şeklini açıkça tayin etmekte. Pekin’de imzalanan deklarasyon açıkça olmasa da bu hükümlere atıf yapmakta.
Pekin Deklarasyonu iki devletli çözüm gündemi için de önem taşıyor. Yıllardır devam eden ve 7 Ekim sonrasında artış gösteren -Filistin yönetimi için öne çıkan farklı otoriteler- algısının ancak bir dış garantör vasıtasıyla çözülmesi mümkündü. Bu noktada geçmiş dönemden farklı olarak, İran – Suudi Arabistan arasındaki müzakere sürecini başarıyla tamamlayan ve Ukrayna – Rusya arasında ateşkes sürecini yönetme arzusunda olan Çin ön plana çıktı. İki devletli çözüm hala gündemde, fakat bu sefer bu çözümün ilk aşaması olan Filistinli gruplar arasındaki mutabakatın kapsamı ve yürütücülüğü başka bir taraftan, Çin’den belirleniyor. Yirmi yıla yakın süredir neredeyse imkânsız görünen ve uzun zamandır beklenen uzlaşmanın sağlanması, Çin’in Ortadoğu ve Arap bölgesine artan müdahalesine işaret ediyor. Çin, ABD’nin onlarca yıldır çözümünü kendisine bağladığı, girift bir problemi ABD olmaksızın çözme iddiasıyla ön planda.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.