Son Savaş “Armageddon” Planı: İsrail Duracak Mı?
Gazze’de işgal devletinin uyguladığı soykırımın birinci yılını doldurduğuna şahit oluyoruz. Bu hadsiz –sözde- devlet, Filistin topraklarında acımasızca saldırılarını sürdürürken Lübnan’a bomba yağdırmaktan çekinmiyor. Suriye’yi mütemadiyen vuruyor, İran’a saldıracağını ilân ediyor. İsrailli bir bakan “Orta Doğu’da vuramayacağımız yer yok” derken yaptıkları zalimliklerin karşılık bulmamasının verdiği küstahlıkla elbette Türkiye’yi de kastediyor. Nitekim birkaç gün evvel Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “Vaadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır. İsrail saldırganlığı Türkiye’yi de içine almaktadır. Vatanımız, milletimiz, bağımsızlığımız için bu devlet terörüne elimizdeki her imkânla karşı duracağız” sözleri, hiç boş yere söylenmiş değildir. Son derece önemli bu cümlelerin üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiği açıkça anlaşılmaktadır.
Vaat edilmiş topraklar…
İsrail, tartışmasız bir din devleti; bütün yaşamını katı dinî kurallara göre kurguluyor. İsrail’in birkaç amacı var ki bunları gizlemeye gerek bile duymuyor. Dinî kaynaklarına dayanarak Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar olan sahayı kendine Tanrı tarafından binlerce yıl evvel vaat edilmiş hâkimiyet sahası olarak görüyor. Nitekim bayrağındaki iki mavi çizgi, Nil ve Fırat’ı, ortadaki Davud yıldızı, bu topraklar üzerindeki hâkimiyet iddiasını dünyaya ilân ediyor.
İşgal devleti, söz konusu alanda hâkimiyet kurmak için 1948’de bağımsızlığını ilân ettiği günden beri adım adım ilerliyor. İsrail’in devamlı genişleyen haritası, Filistin’e ait olduğu bütün BM kararlarında teyit edilen alanları Yahudi işgalcilere açması, Golan Tepeleri’ni ilhak etmesi, Kudüs’ü ebedî başkent ilan etmesi, bunu gösteriyor. İsrail, bölgede bulduğu sözde müttefikleri kullanışlı araçlar haline getirerek kendi amaçları için yönlendirmekten çekinmiyor; İsrail’in Dürzî askerleri ve Türkiye sınırında bir ordu haline dönüşen terör örgütü YPG, bunun başat örnekleri olarak karşımızda duruyor. Sınır komşusu olduğu Müslüman ülkelerin halklarının değil ama lider kadrolarının İsrail’e karşı çıkmaya gücü, cesareti olmayışı, işgal devletinin temel arsızlık ve küstahlık noktasını oluşturuyor. Elbette başta Amerika olmak üzere Batılı destekçileri, Orta Doğu’daki halkların çektiği çilelerden zerre acı duymadan İsrail’i fütursuzca destekliyor.
Yahudilerin üstün ırk masalı
Bütün dünya, Nazilerin Almanları nasıl üstün ırk olduklarına inandırarak Yahudilere, Çingenelere, Slavlara ve diğerlerine saldırttığını hatırlıyor. Orta Doğu’ya barışın gelmesinin önündeki birincil sorun olan işgal devleti, iki bin yıldır devlet olamadığı topraklarda yeniden kurulma nedenini dinî referanslarla ve arkeolojik verilerle kanıtlamaya çalışıyor. Akıl almaz bazı dini kabul edişleri, İsrail’in acımasızlığının temel noktasını oluşturuyor.
“Ademoğlu” olarak sadece kendilerini kabul edip geri kalan bütün insanlığı “insanımsı” olarak aşağı görmeleri, kendilerini de bunları terbiyeye memur, seçilmiş gürûh olarak addetmeleri bunların başında geliyor. Bu inanışla Almanların dünyayı kana bulayan “üstün ırk” söyleminin bugün Yahudi uygulamasını ortaya koyan İsrail, özellikle yasadışı işgalci yerleşimciler aracılığıyla inanılmaz vahşilikleri, o toprakların asıl sahibi Filistinli Araplara yapmaktan çekinmiyor.
İsrail için Yahudiler dışındaki herhangi bir topluluğun veya bireyin, zerre derecesinde önemi olmadığını iyi anlamak gerekiyor ve sırf bu yüzden Filistinlilere karşı sınırsız şiddet uygulamaktan asla çekinmiyor.
Mescid-i Aksa meselesi
Biz Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs, Mescid-i Aksa, Resulullah’ın (sav) arşa yükseltildiği yer ve Hz. Süleyman (as), Hz. İsa (as) gibi birçok peygamberin yaşadığı şehir olarak İslâmiyet açısından tartışılmaz öneme sahip mukaddes beldedir.
İsrail’in vazgeçemeyeceği bir konu, Mescid-i Aksa sahasına Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa etmektir. İsrail, bunu olmazsa olmaz dinî bir mesuliyet olarak kabul etmekte ve Kudüs’te tapınağı inşa için her yola başvurmaktadır. Yapılan anlaşmalara göre Müslüman olmayanların girmesi yasak olan Mescid-i Aksa’ya artık hemen her gün askerlerin korumasında Yahudilerin girdikleri, ibadetlerini Müslümanların gözünün içine baka baka gerçekleştirdikleri görülmektedir.
Önceki yıllarda uluslararası anlaşmalara aykırı olarak Mescid-i Aksa sahasının etrafında hatta yer yer altında gerçekleştirdiği, izinsiz arkeolojik kazılarsa yukarıdaki İslâm yapılarına zarar verdiğinden ciddi tartışmalara neden olmaktadır. Ancak İsrail aradığını yani M.Ö. 10. yy’da bitirilen I. Süleyman Tapınağı’na ait arkeolojik izleri bulamamaktadır. Biz Müslümanların “Burak Duvarı” dediğimiz “Ağlama Duvarı” ise II. Süleyman Tapınağı’nın avlu duvarından başka bir şey değildir.
Kendi dinî inanışlarına göre İsrail, yeniden Süleyman Tapınağı’nı inşa edecek, kurban kesecek, Mesih’in gelmesi ile kıyametin başlamasını sağlayacaktır. Dünyanın gerçeklerine gözlerini, kulaklarını kapayarak histeri krizi halinde arzuladıkları şey budur.
Armageddon: Melhâme-i Kübra – En büyük savaş
Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın (as) çarmıha gerilmesinin, korkunç eziyetlere maruz kalmasının müsebbibi Yahudilerdir. Bu yüzden Hıristiyanların hâkim olduğu devletlerde Yahudiler, “Tanrı katili” suçlamasıyla toplum olarak tarih boyunca her türlü zalimliğe maruz kalmışlardır. Buna karşın Amerika’nın İsrail’i tuhaf bir hayranlıkla kayıtsız şartsız destekleyen Evanjelik Protestanları, Armageddon’u çıkarmak için uğraşmaktadır.
Armageddon, İslâm, Hıristiyan ve Musevî kaynaklarında yer almaktadır. Rivayete göre, kıyamet öncesinde çetin ve büyük, son bir savaş gerçekleşecektir. Muhtelif rivayetler mevcut olmakla birlikte Hıristiyan kaynaklarında Mesih’in liderliğinde yapılacağı bildirilen bu savaş için Yahudiler ve Evanjelik Protestanlar, İslâmiyet’in kader anlayışından farklı olarak “Tanrı’yı kıyamete zorlamak” savından hareket etmektedir. Orta Doğu’da arzuladıkları olağanüstü karışıklıklar, Süleyman Tapınağı’nın yeniden inşası, Mesih’in gelişini hızlandıracak dolayısıyla bu savaşı başlatacaktır. Savaşın kesin yeri belli olmamakla birlikte rivayetlerin önemli bir kısmı Hatay’daki Amik Ovası’na işaret etmektedir.
İsrail durmayacak
Yazımızın ana başlığına vereceğimiz cevap maalesef bu ara başlıktır. İsrail’in BM kararlarını hiçe sayması, topraklarında yaşayan Arapları basit haklardan bile mahrum etmesi, aklına gelen ülkenin topraklarını bombalaması, mukaddes Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik yasa tanımaz uygulamalar gerçekleştirmesi, Hıristiyan ve Müslüman mukaddesatına bilinçli saygısızlığı, başka ülkelerin topraklarını ilhak etmesi, işgal devletini gerçek bir devlet olmaktan çıkarıp terör devleti kimliğine büründürmektedir.
BM’nin dünyada artık barışı sağlayabilecek bir teşkilat olmadığı anlaşıldı. Nitekim Suriye, Irak, Afganistan, Myanmar, Bosna Hersek gibi ülkelerdeki katliamlar karşısında BM, hiçbir varlık gösteremedi. Müslüman ülkelerin haliyse ortada. Mezhepler arasındaki anlaşmazlıklarda veya çeşitli siyasî tartışmalarda birbirlerine her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmeyen bu devletlerin halk desteğinden yoksun yönetimleri, İsrail söz konusu olduğunda sessizliğin ardına saklanmaktadır. Ancak genelde dünyada, özelde İslâm dünyasında bu sessizlik, işgal devletinin zalimliğini arttırmaktadır. İşgal devleti, “İstediğimi yaparım kimse bana bir şey yapamaz”ı motto haline getirmektedir.
İsrail’in uluslararası anlaşmaları, BM kararlarını hiçe sayarak Gazze’de yaptıklarına karşın durdurulmaması, terör devletini arsızlaştırmakta, sonuçlarını kestirmenin mümkün olmadığı Mescid-i Aksa’yı yok etme amacında ürkütücü biçimde cesaretlendirmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.