Sporu Yönetenleri de Yönetenler Var!
2024 Olimpiyat Oyunları öncesinde; temeli dostluk, barış, kardeşlik, sevgi, saygı gibi amaçlara dayanan bir organizasyonda dünyanın gözü önünde soykırım yapmakta olan İsrail sporcularının bulunması yoğun eleştirilere konu oldu. Bunun hem sportif ilkelere hem de olimpiyat ruhuna aykırı olacağı ifade edildi. Ancak Uluslararası Olimpiyat Komitesi bu itirazları dikkate almadı ve İsrail’in müsabakalara katılmasına izin verdi. Bu karar da ayrıca tartışmalara yol açtı. İtirazlar devam etti. Ülke sporcularının teknelerle Seine Nehri’nde yaptıkları geçit töreni sırasında İsrail adına yarışacak olan sporcular töreni izleyenler tarafından yoğun şekilde protesto edildi.
Aynı Olimpiyat Komitesi, Rus ve Belaruslu sporcuların Seine Nehri’nde ülkelerini temsil ederek geçit törenine katılmalarına izin vermedi. Bunu yapabilmek için Oyunlar başlamadan önce zaten zemini hazırlamış, “Ukrayna'nın işgalini alenen desteklememeleri, askeri ya da devlet güvenlik kurumlarıyla bağlantılı olmamaları" gibi şartlar taşıyan bir prosedürü açılışa yetiştirmişlerdi. Komite, buna ilave olarak, Rus ve Belaruslu oyuncuların müsabakalara ancak ‘tarafsız ve ülkesiz sporcu’ olarak katılabileceğini açıkladı.
Bütün dünyada ilgiyle izlenen ve farklı coğrafya, kültür, etnisite ve inanç gruplarını dostluk ve barış temelinde bir araya getirmesi beklenen böyle bir organizasyonun bu kadar taraflı ve çelişkili bir anlayışla düzenlenmesi belki çok yadırganacak bir şeydi ama çok da şaşırtıcı değildi. Çünkü sporun üst kurumları bu tavrı her iki olay için baştan beri birbirine zıt iki farklı tavırla ele alıyordu. Sadece Uluslararası Olimpiyat Komitesi değil, futbolun dünyadaki patronu FIFA, Avrupa’daki üst mercii UEFA, basketbol organizasyonlarının başı FIBA ve ULEB bu çelişkiyi aynı sertlikle yaşıyor, yaşatıyordu.
Buna karşılık, bütün bu sportif organizasyonların müşterisi ve izleyicisi konumunda olan taraftarlar, sporun üst kurumlarınca kendilerine dayatılan bu çifte standartlı, tutarsız uygulamaların büyük çoğunlukla karşısında oldular. Ve bu duruşlarını her türlü sportif karşılaşmada yüksek sesle dile getirdiler, protesto ettiler. Stadyumlar, spor salonları ve diğer sportif alanlarda toplanan kalabalıklar, bütün dünyanın gözü önünde çoluk çocuk demeden tarihin belki de en acımasız ve kanlı soykırımını pervasızca gerçekleştiren İsrail’i lanetlediler.
İsyanın sembolü: Celtic
Sürecin başından beri İskoçların isyankar takımı Celtic FC protestoların lokomotifi oldu. Bilindiği gibi Celtic, tarihteki meşhur patates kıtlığından sonra İskoçya’ya göç eden Katolik İrlandalıların takımı. 1887’de Glasgow’da kurulmuş. İngiliz monarşisinin hegemonyasına baştan beri karşı çıkan, İRA’yı savunan, siyasi kimliğinden asla taviz vermeyen ateşli bir taraftara sahip. Bu yönüyle dünyada da sempatisi çok yüksek bir kulüp. Kurulduğu günden beri İngiliz monarşisinin yancısı olan Protestan Glasgow Rangers ile zaman zaman çatışmalara yol açan sert bir rekabet içinde.
Filistin’de İsrail zulmü başladığından beri (aslında bunun öncesi de var) hemen her maçlarında başını Yeşil Tugay taraftar grubunun çektiği protestolar dolduruyor Celtic tribünlerini. İngiliz yönetiminden gelecek kötülüklerden ve UEFA’dan alınabilecek cezalardan (ki para cezaları geliyor zaten) çekinen kulüp yönetiminin ‘bu türden siyasi protestoları’ yasaklamasına hiç aldırmadan hem de…
Celtic’in farkı Filistin’e destek ve İsrail’e protesto için yapılan tribün eylemlerini sürekli hale getirmiş olması. Ancak bu derecede düzenli olmasa da aynı amaçla protestolarda bulunan pek çok kulüp ve sporcu var. Mesela, İsrail’deki güvenlik sorunları yüzünden Budapeşte’de oynanan İsrail-İtalya UEFA Uluslar Ligi maçında İsrail milli marşı çalınırken İtalyan taraftarlar topluca arkalarını dönüyor. Mesela, Olimpiyat Oyunları’nda oynanan İsrail-Paraguay maçında soykırımı lanetleyen dev pankartlarla İsrail protesto ediliyor. Mesela, İskoçya-İsrail arasında oynanan Kadınlar Avrupa Şampiyonası eleme maçında tişörtünde ‘İsrail’e kırmızı kart!’ ifadesi yazılı bir protestocu sahaya girip kendini kale direğine zincirliyor.
Başka daha pek çok örnek var; Cezayirli judocu Mesud Rezzan İdris, İsrailli rakibiyle karşılaşmayı reddediyor. İranlı kürekçi Zeynep Noruzi, İran ve Filistin bayrağıyla kameraların karşısına çıkıyor. Tacikistanlı judocu Nur Ali İmamali, İsrailli rakibiyle el sıkışmıyor. Nice forması giyen Cezayirli futbolcu Youcef Atal sosyal medyadan İsrail karşıtı bir paylaşımda bulunuyor ve takımı tarafından kadro dışı bırakılıyor. Bu da yetmiyor, 'din temelli nefreti kışkırtma' suçundan sporcuya 8 ay ertelemeli hapis ve 45 bin euro para cezası veriliyor. Aynı şekilde Anwar El Ghazi de İsrail karşıtı paylaşımı sebebiyle kulübünden gönderiliyor. Galatasaray’ın Şampiyonluk Gecesi’ne Hakim Ziyech Filistin bayrağı, Kerem Aktürkoğlu Gazze’ye desteği sembolize eden bir bileklikle çıkıyor. Her iki futbolcu sosyal medya paylaşımlarıyla zalimin karşısında ve mazlumun yanında olmayı sürdürüyor. Başta İstanbul’un büyükleri olmak üzere Süper Lig takımlarının hemen hepsinin maçlarında zaman zaman tribünler protestolarını ve Filistin’e desteklerini güçlü bir şekilde ifade ediyor.
Futbolu yöneten güç: Gizli mi, apaçık ortada mı?
Bütün bu eylemler dünyanın her köşesindeki çoğunluğun, meydanların ve sokakların hissiyatını yansıtıyor aslında. Ve bir gerçeği açıkça ortaya koyuyor; tıpkı Birleşmiş Milletler gibi, tıpkı Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman hükümet ve siyaset temsilcileri gibi futbolun üst kurumları da dünya halklarının ezici çoğunluğuna rağmen egemenlerin, güç simsarlarının, Siyonist lobilerin oyuncağı, kuklası olmaya devam ediyor. Spor gibi barışçıl bir faaliyet için kurulan bütün bu dev kurumlar; herkesin gözü önünde işlenen bu ağır, bu kahredici zulmü, bebekleri infaz eden, çocuk bedenlerini gözünü kırpmadan parçalara ayıran, güvenli bölge ilan ettiği yerleri insafsızca bombalayan, çadırları ateşe veren, şehirleri tarumar eden Siyonist canavarı görmezden gelmeye, zalimin yanında olmaya devam ediyor. Sürecin başından bu yana İsrail’i değil lanetleyen, kınayan bir tek mesaj dahi yayınlamadı bu kurumlar.
Tespit edildiği kadarıyla 7 Ekim 2023'ten ağustos ayına kadar geçen zamanda 350 Filistinli sporcu, hakem ve spor yöneticisi ve 250 futbolcu İsrail tarafından şehit edildi. Bu sayılar şimdi muhtemelen daha da artmış durumda. Sporun üst kurumları sporculara karşı işlenen bu suçlar için kılını kıpırdatmıyor, sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tıpkı uluslararası medya kuruluşlarının görevleri başında katledilen gazetecilere sahip çıkmadığı gibi…
Gazze bütün insanlığa ‘global dünya’nın ne kadar karanlık hesaplarla kurulduğunu ve ne büyük yalanlarla işlediğini gösterdi. Avuç kadar İsrail’in dünyada ne çok güç ve etki unsurunu elinde tuttuğunu da… Siyasetten spora, ekonomiden ticarete, medyadan sanata, teknolojiden kalkınmaya ve nihayet spora kadar her alanda Siyonist güç ne istiyorsa o oluyor. Halka rağmen, halklara rağmen…
Bir şeyler değişmeli
Amerika mı İsrail’i yönetiyor, İsrail mi Amerika’yı, bu saatten sonra bunun pek bir önemi yok. Önemi olan, sokakları ve meydanları dolduran kalabalıkların, bu karanlık ittifakı alt edip hakimiyetini nasıl yeniden geri kazanacağı. Bunu herkes iyi düşünmeli! Madem günahkâr günahını bu kadar pervasızca açık ediyor, o halde dünyada artık bir şeyler değişmeli. Kötülere karşı iyiler bilinçlenmeli. Ama nasıl demeyelim, herkes elinin erdiği yerden bu bilinci yayacak fikirleri aramaya, üretmeye, yaymaya başlamalı. Elimizin altında sandığımızdan çok daha fazla imkan var aslında. Yeter ki enerjimizi boş şeylerle, lüzumsuz tartışmalarla tüketmeyelim. Cambaza bak diyenlerin gösterdiği yerlere bakarak gerçeklere körleşmeyelim. Bu maçı kazanamıyorsak bile (ki Allah’ın izniyle kazanacak Gazze), şimdiden bir sonraki maça hazırlanmaya bakalım!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.