Türk Sokağında Arap, Arap Sokağında Türk Şarkısı: Müşterek Medeniyetin Sesleri
Orta Doğu, Türkiye’nin içinde bulunduğu medeniyet birlikteliğinin çeşitli yönlerden aynı veya benzer olduğu bir coğrafyanın adıdır. Orta Doğu’ya ilişkin çok çeşitli coğrafî tanımlamalar eskiden beri yapılmaktadır; Afganistan’a kadar uzatanlar, İran ve Türkiye ile Arap ülkelerini dâhil edenler, sadece Arap coğrafyasını ve İran’ı Ortadoğu gibi görenler bulunmaktadır. Bu satırların yazarına göre Orta Doğu, Türkiye’den başlar, batıda Fas’a uzanır, güneyde Yemen’i içine alır, doğuda Irak’a kadar geniş bir sahayı kapsar. Söz konusu tanımlama, benzer veya aynı medeniyet birlikteliğini ifade etmek için tercih edilmektedir.
Orta Doğu’da Arapların ve Türklerin devlet hâkimiyetleri, yüzlerce yıl Süryanî, Kürt, Yahudi gibi çeşitli milletlere, Müslüman, Hıristiyan, Musevî gibi farklı dinlere ve bu dinlere ait sayısız mezheplere mensup çok çeşitli, her biri olağanüstü renklere sahip topluluklarla birlikte devam etmiştir. Tarih okumalarımız genellikle savaşlar üzerinden ilerlemekteyse de birlikte yaşamlarda barışın getirdiği medeniyet alışverişinin, savaşların yol açtığı yıkımlardan fazla ve -daha mühimi- devamlılığı olduğunu unutmamak gerekir.
Tarihi hatırlamak: Arap ve Türk birlikte yaşamı
Tarihten kısa bir hatırlatma yapılması, müzik alanındaki birlikteliğin temellerinin de dayandığı geçmişin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. Buna göre Türkler ve Araplar, uzun süredir birçok yerde birlikte yaşamaktadır. Çoklarının zannettiği gibi bu birlikte yaşam, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet yüz yılları ile sınırlı değildir. Halife Muaviye devrinde, 654’te kumandan Ubeydullah bin Ziyad’ın İslâm ordularının Buhara’ya yaptığı gazaların ardından Basra ve çevresine yerleştirdiği Türk muhariplerle Ortadoğu’da ilk defa İslâm ordularında Türkler yer almaya başlamaktadır. İşte Türklerin Ortadoğu’da bitmeyen hikâyelerinin kısaca böyle başladığı söylenebilir. Türkmen aşiretlerinin Suriye, Anadolu, Filistin’e göç etmeleri, kısa süre sonra Haçlılara karşı Araplarla birlikte mücadeleyi sağlar. Öte yandan Türklerin Mısır’da 9. yy’da Tolunoğlu, 10. 11. yy’da Mısır ve Levant’a da hâkim olan Ihşidî (Akşitler) Devleti, 13. yy’da Memlûk (Arapçası ile ed- Devle it-Turkiyye) devletlerini kurması, bölgede Müslüman Türk nüfusu yüzyıllar boyu görünür kılmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin hemen bütün Arap coğrafyasındaki hâkimiyeti ise iki toplumun birlikte ve barış içinde geçirdiği, Türk olsun Arap olsun çoğu Orta Doğulu tarafından saygıyla hatırlanan zaman dilimidir. Bu coğrafyada kendilerine yer olmaması gereken ırkçılar çok üzülebilir ancak yüzyıllar boyunca sadece Türklerin bir tarafta, Arapların diğer tarafta olduğu -1916 Şerif Hüseyin isyanı da dâhil- herhangi bir savaş, söz konusu değildir.
Müslümanlığın sağladığı sarsılmaz din kardeşliğinin yanı sıra akrabalık ilişkileri, komşuluk ilişkileri, müttefiklik ilişkileri gibi birçok konuda Arap – Türk tarihî birlikteliği devam edegelmektedir. Söz konusu ilişkiler, medeniyet alışverişinin oluşmasının yolunu açmıştır. Sınırlar çizildikten, ülkeler ayrıldıktan sonra bile tarihin getirdiği medeniyet birikiminin karşılıklı devamını görmek, birçok sahada günümüzde pekalâ mümkündür.
Yukarıda birkaç cümlede özetlemeye çalıştığımız tarihî devirlerin Arap – Türk müzik ilişkileri üzerine kaleme alınan herhangi bir yazıdaki yeri, bu satırların yazarına göre çok mühimdir. Cümlelerde yer alan tarihe kısa göndermeler, günümüzde Türkler ve Araplar arasında sıklıkla yakalayabildiğimiz medeniyet aynılığının veya benzerliklerin birdenbire ortaya çıkmadığı ve bunun, fevkalâde kuvvetli köklere sahip olduğu, aynı zamanda söz konusu tarihî köklerin de dünden çok daha eski devirlere gittiğini hatırlatma amacı taşımaktadır.
Müzik: Medeniyetin kısılmayan sesi
Türkler ve Araplar arasındaki karşılıklı medeniyet etkileşimi, kuşkusuz müzik ilişkilerini de beraberinde getirmektedir.
Aynı coğrafyada oluşan komşuluk, kız alıp – vermeler, müziğin mühim olduğu tarikatlara intisab etmek, musikişinasların karşılıklı ziyaretleri Türk ve Araplar arasında yüzyıllar boyu müzik bakımından ilişkileri oluşturmuş ve elbette arttırmıştır. Türklerin, Cezayir, Trablusgarb, Mısır, Suriye, Filistin, Lübnan, Irak’ta Araplarla birçok yerde beraber yaşamaları veya birbirlerinin yaşadığı yerlere çeşitli zamanlarda çeşitli sebeplerle göç etmeleri, bugün Türkiye’de bazı şehirlerde çok eskiden beri meskûn Arap vatandaşlarımız, gündelik yaşamın her alanında toplumlar arasında karşılıklı alışverişi sağladığı gibi müzik ilişkilerini de oluşturmaktadır.
Karşılıklı müzik etkileşiminde meselâ Sultan IV. Murat’ın Bağdat Seferi’nden dönerken Bağdatlı müzisyenleri beraberinde İstanbul’a getirmesi önemli bir ayrıntıdır. Yine 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı ile başkent Istanbul arasındaki müzik ilişkileri ciddi bir emsal teşkil etmektedir. Üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapılması da elzemdir. Klasik Türk Musikisi’nin son büyük bestekârı olarak kabul edilen Zekai Dede Efendi (1825- 1897) Mısır’da, Mısırlı Mustafa Fazıl Bey (daha sonra Paşa) himayesinde takriben sekiz sene kalır ve bu süre zarfında önemli isimlerden Şeyh Muhammed Şahabeddin Efendi’den (1795- 1857) meşk eder. Zekai Dede Efendi, Şeyh Muhammed Şahabeddin Efendi’den bildiği bütün usulleri, üstelik her birinden eserler geçmeye muvaffak olacak derecede iyi öğrenir. Öte yandan, Zekai Dede Efendi’nin Mısır’da kaldığı senelerde dinî müziğin yanı sıra dindışı Arap müziği eserlerini de inceleme fırsatı bulduğu, mühim bir ayrıntı olarak, unutulmamalıdır. Burada, Zekai Dede Efendi’nin Şeyh Şahabeddin Efendi’den meşk etmesinin salt bireysel bir öğrenim olduğu yanılgısına düşülmemelidir. Zekai Dede Efendi, Arap Müziği’ne ait usullerin bazılarını Darüşşafaka’daki öğrencilerine öğretmiştir1. Söz konusu durum, Türk – Arap müzik ilişkileri açısından önemli bir emsal teşkil etmektedir.
Yaklaşık aynı devirde Kadıköylü bestekâr Enderunî Ali Bey, Hıdiv İsmail Paşa’nın davetiyle iki defa Kahire’ye gider. Istanbul’dan ikinci defa Kahire’ye giderken yanında tanbûrî Kapril, kanûnî Garbis, kemânî Kirkor ve lavtacı Andon gibi meşhur sazendeler de bulunmaktadır2. Enderunî Ali Bey’in öğrencisi Şekerci udî Cemil Bey (Kahire’de şeker dükkânı açan, İstanbul'da meşhur Cemilzâde, Mısır’da oğlu Nureddin Cemil de bestekârdı), Veli Efendi, bestekâr Melekset (Ermeni mühtedi Melikset) Efendi ve başkaları gibi musikişinaslar da Mısır – İstanbul arasında gidip- gelen isimler arasındadır. İşte bu sayısız müzik ilişkileri neticesinde İstanbul'a taşınan “Mısır tavrı”, başkentin müzik çevrelerinde ilgi çekmiş ve kullanılır hale gelmiştir.
İstanbul'da saraya seçkin Mısırlı musikişinasların dönem dönem geldikleri de bilinmektedir. Genellikle Hıdiv ailesinin himayesinde bulunan söz konusu musikişinaslar arasında Şeyh Yusuf el – Menyelavi (1847- 1911) önemli bir isimdir. Şeyh Yusuf Efendi, Sultan II. Abdülhamid’in huzurunda, bizzat sultanı öven Arapça dizeler okumuştur ki Prof. Dr. Ali Jehad Racy, eserinde kısa bir bölümün tercümesini vermektedir; “… Umursamadan kibirli ol çünkü layıksın buna; Tahakküm et çünkü güzellik vermiş bu gücü sana…”3…
Hıdiv İsmail Paşa’nın dostu, Mısırlı meşhur şarkıcı ve bestekâr Abduh el Hamuli (1836- 1901), yine Sultan II. Abdülhamid’in huzurunda şarkılar okumuştur. Şurası ayrıca önemlidir ki İsmail Paşa, Abduh el- Hamuli’den Mısır zevkine uygun Türk musiki ögelerini öğrenerek Mısır’a taşımasını da istemiştir. İsmail Paşa’nın başka Mısırlı sanatçıları da İstanbul'a gönderdiği bilinmektedir. Osmanlı’nın son devrinde Şamlı, Halepli müzisyenlerin sanatlarını İstanbul'da, İskenderiye’de, Kahire’de icra ettikleri bilinmektedir.
Musiki nazariyatçısı Mihail Meşakka (1800-1888) Türk Arap müzik ilişkilerinin son devrinde isminin mutlaka anılması gereken biridir. Lübnanlı bir Hıristiyan Arap Osmanlı vatandaşı olan Mihail Meşakka, Mısır ve Şam’da bir süre kalır. Meşakka, Şam’da Muhammed bin Hüseyin el Attar Attarzade’den (1764-1828) müzik dersleri alır. İlk defa Mihail Meşakka, bütün Orta Doğu’da kullanılan 24’lü ses sistemini, Şam’da ders aldığı hocasının çalışmalarından da faydalanarak ortaya koymuştur. Rauf Yekta Bey’in (1871- 1935) 1932 yılında Sultan I. Fuad himayesinde tertip edilen Kahire Arap Müziği Kongresi’nde bulunduğu dönemde yayınladığı, kendi oluşturduğu müzik sistemini anlattığı Mutâlâat ve Erâe adlı eserde hem Meşakka’nın hem Attarzâde’nin eserlerinden yararlandığı Sayın Murat Bardakçı tarafından ifade edilmektedir.
Osmanlı Devleti’nin son senelerinde Arap sanatçıların da Türk sanatçıların da aynı devlete mensubiyet sebebiyle çeşitli yerlerde konserler veya eğitim verdikleri bilinmektedir. Dil ayrılığı olsa da makam ve icradaki zevk birliği, ancak “İmparatorluk müşterek musiki zevki” olarak tanımlanabilir. Müzik bakımından komşuluk, akrabalık ilişkilerinin sağladığı etkileşimin yanı sıra müziğe gerek ses gerek beste gerek nazariyat bakımından fevkalâde vâkıf sanatkârların karşılıklı iletişimleri, Arapların ve Türklerin müzik ilişkilerini, etkileşimini elbette güçlendirmiş ve söz konusu etkileşimin günümüze ulaşması konusunda sağlam temellerin atılmasını sağlamıştır.
Genel Kaynakça
Özcan, N., “Ali Bey, Enderunlu”, TDV İslâm Ansiklopedisi, şurada; https://islamansiklopedisi.org.tr/ali-bey-enderunlu.
Özyıldırım, M., Arap ve Türk Musikisinin XX. yy. Birlikteliği, Bağlam Yay., Istanbul 2013.
Rauf Yekta Bey, Esâtîz-i Elhân (Yay. Hazr. Nuri Akbayar), Pan Yay., 2000 İstanbul.
Racy, A., J., Arap Dünyasında Müzik Tarab Kültürü ve Sanatı (çev. Serdar Aygün), Sanat ve Kuram ayrıntı Yay., İstanbul 2007
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.