Yılgınlıkla Olmaz, Ayağa Kalkmak Gerek!

Türkiye'nin ihmal edilmiş tarım ve sanayi politikalarını gözden geçirmemiz şart. Yerli üretimin desteklenmesi, dışa bağımlılığın azaltılması ve sürdürülebilir tüketim modelleri nasıl oluşturulabilir? Global markalara karşı yerli ürün tercihinin ekonomik bağımsızlığa etkilerini yazar Gökhan Özcan, Fokus+ kaleme aldı.
Gökhan Özcan
Yılgınlıkla-Olmaz,-Ayağa-Kalkmak-Gerek! (1).jpg
26 Nisan 2024

Yıllarca liselerde bir ülkeyi neyin kalkındıracağını münazara konusu yaptık, sanayi seçeneğini savunan ekipler hep kazandı, tarımcılar kaybetti. Çünkü toplumun bilinçaltına bu tek taraflı ilerleme fikrini kazıdılar. Sanayileşmeyi hiç sorgulamadık, tam bile değil, yarım yamalak halini alıp baş tacı ettik, tarımın yüzüne bile bakmadık. Bu bizi topraktan uzaklaştırdı. Hayata bakışımızı, yaşama kültürümüzü değiştirdi. Bizi güçlü kılan değerlerimizde çözülmelere sebep oldu.  

Çiftçimiz, hayvancımız yıllar yılı ayakta kalmaya çalıştı ama çocukları ilk fırsatta şehirlere kaçtı, fabrikalara, ticarethanelere, işletmelere, plazalara... Sanayide adımlarımızı yeterince hızlandıramadık, dışa bağımlılığımızı azaltamadık; buna karşılık tarımı geriletmekte elimizden geleni ardımıza koymadık. En verimli topraklarımızı sanayiye açtık, çarpık ve hoyrat biçimde yapılaştırdık. Parçalanan toprak mirasını birleştirip yeniden ekime kazandıramadık. Pazar dayanıklı ürün istediği için genetiğiyle oynanmamış yerli türleri kolayca gözden çıkardık, suni tohumlarla ağzımızın tadını bozduk. Fazla ürün almak adına toprağa zehir kattık, plastik tadında zerzevat yemeye razı olduk. Kışın domates yiyebildik bu sayede ama yazın domates gibi kokan, tadı domates gibi olan domates de bulamaz olduk. Meyve çeşitliliğimizi, sofra doğallığını önemli ölçüde yitirdik. 

Sanayi dedik ya, dönelim oraya geri... Sanayi dediğin üretim değil mi? Şu günlerde İsrail’i destekleyen marka ve üreticileri boykot ediyoruz ya hani! O mallar da bir üretimin eseri, hepsi birer ürün... Ama yerli değil! Onlara harcadığımız paraların büyük bir kısmı İsrail’e ya da onu açık ya da gizli destekleyenlere gidiyor. Onun için protesto ediyor, bu ürünleri almayalım diyoruz zaten. Peki yerli ürünler nerede? Marketler, dükkanlar, alışveriş merkezleri, tekno mağazalar tıka basa yabancı mallarla dolu, çoğu da protesto listemizde. Raflardaki, vitrinlerdeki on ürünün neredeyse sekizi yabancı mal... Pek çoğu da küresel marka... Düne kadar pek heveslisi olduğumuz markalar hepsi...  

Peki, İsrail’in ve işbirlikçisi olan Batılı sermayenin çirkin yüzünü yeni mi görüyoruz? Bugün yeni bir boyut kazanmış olabilirler; ama ne zaman bizden yana oldu ki bu kötülük ittifakı? Ne zaman masumlardan yana oldu ki? Dünyadaki yoksullukların, kıtlıkların, adaletsizliklerin, kirlenmelerin hangisinin arkasında görmedik onları? Peki madem bu hep böyleydi, bugün protesto ettiğimiz bütün bu malları nasıl böyle gönül rahatlığıyla sahiplendik, hastası, bağımlısı olduk hepsinin? Marketlerimizi işgal etmelerine nasıl bu kadar kolay razı olduk? Ellerindeki kanı nasıl göremedik? Nasıl kendi paramızla çocuklarımızı bu sömürge sofralarına oturttuk?  

Daha da dramatik olan şu; bu küresel sömürünün uç beylerini ticarethanelerimize, marketlerimize, alışveriş mekanlarımıza, yani cüzdanlarımıza buyur ederken, yerli üreticiyi günden güne tükettik, kırdık geçirdik? Şimdi protesto ediyoruz ya, nasıl olacak diye düşünüyor bir yandan herkes içten içe. Nasıl olacak? Vahşet ve zulüm bu kadar göz önündeyken bile terörist İsrail’e destek çıkmaktan geri durmayan bu eli kanlı tüccarların malları olmadan nasıl yaşayacağız? Olaylar yatışınca geri mi döneceğiz bütün bu kirli üretimlerin tüketicisi olmaya? Buna gönül rahatlığıyla bir cevap verebilecek miyiz, yoksa ticari bir müstemleke olarak yaşamaya ve çocuklarımızın geleceğini ipotek etmeye devam mı edeceğiz?  

Bu protestolar kalıcı olmalı, başka yolu yok! Biz bu malları elimizin tersiyle itemezsek, gelecek nesiller de sömürülmeye, zulme uğramaya ve zulüm karşısında bizim gibi aciz kalmaya devam edecek.  

Sanayileşmeyi madem bu kadar önceliyoruz, hodri meydan! Her yabancı malın yerine yerlisini, aynı kalitede, hayır daha da kaliteli haliyle koyalım o zaman. Bunun için seferber olalım, herkes üstüne düşeni yapsın. Üreticiler marketlerdeki yabancı ürün istilasına savaş açsın, daha iyi ürünler ortaya koymak için ar-ge çalışmalarına yatırım yapsın. Tüketicilerimiz yerli malı satın almak konusunda ısrarlı olsun. Devlet yerli mallar lehine yaygın ve etkin düzenlemeler yapsın, yerli üretimi teşvik etsin. Zulme destek olan markalar yerleştirildikleri bu cürümleriyle raflarda afişe edilsin. 

Sadece bugün için böyle olmasın bu, her alanda yerli üretimi şaha kaldıracak nesiller yetiştirmek için gereken tedrisatı ve zemini de hazırlayalım şimdiden. Otomobil yaptık, hava savunma teçhizatı yaptık, tekno-festlerde çocuklarımızın ne büyük bir potansiyeli olduğunu gördük; neden daha fazlasını yapamayalım? Sadece kafalarımızı değiştirmemiz gerekiyor! Tabii bütün bunlardan önce kafalarımızı kendi menfaatlerine göre değiştirenlerden paçamızı kurtarmamız lazım! 

Her alanda güçlü olmamız şart, güçlü olamazsak bu kahırlı tablo muhtemel ki değişmeyecek. Kötüler büyük bir kararlılıkla kötülüğünü tahkim ederken, biz ayağa kalkmayı yazık ki hep ihmal ettik. O üretirken biz oyalandık, geride kalınca da ürettiklerimizden vazgeçerek onların ürettiklerini satın aldık. Bu canavarı biz büyüttük. Kararlı olmamız ve çok çalışmamız gerekiyor. Her alanda kendi gücünü, zekasını, girişimciliğini, kabiliyetini, ufkunu ortaya koyacak nesiller yetiştirmemiz gerekiyor ki; kayıp zamanlarımızın açığını kapatabilelim ve kendi yağımızla kavrulabilecek noktaya gelelim.  

Biz güçlü olursak, kötülerin cesareti, kural tanımazlığı, imkanları kırılacaktır. Halen ürettiklerimize sahip çıkmak, üretemediklerimizi de en kısa zamanda üretebilmek için imkan hazırlamak gerekiyor. Devlet de bu işin öncüsü olmalı. Bunun başka yolu yok, hiç kimse bu gücü bize bağışlamayacak, kendimiz kazanmak zorundayız. Bunu çocuklarımız için yapmak zorundayız, geleceğimiz için yapmak zorundayız. İnandığımız değerler için yapmak zorundayız. Bu boynu büküklükten kurtulmak için, Müslüman'a yaraşır bir duruş kazanabilmek için bu atılımı yapmalıyız.  

Bugünden tezi yok, herkes eline kağıdı kalemi alıp en ince detayına kadar hesabını yapmalıdır. Yaptığının bir fazlasını yapmak için gücünü toplamalıdır. Birikimi yetmeyenler o birikimi kazanmak için gece gündüz zihin mesaisi yapmalıdır. Her şeyi yeni baştan düşünmek, yanlış yaptıklarımızın doğrusunu bulmak, hiç yapmadıklarımızın 'nasıl'ını, 'niçin'ini fikretmek, her günü bir öncekinden ileride tamamlamak durumundayız. Çünkü mevcut işleyişle biz güçten düşerken, zalimler güçleniyor. Demek gidişatımız yanlış, bunu düzeltmek, doğru istikameti bulup o tarafa dönmek, adımlarımızı o tarafa doğru atmak mecburiyetimiz var. Herkes fikir üretmeli, yeni fikirler ortaya çıkmalı, eksik olanın, hatalı olanın ne olduğu tespit edilmeli, tamiri gereken her şey onarılmalı... Yılgınlığın zihinlerimizi, özellikle de genç zihinleri ele geçirmesinin, kemirmesinin önüne geçilmeli...  

Bu kararlı yürüyüşe en çok zarar verebilecek şey, kendi üreten, kendi malını tüketen, her alanda kendi inisiyatifiyle yol alan ve eksik olan taraflarını tahkim eden bir topluluk olma idealinin bir ütopya olarak görülmesi olabilir. Bunlar yapılamayacak işler, gerçeğe dönüşmeyecek hayaller değil; bizim kendimiz olmakla, uyanık ve dirayetli olmakla, hayattan kopmayan, donanımlı ve özgüvenli nesiller yetiştirmekle başarabileceğimiz şeyler... Başkaları kötülük adına bunları yapmışken ve yapabiliyorken, bizim iyilik adına bir şeyler yapamayacağımızı düşünmek teslim bayrağını çekmekten başka bir şey olmaz.  

Bu yılgınlığı da bu yılgınlığı örtmek için icat ettiğimiz abartılı hamaset gösterilerini de bırakalım. Hiçbir kazanımı olmayan ezber törenleri, boş hamasi nutukları geçelim, her işin gerçeğiyle yüzleşelim, vaktimizi iyi kullanalım, yararı olan işlerle uğraşalım. Artık daha fazla vakit kaybetmeyelim. Ve kendimize güvenelim. Kafamızın içine girmek için yapmadık şey bırakmadıklarına göre bizden çekiniyor kötüler. Çekinmekte haklılar. Sadece kendimize gelmemiz, üstümüzdeki ölü toprağını silkip atmamız gerekiyor. Daha iyisini yapabilecek insanlarız, bunu yeniden keşfedelim. Başarabiliriz; yeter ki kim olduğumuzu bilelim, yani hatırlayalım! 

Hatırlayabilecek miyiz peki? Belki hatırlayacağız, belki de böyle canımızı yakarak hatırlatacaklar. Dünya yeni bir yarına hazırlanıyor, toplumlar eskiye göre çok daha bilinçli şimdi... Bizim geride kalmaya hakkımız yok. 

Gazze'nin şehitleri bizden dimdik ayağa kalkmamızı bekliyor. Mümkünse hemen bugün, olmuyorsa yarın! Ama mutlaka!

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.