Orta Doğu’nun Bulunamayan Kayıpları: Bir Milyon Yıllık Bekleyiş
Hem devlet otoriteleri hem de silahlı muhalif gruplar gibi devlet dışı aktörlerin, Orta Doğu’da yaşanmakta olan, insani krizin müsebbibi olduğu bu coğrafyanın bir gerçeği olarak kendisini net bir şekilde gösteriyordu. Kendilerine muhalif olan sesleri yok etmenin, otoritelerini güçlendirmenin ve toplumlarda terörü yaymanın bir yolu olarak, kullanılan insanları ortadan kaldırma yöntemi ise yaşanmakta olan bu insani krizin başında geliyordu. Ortadoğu ülkeleri bir yerde de meçhul eller tarafından ortadan kaldırılan; özellikle de insan hakları aktivistleri, barışçıl protestocular, gazeteciler ve siyasi muhaliflerin hedef alındığı coğrafya haline gelmişti. Rakamlar bu durumun vahametini açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
Uluslararası Af Örgütü’nün 2023 yılının ağustos ayında paylaştığı bir bilgi, Orta Doğu’da kayıplarından bir haber bekleyen ailelerin beklemekte oldukları müddetin toplamda bir milyon yıldan fazla olduğunu söylüyordu. Sayıların ortaya koyduğu şekliyle genel olarak erkeklerin muhatap oldukları bu vakalar geride sadece belirsizlik içerisinde kayıplarını bekleyen kadınlar bırakmıyor, aynı zamanda zaten zor bir coğrafya olan Orta Doğu’da kadınları ailelerinin geçimlerini sağlama noktasında bir mecburiyete de sevk ediyordu.
1968 – 2003 yılları arasındaki Baas rejimi, Baas rejimini ortadan kaldıran ve 2003 yılından 2011 yılına kadar mevcut bulunan Amerikan işgali, özellikle 2006 – 2008 yılları arasında had safhaya ulaşan mezhep çatışmaları, 2013 yılında ortaya çıkıp 2017 yılına kadar terör estiren DAEŞ varlığı, ülkeyi kasıp kavuran 2019 protestolarına karşı uygulanan şiddetle Irak, dünyada en fazla kayıp vakasının yaşandığı ülke olmuştu.
Uluslararası sözleşme yetersiz mi?
BM'nin Zorla Kaybedilme Komitesi, Irak'ta 1968'den bu yana tahminen 250.000 ila 1 milyon kişinin kayıp olduğu rakamını veriyordu. Kayıpların durumlarıyla alakalı herhangi bir gelişme ise atılan nice adımlara ve verilen sözlere rağmen ilerleme kaydetmemişti. Bunlardan özellikle ümit verici olan ve Türkçeye “Kişilerin Zor Kullanılarak Alıkonmasına Karşı Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme” (International Convention for the Protection of All Persons from Enforced Disappearance) şeklinde tercüme edilebilecek metin, 20 Aralık 2006 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş, 6 Şubat 2007 tarihinde imzaya açılmış, 23 Aralık 2010 tarihinde ise yürürlüğe girmişti.
2023 itibarıyla 98 devletin imzaladığı, 71 devlet ise onayladığı sözleşmede Irak hem imzalayan hem de onaylayan taraf olmuştu. Ülkenin bu ciddi problemine bir çözüm bulmak ise ne var ki günümüzde suların hâlâ durulmadığı Irak’ta bununla da mümkün olamamıştı. Peş peşe gelen Irak hükümetleri, kayıp vakalarını soruşturmak, kayıp kişilerin akıbetini ve nerede olduğunu ortaya çıkarmak veya cezai sorumluluğu olduğundan şüphelenilen kişileri sorumlu tutmak için adımlar atma konusunda defalarca başarısız olmuştu. Irak yetkililerinin zor kullanarak kişileri ortadan kaldırmayı hâlâ ulusal mevzuatta özerk bir suç olarak kabul etmemesi ise işin daha da vahim kısmını meydana getiriyordu.
“Ölü ya da diri, akrabalarımızı istiyoruz”
Sivil inisiyatifler tarafından atılan kimi adımlar olmuş, bunlardan özellikle Nisan 2022'de kayıp aileleri, DAEŞ ile çatışma sırasında kaybedilen akrabalarının akıbeti ve nerede olduğuna ilişkin yanıtlar talep etmek için “Ölü ya da Diri, Onları (Akrabalarımızı) İstiyoruz” kampanyasını başlatmıştı. Kampanya, ailelerin ülke çapında örgütlenmelerine yardımcı olan Irak merkezli el-Hak İnsan Hakları Kuruluşu tarafından da desteklenerek büyük bir ivme kazanmıştı.
Birleşmiş Milletler tarafından tayin edildiği üzere 2011 yılından bu yana 30 Ağustos'un Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü olarak anıldığı dünyada, Irak ciddi sayıda kalabalıkların seslerini yükselttiği bir yer olma özelliği taşıyordu. Ne var ki gelinen noktada atılan çığlıklar hâlâ somut bir adımı vücuda getirememişti.
Benzer bir durum da Lübnan için söz konusu olmuştu. 1975-1990 yılları arasında yaşanan kanlı iç savaş, arkasında 17 bin kişiden fazla kayıp vakası kaydetmişti. Kayıp yakını ailelerin bugüne kadar sevdiklerinin ölü mü sağ mı olduğunu doğrulayamadığı Lübnan’da, kayıp vakaları her ne kadar küçük ölçekli olsa da 1990 yılında savaşın bitmesinin ardından da yaşanmaya devam etmişti.
İç savaşın başladığı tarih olan 13 Nisan, ailelerin kayıplarını andığı ve hâlâ aramakta olduğu büyük katılımlı programlara şahit oluyordu. Diğer taraftan halk tarafından Lübnan hükümetlerine yapılan; parlamento önünde haftalık oturma eylemleri, Cumhurbaşkanına mektuplar ve medyadaki kampanyalar da dahil olmak üzere yıllarca süren eylemlerin ardından oluşturulan baskılar geç bir tarihte de olsa nihayet meyve vermişti.
Lübnan parlamentosu Kasım 2018'de 105 sayılı kanunu kabul etmiş ve bireysel vakaları araştırmak, toplu mezarları tespit edip açmak ve bir takip sürecini mümkün kılmak amacıyla Kayıp ve Zorla Kaybedilenler Ulusal Komisyonu'nu kurmuştu. Her ne kadar yasanın kabulü aileler için büyük bir gelişme olmuş olsa da yasa zorla alıkoymayı suç saymıyor ve zorla kaybetme şüphesi olan kişileri sorumlu tutmak için hiçbir yol sunmuyordu. Faaliyetlerin yürütülmesi için fiziki bir ofisin bile kurulmadığı Lübnan’da, bu mesele de aynen Irak’ta olduğu gibi çözülmeyi bekleyen bir mesele olarak bekliyordu.
Suriye’deki kayıpların akıbeti
Esed rejiminin aralarında siyasi isimlerin, protestocuların, insan hakları aktivistlerinin, gazetecilerin, avukatların, doktorların ve insani yardım çalışanlarının da bulunduğu on binlerce muhalif ya da muhalif olduğu düşünülen kişiyi zor kullanarak ortadan kaldırdığı Suriye’de ise, bu vakaların tarihi 2011'de başlayan karışıklığın da öncesine kadar uzanıyordu. Ne var ki Suriye rejimi 2011 yılından sonra bir cezalandırma ve gözdağı aracı olarak bu metodu arttırmıştı.
Suriye merkezli insan hakları örgütlerinin raporlarına göre, 12 yıllık zaman zarfında en az 100.000 kişi kaybolmuştu. Çok aktörlü bu çatışmalarda binlerce kişi de DAEŞ gibi terör örgütleri tarafından kaçırılmıştı. Rusya ve Çin gibi devletlerin vetoları sebebiyle Suriye’de yaşanan insanlık dramının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınamaması ise meseleyi kördüğüm haline getiren bir unsur olmuştu. 2023 yılının haziran ayında bu meseleyle alakalı önemli bir adım atılmış, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından, Suriye'deki çatışmalar nedeniyle kaybolan kişilerin akıbetinin belirlenmesi için bağımsız bir organ kurulmasını öngören tasarı onaylanmıştı. İlerleyen dönemde daha da netlik kazanacak bu organın kurulmasını öngören tasarı beklendiği üzere İran ve Rusya tarafından olumsuz karşılanmıştı.