ABD-Çin Rekabetinde Yeni safha: Nükleer Tehdit Mi?
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Akademi Direktörü Dr. Kadir Temiz, ABD’nin onayladığı gizli Nükleer Görevlendirme Kılavuzu'nun basına sızdırılmasını ve bu belgenin Çin-ABD gerilimi için ne ifade ettiğini AA Analiz için kaleme aldı.
Geçtiğimiz günlerde The New York Times'da yayınlanan bir haberde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden'ın mart ayında "Nükleer Görevlendirme Kılavuzu" adı verilen son derece gizli bir nükleer strateji planını onayladığı ortaya çıktı. Bu plan, ABD'nin nükleer stratejisini ilk kez Çin'in nükleer cephaneliğindeki genişlemenin oluşturduğu tehdide odaklanacak şekilde yeniden düzenlemeyi vaat ediyor. Bu stratejinin ortaya çıkmasının bir sebebi Pentagon'un Çin'in nükleer stoklarının önümüzdeki 10 yılda ABD ve Rusya'nın stoklarının büyüklüğü ve çeşitliliğiyle rekabet edebileceğini düşünmesi olabilir.
ABD-Çin arasında askeri rekabetin geleceği
ABD ve Çin arasındaki rekabetin en önemli boyutlarından biri askeri rekabet. Çin’in her yıl Gayri Safi Milli Hasılası’nın (GSMH) yaklaşık yüzde 7’sini askeri bütçeye ayırdığı ve daha sofistike, operasyonel silahlar, askeri ekipmanlar ve altyapı geliştirdiği artık büyük bir sır değil.
Her ne kadar taraflar öncelikli çıkarlarını merkeze alan bir rekabet içerisinde olsalar da ikili ilişkilerin sürdürülebilir yönetilmesi ve yeni işbirliği mekanizmaları oluşturulması hem Çin'in hem de ABD'nin önceliğinde.
Çin, her ne kadar ABD’nin askeri büyüklüğü, tek taraflı saldırganlığı ve askeri ittifaklarını öne sürerek silahlanma yarışında ABD’yi suçlasa da son 20 yılda Çin’in GSMH’si yaklaşık olarak 1 trilyon dolardan 17 trilyon dolara çıktı. Dolayısıyla, askeri harcamalara ayrılan bütçe de aynı oranda arttı. Kısaca Çin’in caydırıcı gücünde çok önemli bir artış yaşanırken ABD’nin de bu durumu pazarlığa açması ve bir tehdit unsuru olarak görmesi anormal bir durum değil. Son günlerde de Çin’in yükselişinin ortaya çıkardığı yeni bir gerilimle daha karşı karşıyayız.
Halihazırda Ukrayna ve Gazze’deki sıcak çatışma ve savaş ortamı düşünüldüğünde dünyanın en büyük iki ekonomisinin askeri rekabette silahlanma konusunu ön plana çıkarmaları küresel ve bölgesel riskleri de beraberinde getiriyor.
Çin’in yakın coğrafyasındaki silahlı çatışma ve siyasi istikrarsızlık alanları da gün geçtikçe artıyor. Rusya-Ukrayna savaşının gidişatı aynı zamanda Orta Asya gibi Rusya’nın nüfuz alanını içeren bölgelerde ciddi güvenlik riskini artırıyor. Güney Çin Denizi ve Tayvan gibi güncel kriz alanlarına Myanmar’ın kuzeyinde ekim 2023'ten beri devam eden çatışmalar, Bangladeş’teki siyasi istikrarsızlık ve Hindistan ile sınır sorunları eklendiğinde Çin’in ilk defa ciddi bir askeri güvenlik tehdidi hissettiği söylenebilir.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, ABD’nin bu nükleer istihdam rehberiyle bir yandan caydırıcılık gücünü göstermek diğer yandan da Çin’e mevcut güvenlik sorunlarını tek başına çözemeyeceği mesajı vermek istediği söylenebilir.
ABD’de başkanlık seçimleri ve Çin stratejisi
Martta yazılan "Nükleer Görevlendirme Kılavuzu" belgesinin ağustosta sızdırılmasının önemli bir sebebi de kasımda yapılacak ABD başkanlık seçimleridir. Zira, Çin meselesi ABD’de hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler açısından seçim sürecinin en kullanışlı araçlarından biri olmaya devam ediyor. Sızdırılan "Nükleer Görevlendirme Kılavuzu" Biden hükümetinin görev süresi içinde hem Çin hem Rusya tehdidiyle başarıyla uğraştığı ve bunu bir sonraki hükümete miras olarak bırakmak istediği mesajını verdi.
Kısa vadede bir nükleer savaş imkansız gibi görünse de doktriner boşluk nükleer silahların yayıldığı, caydırıcılık dengesinin değiştiği ve mevcut küresel güç rekabetinde ciddi bir kırılma ve çatışma durumunun oluştuğu bir ortam yaratabilir.
Aslında uzun zamandır ABD’de Çin meselesi ufak ayrıntılar dışında gittikçe Cumhuriyetçi ve Demokratların ortak kanaatlerinin oluştuğu bir mesele haline geldi. Nükleer Görevlendirme Kılavuzu'yla Biden hükümetinin muhtemel bir Donald Trump dönemi için dış politikaya belirli bir vizyon bırakmak istediği söylenebilir.
Çin’in tepkisi
Belge’nin sızdırılmasının ardından Çin Dışişleri Bakan Sözcüsü Mao Ning yaptığı açıklamada Amerikan tarafını açıkça suçladı.
Mao Ning yaptığı açıklamada ''Çin'in nükleer cephaneliğinin büyüklüğü hiçbir şekilde ABD ile aynı seviyede değildir. Çin, nükleer silahları "ilk kullanmama" politikasını ve kendini savunmaya odaklanan bir nükleer stratejiyi takip eder ve nükleer yeteneklerini her zaman ulusal güvenliğin gerektirdiği asgari düzeyde tutar. Diğer ülkelerle herhangi bir silahlanma yarışına girme niyetimiz yoktur.'' açıklamasında bulundu. Çin tarafı suçlamalara somut bir karşılık vermekten ziyade bu süreci söylem düzeyinde yönetmeye çalışıyor.
Diğer yandan ABD ve Çin arasında üst düzey güvenlik diplomasisi trafiği devam ediyor. Her ne kadar taraflar öncelikli çıkarlarını merkeze alan bir rekabet içerisinde olsalar da ikili ilişkilerin sürdürülebilir yönetilmesi ve yeni işbirliği mekanizmaları oluşturulması hem Çin'in hem de ABD'nin önceliğinde. Bu durum Çin’in küresel belirsizliklerin arttığı bir dönemde dünyanın en büyük ekonomisi ve askeri gücüyle ilişkilerini germek istemediğini gösteriyor.
Nükleer savaş ihtimali var mı?
20. yüzyılda nükleer silahların ortaya çıkmasıyla kitle imha silahlarının sınırlandırılması ve kontrolüne dair uluslararası anlaşmaların sayısında da ciddi bir artış yaşandı. Soğuk Savaş’ın sonundaki genel doktrin nükleer silahların en etkili ''caydırıcı'' silahlar olarak kontrollü şekilde varlığını sürdürmesi ve denetim mekanizmalarının uluslararası kurumlarca gerçekleştirilmesiydi. Ancak dünyanın siyasi ve askeri olarak gittikçe daha istikrarsız hale gelmesi ve küresel güç denklemindeki gözle görülür değişim sebebi ile bu doktriner yaklaşım ciddi şekilde eleştiriliyor.
Çin ve Rusya gibi nükleer silaha sahip ülkeler başta nükleer silahların ''yayılması'' olmak üzere ''ilk kullanmama'' ve ''barışı teşvik'' gibi normlarla desteklenmesi gerektiğini öne sürüyor. Soğuk Savaş’ın ardından değişen büyük güçler denklemi içinde nükleer silahların ve teknolojinin yeniden masaya yatırılması acil bir ihtiyaç olarak ortada duruyor. Kısa vadede bir nükleer savaş imkansız gibi görünse de doktriner boşluk nükleer silahların yayıldığı, caydırıcılık dengesinin değiştiği ve mevcut küresel güç rekabetinde ciddi bir kırılma ve çatışma durumunun oluştuğu bir ortam yaratabilir.