Aşırı Sağın Elde Ettiği Zaferler ve Avrupa Demokrasisinin Geleceği
Aşırı sağ partiler, Avrupa genel seçimlerinde, art arda giderek artan kazanımlar elde ediyor. Bunlardan sonuncusu ise Fransa’da yapılan erken genel seçimin ilk turunda, aşırı sağcı Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Birlik (RN) partisinin birinci çıkmasıydı.
Aşırı sağ bloklar, bu seçimden haftalar önce de Avrupa Parlamentosu’nda sahip oldukları sandalyeleri artırmayı başardı. Bu blokların aday listeleri, özellikle Avrupa Birliği’nin (AB) kurulmasında tarihi rol oynayan Fransa ve Almanya’da geniş bir zafer elde etti.
Öte yandan, yaklaşan ABD başkanlık seçimlerini eski Başkan Donald Trump’ın kazanma ihtimali, Avrupa’da yükselen bu siyasi eğilimi destekleyebilir ve onun sınır ötesi ittifakını güçlendirebilir. Elde edilen bu sonuçlar, aşırı sağın programları ve sloganları ile Polonya ve Macaristan’daki yönetim konusundaki önceki deneyimleri hakkında bildiklerimizi ön plana çıkarıyor.
Söz konusu seçim sonuçları, aşırı sağın programları ve sloganları hakkında bildiklerimize ve Polonya ile Macaristan’daki yönetim konusundaki önceki deneyimlerine dayanarak, Avrupa kıtasının İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana Avrupa entegrasyon projesine, liberal demokratik kurumların geleceğine ve Avrupa ülkelerindeki kamu özgürlüklerine yönelik benzeri görülmemiş tehditlerle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulunuyor.
Avrupa'nın siyasetinde aşırı sağcı partilerin yükselişi
AB, 2000 yılında aşırı sağcı Jörg Haider liderliğindeki Özgürlük Partisi’nin Avusturya’daki iktidar koalisyonuna katılmasının ardından Avusturya’ya yaptırımlar uyguladı. Bu yaptırımlar ise Avrupa’nın aşırı sağı ve onun AB’ye üye devletlerin yönetimlerine katılımını reddettiğini gösterdi. Ancak günümüzde aşırı sağ ve popülist partiler, Avrupa’nın siyasi ve seçim denkleminde reddedilemez bir gerçeklik haline geldi.
İtalya’da Giorgia Meloni, 2018’de iktidar koalisyonuna girmeyi başardı ve ardından partisi tek başına hükümet kurdu.
Almanya’da ise sağ popülist Almanya İçin Alternatif Partisi, son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük bir zafer elde ederek, kendisini siyasi arenada kabul ettirmeyi başardı.
Öte yandan Alman partisi, Fransa’daki Marine Le Pen’in liderliğindeki Ulusal Birlik’ten daha radikal tutumlar sergiliyor. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi, Hitler yanlısı propagandası nedeniyle Avrupa Parlamentosu’ndaki Kimlik ve Demokrasi grubundan ihraç edildi.
Aynı zamanda, Finlandiya ve Hollanda’da iktidar koalisyonuna katılan aşırı sağ, Avusturya ve İsveç’te de yükselişte. Aşırı sağ, İspanya ve Yunanistan’da da son yıllarda yapılan seçimlerde büyük kazanımlar elde etti.
Macaristan’da ise 2014’ten bu yana parlamentoda çoğunluğu elde etmeyi başaran, Viktor Orban liderliğindeki Genç Demokratlar İttifakı olarak bilinen aşırı sağ popülist koalisyonun yönetimi devam ediyor.
Diğer yandan, Jaroslaw Kaczynski liderliğindeki Hukuk ve Adalet Partisi’nin aşırı sağ popülist eğilimi de, 2015-2023 yılları arasında Polonya’da iktidarı ele geçirdi. Kaczynski hükümeti ise yargı ve medyanın bağımsızlığını kontrol etmeye çalıştı.
Bu hükümet kişisel özgürlükler, göç ve çevre politikaları konularında muhafazakar bir pozisyon aldı ve söylemine toplumsal bölünmeleri kışkırtan milliyetçi tutumlar hakim oldu. Bu yıllarda, Polonya ile AB arasındaki ilişkilerde büyük gerilimler yaşandı.
Geçtiğimiz yıl Polonya’da yapılan genel seçimlerde, Avrupa Konseyi eski Başkanı Donald Tusk liderliğindeki muhalefet ve ilerici partilerden oluşan bir koalisyon parlamento çoğunluğu elde ederek, aralık ayında Kaczynski ile partisinin iktidarını sona erdiren yeni bir hükümet kurmayı başardı.
İrlandalı siyaset bilimci Peter Mair, 2013 yılında İngilizce olarak yayımlanan “Ruling the Void: The Hollowing of Western Democracy” adlı kitabında, birçok Batı demokrasisinin muzdarip olduğu ve siyasi seçkinler karşısında halkın gerçek iradesini temsil ettiğini iddia eden, popülist ve aşırılıkçı eğilimlerin büyümesi için verimli bir zemin oluşturan hastalıkların bir tanımını yaptı.
Günümüzde aşırı sağcı adayları destekleyen toplumsal güçler artık yalnızca işçi sınıfı veya kırsal kesimle sınırlı değil. Aynı zamanda gençleri, orta ve üst sınıfları da içeriyor.
Aşırı sağ ve popülist güçlerin yükselişini tetikleyen faktörler
Aşırı sağ veya popülist güçlerin toplumsal ve siyasi etkisini artıran çeşitli faktörler var. Bunların başında refah devletinin yıpranması, ekonomik eşitsizliğin artması, çalışan ve orta sınıfların satın alma gücünün zayıflaması, konut ve kamu sağlık kuruluşlarına yönelik krizler, hem ekonomik, hem de kültürel açıdan göçle ilgili korkular, AB politikalarından duyulan hayal kırıklığı, Kovid salgınının yaşam standardına etkisi ve Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının siyasi ve ekonomik etkileri geliyor.
Ancak aşırı sağın kitlesel olarak yayılmasını sağlayan en önemli faktörlerden ilki, başta sol partiler olmak üzere g eleneksel siyasi partilerin yaşadığı kriz ve parçalanmadır. Bir diğeri ise, partiler ve iktidar rotasyonunun sosyal ve ekonomik gerçekleri değiştirme konusunda yetersiz olduğu yönündeki genel duygunun yayılmasıdır.
Aşırı sağ partiler, kendilerini parti siyaseti ve geleneksel siyasi kurumların dışından geliyormuş gibi göstererek, öncelikle bu parti ve kurumların gelenekleri ve kısıtlamalarına karşı devrimi hedefliyor.
Bahsi geçen aşırı sağ partilerin tezleri yerel bağlamlara göre farklılık gösteriyor. Ancak ister liberal, ister sol olsun, geleneksel siyasi eğilimlere karşı “düşmanlıkları” açısından birbirlerine benziyorlar.
AB veya siyasi ve ekonomik küreselleşmenin kurumları gibi ulusal egemenliği aşan projeler karşısında ulusal kimlik söylemiyle ilişki kuruyorlar.
Göçe ve göçmenlere düşman olan aşırı sağ partiler, vatandaşların sosyal ve ekonomik acılarından onları sorumlu tutuyor, göçü ulusal toplumların kültürel ve demografik dokusuna yönelik bir tehdit olarak görüyor, kültürel, etnik ve dinsel çeşitliliği reddediyor, yabancı düşmanlığını benimsiyor.
Aşırı sağ partiler, genellikle liberal bireycilik veya evrensel değerler karşısında, kendilerini geleneksel ulusal değerlerin asıl savunucuları olarak sunuyor. Bu taraflar aynı zamanda, söz konusu politikaların iş dünyası ve vatandaşlar üzerinde ekonomik yük getirdiğini düşünerek, iklim değişikliği alanındaki uluslararası çevre politikalarına da şüpheci bir yaklaşımla yaklaşıyor.
Öte yandan bu partiler ve sembol isimlerinin birçoğu Rusya’ya karşı yumuşak bir duruş sergiliyor ve Batı’nın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile mevcut çatışmasını reddediyor.
Aşırı sağ, Avrupa Parlamentosu’nda tek başına iktidar olamasa veya çoğunluğu sağlayamasa da, varlığı ve etkinliği siyaset sahnesindeki aktörler üzerinde geniş bir nüfuza sahip olmasını sağladı.
Ayrıca aşırı sağ, başta göçmen ve mültecilere yönelik olmak üzere merkezin birçok konudaki pozisyon ve politikalarını etkiledi.
Birleşik Krallık’ta genellikle ılımlı sağa mensup olan Muhafazakar Parti, göçmenler ve sığınmacılara karşı güçlü bir şekilde düşmanca tutum benimsiyor. Bu durum, Muhafazakar hükümetin, sığınmacıların Britanya topraklarından Ruanda’ya nakledilmesine yönelik bir projeyi hayata geçirme konusundaki ısrarında net olarak görüldü.
Bu konu, ülkedeki Muhafazakar ve İşçi Partisi liderleri arasındaki mevcut seçim tartışmalarında merkezi bir konuma da sahip oldu.
Yeni Göç ve İltica Paktı
Avrupa Parlamentosu’nda yapılan son seçimlerinden önce, AB, Avrupa temsil kurumlarındaki aşırı sağcı siyasi nüfuza ayak uydurmak için proaktif bir adım olan “Yeni Göç ve İltica Paktı” olarak bilinen belgeyi kabul etti.
Avrupalı siyasi aktörler ve onların siyasi söylemlerinde tanık olunan dönüşümlerdeki ciddiyet göz ardı edilmeksizin, Avrupa ülkelerindeki liberal, sol ve merkez sağ siyasi elitler hala aşırı sağ tehdidini kontrol altına alma, özellikle gençler olmak üzere daha geniş toplumsal grupları temsil eden partilerin rolünü yeniden canlandırma ve Avrupa’nın ulusal ve bölgesel demokratik kurumlarına olan güveni yeniden tesis etme fırsatına sahip.
Öte yandan, Avrupa ülkelerindeki parti haritası ve uzantılarının çeşitliliği, aşırı sağın seçim yükselişine karşı bir “savunma kalesi” olarak kabul edilebilir.
Fransa’da yapılan mevcut seçimlerde, solun çeşitli kanatlarından oluşan ve Yeni Halk Cephesi olarak bilinen geniş bir grup seçimlerin ilk turunda ikinci parti oldu.
Avrupa Parlamentosu’ndaki merkezci partiler, hâlâ parlamento çoğunluğunu kontrol ediyor.
Sol ve liberal siyasi partileri yeniden canlandırmak, onların konumlarını yeniden tesis etmek ve aralarındaki blokları ve ittifakları güçlendirmek, geçen yıl Polonya’da olduğu gibi aşırı sağın seçimlerdeki etkisini kontrol altına alma ve iktidarını devirme yollarından biri olarak görülüyor.