Husiler “Velayet-i Fakih” Sistemini İran’dan Nasıl İthal Etti?
Husilerin, 21 Eylül 2014’te Yemen devletine karşı gerçekleştirdiği darbe ve cumhuriyeti devirmeleriyle yükselmelerinden bu yana, kontrol ettikleri bölgelerdeki (başkenti Sana olan) siyasi otoritenin mahiyeti ve yapısı konusunda gözlemcilerin büyük ölçüde kafası karışmış durumda.
Bazıları, Husilerin, 26 Eylül Devrimi (1962) aracılığıyla Yemen’deki Zeydi İmamlığı yönetimine son veren cumhuriyetçi düşünceyle tam bir çelişki oluşturduğuna inanıyor.
Yemen’deki mevcut siyasi gerçeklik göz önüne alındığında, bu kesin olarak görülen bir konudur.
Husi ideolojisi
Husiler, teolojik açıdan On İki İmam mezhebine yakın olan Zeydi-Carudi mezhebine mensuplar.
Husilerin bu mezhebi benimsemesi, grubun lideri ve oğlunun İran’daki uzun süreli varlığıyla birlikte, Husiler ile İran arasındaki ideolojik ve siyasi ilişkinin şekillenmesine katkıda bulundu.
Yemen’de Carudi mezhebini benimseyen pek çok aile olmasına rağmen, İran’a olan yakınlığının bir sonucu olarak, aynı doktrinin üyeleri arasındaki iç çatışmalarla mücadele ederek liderliği ele geçirmeyi başaran Bedreddin el-Husi oldu.
2001’in başlarında ise, onun oğlu Hüseyin Bedreddin el-Husi bu projeye öncülük etti ve kısa süre içinde Yemen hükümetiyle savaşa girdi.
Husi grubu ile Yemen hükümeti arasında yaşanan savaşlar, grubun o zamanki lideri Hüseyin Bedreddin el-Husi’nin öldürülmesine yol açtı.
Bunun ardından, grubun liderliğini 2004 yılında onun kardeşi olan Abdülmelik el-Husi üstlendi.
Arap Baharı olaylarıyla birlikte Husilerin genişlemesinin önü açıldı ve 2014 yılında Yemen hükümetine karşı darbe yapıldı.
İki otorite arasındaki benzerlik
Husilerin kendi bölgelerini yönettikleri siyasi otoritenin mahiyetini gözlemleyen herkes, bu otorite ile İran’daki Velayet-i Fakih sistemi arasındaki benzerlik ve uyumu görecektir.
Grubun lideri Abdülmelik el-Husi, Velayet-i Fakih fikrinin gerçek bir temsilcisi olarak kabul ediliyor.
Ancak, İran’daki Velayet-i Fakih, doğrudan İran rejiminin Uygunluk Ayırt Etme Konseyi tarafından seçilirken, Husi grubunun literatürüne göre, Abdülmelik el-Husi doğrudan gökten atanan bir lider, rehber ve alimdir.
Bu durum, grubun üyesi Abdülmelik el-Ajri’nin, ABD merkezli Atlantic dergisine verdiği bir röportajda da açıkça görüldü.
Ajri, söz konusu röportajında, Abdülmelik el-Husi’nin yetkisi “doğrudan halktan geldiği” için, gelecekteki herhangi bir hükümet altında Yemen’deki en yüksek siyasi otorite olmaya devam edeceğini ve bunun tartışmaya kapalı olduğunu söyledi.
Önde gelen bir Husi liderinden “türünün ilk örneği” sayılabilecek böyle bir açıklama, dış siyasi söyleminde kaçamak tavırlar sergileyen grup için, siyasi yapısının niteliğine ilişkin yeni bir netlik döneminin başladığını gösteriyor.
Bu durum grubun, özellikle savaşı durduran uzun ateşkesin ışığında, kendisine karşı savaş yürütülmesine ilişkin korku duvarını aştığının da bir göstergesidir.
Grubun zayıflığının artması, Gazze savaşı ve “kuşatma” altındaki Husilerin Kızıldeniz’in güneyindeki uluslararası nakliye trafiğini ablukaya alınması ışığında, soğukkanlılığını yeniden kazanması ve saflarını bugünkü şekliyle düzenlemesi konusunda daha büyük bir ivme kazandırdı.
Ajri, söz konusu röportajında ayrıca, Husilerin lideri Abdülmelik el-Husi’nin, Lübnan’daki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’tan "daha güçlü ve daha büyük" olacağını, çünkü Husilerin Yemen’de "ana oyuncu ve ana paydaş" olacağını dile getirdi.
Başka bir deyişle, bu görüşe göre Abdülmelik el-Husi, devletteki tüm meselelerde son söz söyleyen, İran’ın dini liderinin muadili olarak görev yapacak.
İran hegemonyası
Husiler, grubu uygulamaya çalıştıkları yönetim modeli hakkında konuşmaya iten iki büyük ikilem arasında sıkışmış durumda.
Bunlardan ilki, dini ve siyasi olarak Zeydiliği temsil etme hakkına kimin sahip olduğu konusunda, Zeydi-Zeydi çatışmasına yönelik sorunlardan kaçışlarıdır.
Bu, Zeydi toplumunun şiddetli savaşlar yaşamasına neden olan tarihi bir sorun ve bu durum, acı çatışma tarihi boyunca istikrar kazanmadı.
Husi grubu, Zeydi kimliğini sürekli iddia etmesine rağmen, içinde bulunduğu mevcut çıkmazı aşmak için Zeydiliğin özüne de birçok değişiklik getirdi.
Cumhuriyet fikrinin karşı karşıya olduğu en büyük çıkmaz, Husiler dışında, Yemenlilerin aşmayı kabul edeceği düşünülmeyen, Zeydi İmamlığı fikrinin tam tersi olmasıdır.
Husiler, aynı anda birden fazla imamın varlığına izin veren Zeydi ikileminin kendi literatürlerinde de mevcut olduğunun farkında.
Bu durum, Zeydilerin kendi içinde Haşimi soyundan geldiğini iddia edenler arasındaki rekabetin yanı sıra, on altı şartına göre bu konuda diğerlerinden daha nitelikli olan Haşimi boylarının ikileminin de önünü açıyor.
Husilere meydan okuyan ikinci ikilem ise, İran’la olan yönetim ilişkisinin mahiyeti ve birçok güncel konu ve meselede son sözü kimin söyleyeceğidir.
Bu, şu ya da bu şekilde, söz konusu ilişkinin çeşitli aşamalarında açıkça görülüyor.
Bu ilişki niteliğinin en açık testi, Yemen’de barışın konuşulmasını içeren meseleydi.
Husi grubu, sırf İran reddettiği için uzun bir süre barış fikrini reddetti.
Daha sonra İran ve Suudi Arabistan nihayet yakınlaştıktan sonra, Husi grubu aniden, “Yemen’de barış için yol haritası” adı verilen sürece doğru güçlü bir şekilde ilerledi.
Melez ideoloji ve ideolojik çelişki
Sonuç olarak Husiliğin, bugünkü haliyle, İmam fikrine ilişkin olarak birbirine zıt iki mezhep düşüncesi olan Zeydi İmamlığı ve On iki İmam-Velayet-i Fakih gibi teokratik fikirlerin melez bir ideolojisi olduğu söylenebilir.
Zeydiler, İmam’ın sarayda bulunması gerektiğine inanırken, On iki İmam düşüncesinde ise “İmam’ın gaib olduğuna” ve o dönene kadar Velayet-i Fakih’in onun adına hareket edeceğine inanılıyor.
Burada Husiler, iki ikilem arasında kalacak.
Ne Yemenlilerin vazgeçemediği cumhuriyetin aksi olan imamet fikriyle halkın karşısına çıkabiliyorlar, ne de Velayet-i Fakih’i kendisine siyasi model olarak alan İran’ın nüfuzunun üstesinden gelebiliyorlar.
Bu, İran İslam Devrimi’ni “yurt dışına ihraç etme” fikrinin başarılı olduğunun ve dolayısıyla Zeydi Husilerin inanmadığı, son İmam Muhammed Mehdi bin Hasan Askeri’nin geri dönüşüne zemin hazırlayan İslam Devrimi projesinin tamamlandığının bir göstergesidir.