Arap Dünyasında Gazze Meselesi
Gazze elbette ki sadece Arapların ya da Arap dünyasının meselesi değil, birçok yönüyle tüm dünyanı meselesi. Öte yandan özel bağlamında daha çok Müslümanların ve Arap dünyasını tabii olarak daha fazla ilgilendiriyor.
Ahlaki ve inanç boyutundan söz etmeye gerek bile yok. İsrail’in hiçbir ayrım yapmadan gerçekleştirdiği katliamlardan, Müslümanları evsiz, barksız, okulsuz, hastanesiz bırakmasından, açlığa mahkum etmesinden istisnasız herkes, kendi payına düştüğü kadarıyla sorumlu. Bu durumu not ettikten sonra başlıkta işaret etmeye çalıştığım reel duruma dönmek istiyorum.
Geldiği nokta itibariyle İsrail’in çok belirgin bir strateji ve amaç doğrultusunda devam eden saldırganlığı fırsat/maliyet hesabı yapılacak, idare edilecek, çözümü ertelenecek bir mesele olmaktan çıktı. Aslında bu saptama 1948’den beri geçerli, ancak 7 Ekim süreci bu durumu herkes için görünür kıldı. Bunun temel nedeni, Filistin meselesinin ve bugün artık Gazze’nin Arap dünyası için sahip olduğu özel konumdur. Arap dünyasının siyasal aktörleri –daha net bir ifade ile Arap ülkeleri/devletleri-, ister İsrail’e düşmanlık politikası yürütsün ister İsrail’le barışmayı stratejik bir amaç haline getirsin, Filistin meselesini göz ardı edemez.
Genel anlamıyla bu yargı bütün Arap dünyası için geçerli, çünkü Filistin meselesi sadece ulusal güvenlik meselesi değil; sıradan Araplar için bir onur meselesi. Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan için ise İsrail reel politik açıdan çok daha önemli ve aciliyet kesbeden bir mesele.
Dikkat edilirse her bir ülkeden bir şekilde tepki geliyor. Mısır sınırdaki duvarı ve tel örgüleri tahkim etmekle, Ürdün Gazze’ye havadan insani yardım ulaştırmakla ve ateşkesi sağlamak için çaba sarf etmekte. Lübnan ise kurbanlık koyun misali savaşın kendi topraklarına gelmesini bekliyor. Suudi Arabistan ise stratejik bir mesele olarak gördüğü İsrail’le barışmayı nasıl sürdüreceğinin hesaplarını yapıyor. Katar ise ateşkesi sağlamak için esaslı ve sürekli bir çaba içinde ve bu yönüyle diğer ülkelerden pozitif olarak ayrışıyor.
İsrail’in stratejik amacı
İsrail’in Gazze’ye yönelik mevcut saldırganlığını basit bir intikam duygusu hatta Hamas’ı tasfiye etme amaçlı olarak yorumlamak eksik kalacaktır. 1948’den beri İsrail’in harekat tarzına bakıldığında tarihi Filistin topraklarını işgal etmeye devam etmek üzere kurulu olduğu görülür. Bu işgal farklı biçimlerde, kimi zaman yoğun kimi zaman durağan şekilde de olsa devam etmektedir. Dahası bu işgal toprakları ele geçirme güdüsüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda toprakları insansızlaştırma yani soykırım yöntemi ile gerçekleşmektedir. Bütün Filistinlileri öldüremeyeceğine göre Filistinlileri başka topraklara sürmek de bu stratejinin önemli bir parçasıdır.
7 Ekim’den sonra Gazze’de yaşayan insanları Mısır’a sürmenin yollarını aramaktadır. İsrail’in bu niyeti kimi zaman Netanyahu’nun kimi zaman Savunma Bakanı ya da Göç Bakanı’nın kimi zaman ise ihtiraslı Siyonist emlakçıların söylemlerinde tezahür etmektedir. 2020 yılındaki hükümet programında Batı Şeria’nın %35’inin ilhak planı açık bir şekilde yer almaktaydı. Konjonktür İsrail’i Gazze’ye yönlendirdi. Peki bu durum tarihsel olarak ne anlama geliyor?
1948 savaşından sonra yaklaşık 700 bin, 1967 savaşından sonra da 400 binden fazla Filistinlinin Ürdün, Mısır ve Lübnan’a göç etmesi bu durumun önemli bir tezahürüdür. Bu rakamlar bugün 5 milyonu aşmış durumda. Birçok ülkede açlık ve çaresizlik görüntülerinin yansıdığı Filistin kampları mevcut. Bu çaresizlik görüntüsü kamplarda yaşayan Filistinlilerin değil, İsrail’le mücadele etmeyi başaramayan aktörlerin görüntüsü.
İsrail Arap devletleri ya da Filistinlilerle yürütülen hiçbir müzakerede bu insanların geri dönmesini bırakın kabul etmeyi, pazarlık konusu yapılmasını dahi kabul etmemektedir. Başka bir deyişle topraklarından göç ettirilen tek bir Filistinli vatanına geri dönememiştir. Dönse bile zaten evi barkı, bahçesi, tarlası, toprakları işgal edilmiş ve temellük edilmiş durumda.
Lübnan, Mısır ve Ürdün’ü zorlayan tehlike
İsrail gün geçmiyor ki Lübnan topraklarını bombalamasın. Hizbullah üslerini bombaladığını ifade etse de sonuçta Lübnan toprakları. Dahası bu işgalin Lübnan’ın geri kalan kısmına yayılmayacağının garantisi yok.
Ürdün ve Mısır’ı zorlayan tehlikenin boyutları daha geniş ve kritik. Çünkü bu iki ülkeyi bekleyen risk yalnızca İsrail’le çatışmak değil. Aynı zamanda tehlikenin bu iki ülkenin içine taşınmasıdır. Tehlike o kadar yakın ve önemli ki 1973’ten beri İsrail’le çatışmayan bu iki ülke için savaş iyi bir seçenek bile kalabilir.
Neden mi?
Tarihsel tecrübe bize gösteriyor ki İsrail’in Filistinlileri Arap ülkelerine sürmesi ne Filistinlilerin kendileri ne de İsrail’le çatışmaktan kaçınan Arap ülkeleri için bir çözüm değil. Aksine herkes için yeni bir sorunun başlangıcı oluyor.
Sebebi ve sorumlusu kim olursa olsun, -elbette ki bütünüyle değil- Arap ülkelerinde oluşan Filistin diasporası, Arap ülkelerine siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan önemli katkılar yapmıştır. Öte yandan 1970 Kara Eylül olaylarının gösterdiği gibi ciddi problemlere de yol açmıştır. Sonuçta bu sürecin en çok kaybedeni başta Filistinliler ve Arap ülkeleri (devletiyle, iktidarıyla, halkıyla) olmuştur.
Gazzeliler ölecek mi vatanlarını mı terk edecek!
İsrail bugün Gazzelileri ölmekle vatanlarını terk etmek arasında tercihe zorluyor. Yola çıkanları da bombalıyor ancak bu başka bir mesele. Bütün dünyaya ve Arap ülkelerine de Gazzelileri topraklarına kabul etmedikleri takdirde öleceklerinin mesajlarını veriyor. Gazze’nin coğrafi konumu itibariyle bu meseleye muhatap şimdilik Mısır. Ancak İsrail’in tezlerinin kabul edilmesi durumunda problemin tüm bölgeye yayılacağı da aşikar. Ayrıca yakın zamanda Batı Şeria’da ortaya çıkması benzer senaryoda Ürdün benzer tehditle karşı karşıya kalacak.
Kaldı ki bu seçenekler bir çözüm değil, yeni problemlerin başlangıcı ve temelini oluşturacak.
Filistinliler ölür ya da vatanlarını terk ederse İsrail topraklarına el koyacak. Mısır’a yerleşirlerse İsrail için sonuç değişmeyecek. Ve problem Mısır’ın içine taşınmış olacak.
Çözüm yok mu? Başka bir deyişle Filistinliler ölmekle vatanlarını terk etme seçeneklerinden birini tercih etmek durumunda mı? Elbette ki hayır.
Tek çözüm yolu İsrail’in durdurulması, Filistin topraklarını terk etmesi ve bir daha saldırmasının önüne geçilmesi. Bu yapılmadığı takdirde meselenin her geçen gün daha da büyümesi tesadüf değil. Bu elbette ki kolay değil ve Arap ülkelerinin elinde bunu temin ede bilecek araçlar da mevcut. Her şeyden önce bu amaçla hareket edilmesi gerekiyor.
Aksi takdirde Arap ülkeleri yeni bir sarmalın içine girebilir. Arap ayaklanmalarının üç sloganı “ekmek, özgürlük, adalet” idi. Bu süreç büyük oranda ülkelerin kendi koşulları çerçevesinde ortaya çıkmıştı. Ancak sebepleri itibariyle farklı, sonuçları itibariyle benzer bir sarmal tehlikesi mevcut. Başka bir deyişle İsrail, devletleri, iktidarları ve halkalarıyla Arap ülkelerinin ekmeği, adaleti ve Hegelyen anlamda özgürlüğü için yeni bir tehdit kaynağı olmaya doğru ilerliyor.