1970’lerin İslamcı Siyasetinin İkonu Suud Kralı Faysal, Atatürk Hayranı Mıydı?

Orta Doğu araştırmacısı Mehmet Akif Koç, 1960-70’li yıllarda Orta Doğu’nun en önemli liderlerinden biri olan Kral Faysal’ın, henüz 26 yaşında genç bir prens ve dışişleri bakanıyken 1932’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretini ve burada Atatürk’le görüşmelerini, dönemin Türk basınına yansımalarıyla Fokus+ için inceledi.
Mehmet Akif Koç
1970’lerin İslamcı Siyasetinin İkonu Suud Kralı Faysal, Atatürk Hayranı Mıydı
31 Mayıs 2024

Türkiye’de Orta Doğu siyaseti ve Ankara’nın Orta Doğu’yla ilişkilerinin geçmişine dair ilgi çekici bulduğum çok sayıda ezberler var. Bunlardan bir tanesi, Orta Doğu siyasetinin münhasıran dindar/İslamcı siyasetin ilgi alanı olduğuna dair algı. Bunun simetrik tarafında yer alan ve benzer bir bilgisizlikle beslenen bir başka algı ise, Atatürk zamanında Türkiye’nin yönünü tümüyle Batı’ya döndüğü ve “Orta Doğu bataklığı”ndan tamamen uzak durduğu, bu bölgeyle ilgili olması gereken politikanın da esasen bundan başka bir şey olmadığına dair algı.  

İki farklı kesimden sadır olmasına rağmen, her ikisi de temelsiz ve tadil edilmeye muhtaç algılar bunlar. Buna örnek olarak, ezber bozucu bir örneğin üzerinde durmak istiyorum: Atatürk döneminde Suudi Arabistan ile ilişkiler ve daha özelde, 1970’lerde uluslararası İslamcı siyasetin ikonuna dönüşen meşhur Kral Faysal’ın Atatürk’le ilişkileri.  

Suudi Arabistan’ın doğuşu ve Atatürk dönemi Türk-Suudi ilişkileri 

1902 yılında Riyad’ı yeniden ele geçirerek modern dönemde devletleşme yolunda önemli bir adım atan Suud ailesi, I. Dünya Savaş boyunca İngilizlerle ilişki içinde olmasına rağmen, Hicaz merkezli Şerif Hüseyin öncülüğündeki Osmanlı aleyhtarı 1915 Arap İsyanı’na doğrudan katılmamıştı. Ancak, Osmanlı’nın yıkılmasının nimetlerinden Şerif Hüseyin gibi Suud ailesi de yararlanacak ve bir süre sonra İngilizlerin himayesinde devletleşecekti. 

Orta Arabistan merkezli bir hareket olarak ortaya çıkan Suudiler, İngilizlerin himayesinde ve Arap İsyanı’ın adeta bir ödülü olarak kurulan Hicaz Hâşimî Krallığı topraklarına saldırarak 1924 yılında Mekke ve Medine de dâhil olmak üzere tüm Hicaz’ı da topraklarına kattı. Şerif Hüseyin’in İngilizlere sığınarak Hicaz’ı terk etmesinin ardından Suud ailesinin önünde herhangi bir engel kalmadı.  

Bu sırada Anadolu’da politik düzen değişmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karışmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923’te resmen ilan olunmuştu. Arap Yarımadası’ndaki bu fiili durumu ve değişen askeri/siyasi dengeleri kabul eden genç Türkiye Cumhuriyeti, 8 Ocak 1926’da yeni Suudi devletini tanıdı ve 1926’da Cidde’de resmen maslahatgüzarlık açtı. Bu diplomatik temsilin seviyesi bilahare elçilik ve büyükelçiliğe dönüştürüldü. Bunda hiç şüphesiz, Suudilerin 1915 Arap İsyanı’na doğrudan katılmamış olması ve Şerif Hüseyin’in 3 Mart 1924’te Ankara’da ilga edilen Hilafet müessesesine sahip çıkarak hemen birkaç gün sonra Mekke’de kendisini Halife ilan etmesinin hem Türk hem Suudi tarafında doğurduğu reaksiyon da vardı. 

Atatürk ve genç cumhuriyetin özelde Suudi devletine, genelde ise Araplara yönelik tutum ve politikası, dönemin Başbakanı ve Atatürk’ün yakın silah arkadaşı İsmet İnönü’nün hatıralarında şu şekilde ifade edilir:  

Biz, milli mücadeleye başladığımız zaman, Araplara gösterilebilecek saf yürek ve iyi niyet delilini hiçbir tereddüde mahal vermeyecek surette göstermiştik. Bizim bulduğumuz hal şekli şudur: Osmanlı İmparatorluğu’ndan çıkan Türk milleti, Araplar üzerinde herhangi bir amaç iddiasından kesin surette vazgeçiyor ve Arap milletini kendi evinde, kendi kaderinin sahibi olarak yaşamak salahiyetinde görüyor ve gösteriyordu…” 

Atatürk döneminde Türk – Suud ilişkilerindeki ilk yazılı ahitleşme ise 3 Ağustos 1929 tarihli dostluk antlaşmasıdır. Suudi devletini (ilk resmi adıyla Hicaz ve Necid Krallığı) resmen tanıyan ilk ülke olma payesi de yine Atatürk’ün genç cumhuriyetine aittir. 22 Eylül 1932 tarihinde Hicaz ve Necid Krallığı’nın ismi değişti ve “Suudi Arabistan Krallığı” olduğu ilan edildi. 1926’da olduğu gibi 1932’de de yeni devletin kuruluşunu ilk tanıyan ülke, Atatürk’ün reisicumhuru olduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir. 

Emir Faysal’ın yükselişi ve 1932’deki Türkiye ziyareti 

1906 yılında Riyad’da doğan Faysal, Suudi Arabistan’ın kurucu Abdülaziz bin Suud’un oğullarından biri olup, genç yaşında politik görevlerin içinde olmaya başladı. 1919’da I. Dünya Savaşı’ndan galip ayrılan İngilizleri tebrik etmek amacıyla Londra’ya gönderilen Suudi delegasyonunda babasını temsilen görev aldığında 13 yaşındaydı. Babası Abdülaziz Hicaz’ı tamamen ele geçirip devletin sınırlarını genişlettiğinde, bu sefer 20 yaşındayken Hicaz Emiri oldu. 1930 yılında ayrıca Dışişleri Bakanı olarak da atandı. 1954 yılında Başbakanlık koltuğuna oturdu, 1964 Mart ayında ise ağabeyi Kral Suud bin Abdülaziz’den sonra taht için en büyük aday olduğunu simgeleyecek şekilde veliaht prens olarak atandı. Nitekim kısa bir süre sonra aile meclisinin zorlamasıyla tahttan çekilmek zorunda kalan Suud bin Abdülaziz’in yerine aynı yıl içinde Suudi Arabistan Kralı oldu ve suikastla öldürüldüğü 1975’e kadar ülkeyi yönetti. 

Daha sonraları Suud Kralı sıfatıyla, Arap milliyetçiliğinin başarısızlığı karşısında Filistin meselesinin en büyük savunucusu, 1969 İslam Zirvesi’nin / İslam Konferansı Teşkilatı’nın öncüsü ve 1973 Petrol Ambargosu döneminin en kritik figürü olacak Prens Faysal, Hicaz Emiri ve Dışişleri Bakanı sıfatıyla 8-23 Haziran 1932 tarihlerinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Dönemin Türk basınında da geniş şekilde yer verilen ve Faysal’ın Atatürk’le birkaç sefer görüştüğü bu ziyarete biraz daha yakından bakmakta fayda var. 

Uzun bir geziye çıkan ve bu seferde İtalya, İsviçre, Fransa, Britanya, Hollanda, Almanya, Polonya, Sovyetler Birliği, Türkiye, İran, Irak ve Kuveyt’i ziyaret eden Emir Faysal önce 8 Haziran’da İstanbul’a vardı, bilahare 12 Haziran’da Ankara’ya geçerek burada Atatürk’le görüştü. Emir Faysal, İstanbul’da Türk basınına verdiği mülakatta şu ifadeleri kullanarak Türk-Suudi dostluğunu ve Atatürk’ü övdü:  

Çok sevdiğim Türkiye’ye bir ecnebi olarak geldiğimiz halde, bize yabancı bir diyarda bulunduğumuz hissi hiç gelmiyor. Bu gayet tabiidir, çünkü asırlarca beraber yaşadığımız bu kardeş memlekete bir yabancı gibi değil, bilakis ayrılığın ve uzun yılların hasretini çok derin hissederek geldik. On sene evvel bir olan bu iki ülkeyi birbirinden ayıran tarihi hadiseler, coğrafi hudutlar bu iki kardeş milletin kalpten gelen samimiyetini yıkamamıştır. İki memleket münasebatının dostane olduğunu söylemeyi zait görüyorum. Kardeş iki millet her zaman dosttur ve dost kalacaktır. Ankara’da üç gün kalarak yüksek şahsiyetlerinin hayranı ve takdirkârı bulunduğum Reisicumhur hazretlerine, Suudi Melik hazretleri tarafından yazılmış bir teşekkür mektubunu takdim edeceğim.” 

9 Haziran 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesi ilk sayfadan, “Hicaz Veliahtı Faysal Hz. dün gece İstanbul’a geldi” başlığıyla fotoğraflı verdiği haberde, “Emir Hz. merasimle karşılandı ve çok samimi beyanatta bulundu” ifadelerini kullandı. Dönemin bir başka etkili gazetesi Vakit de birinci sayfadan ve sürmanşetten verdiği “Hicaz kralının oğlu Emir Feysal Hz. şehrimizde” başlıklı haberin devamında şu ilginç bilgiyi de nakleder:  

Emir Hazretlerinin yaverleri Türk ordusunda senelerce bulunmuş Şükrü Eyyubi Paşa’nın oğludur. Halit Eyyubi Büyük Umumi Harp’te Çanakkale muharebelerinde bulunmuştur. Kendisi Türkçeyi gayet iyi konuşmaktadır.” 

12 Haziran günkü Cumhuriyet gazetesinin yine birinci sayfasındaki haberde, Ankara’ya hareket eden Emir Faysal için, 13 Haziran’da Reisicumhur Kemal Paşa’nın Çankaya Köşkü’nde bir akşam ziyafeti vereceği, ertesi gün öğlen İsmet Paşa’nın Karpiç lokantasında yemek vereceği, ardından Kâzım Paşa’nın bir akşam yemeği vereceği kaydedilir. 

Cumhuriyet gazetesinin 14 Haziran günkü sayısında Reisicumhur Kemal Paşa’nın Emir Faysal’ı resmi görüşmede “kabul buyurduğu” ve içtenlikle bir konuşma irat ettiği belirtilir. Atatürk sözkonusu konuşmada şu ifadeleri kullanır: 

İmparatorluğun tasfiyesini kabul eden Türkler kendi istiklallerinin yanıbaşında İmparatorluktan ayrılan dünkü kardeş insanların dahi kendi hudutları dâhilinde kendi istiklal haklarına sahip birer mevcudiyet halinde tebarüz etmelerini istediler. Adı değişmiş bir istila demek olan manda bizim muahedelerimizde yer bulamamıştır. Biz imparatorluktan ayrılan Müslüman milletlerin müstakil bir hayata mazhariyetlerini esas tuttuk... Necit taraflarında dürüst ve metin bir hayat yaşadıklarını bildiğimiz Beni Suud’un muahharan Hicaz’a da şamil müstakil bir devleti teşkil etmeleri ve bu güzel vaziyeti kuvvetli bir hükümetle idare ve idamede kudretli bir iktidar göstermeleri memnuniyetimizi mucip olmuştur... Nitekim Hicaz ve havalisi meliki Abdülaziz bin Suud Hazretleri oğlunu iki ay süren bir Avrupa seyahatine göndermekle bu terakki ve inkişaf arzusunun orada da kemalile hâkim olduğunun pek açık bir misal ve delilini vermiştir...”  

Ankara’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün konuk Emir onuruna verdiği ziyafette bütün vekiller ve erkân-ı hükümet de hazır bulundu. 14 Haziran tarihi Akşam gazetesinde Emir’in Ankara’da İş Bankası ve Ziraat Bankası’nı da ziyaret ettiği ve “her dairesini gezdiği İş Bankası’nın Cumhuriyet’in muvaffak eserlerinden biri olduğunu öğrenince takdirlerini ifade ile ‘Böyle bir esere görmeden inanılamaz’ buyurduğu” kaydedilir. Emir Faysal başkentte ayrıca çeşitli kamu kuruluşlarını ziyaretinin yanısıra, Kırıkkale’ye de geçerek fabrikalarda incelemelerde bulundu, 15 Haziran’da ise İstanbul’a döndü. 

Ankara temaslarını tamamlayıp İstanbul’a geçen heyetin bir hafta daha bu şehirde kalacağı kaydedilir Türk basınında. Cumhuriyet’in 17 Haziran tarihli nüshasında açıklaması alıntılanan Hicaz Hariciye Nazırı Hamza Bey şu sözlerle Ankara seyahatlerini anlatır:  

Ankara seyahatimiz fevkalade iyi geçti. Emir Hz. ve hepimiz unutulmaz hatıralar ve kıymetli intibalarla meşbu bulunmaktayız. Bilhassa genç Türkiye’nin on sene zarfındaki terakki ve tekâmülü şayanı hayret derecede iftihara şayandır.” Nazır’ın sözlerini haber yapan aynı gün tarihli Milliyet’te ise ilaveten şu demecine de yer verilir: “Emir Hz., Gazi Hazretleri ve hükümet erkanı ile görüşmekten ve Ankara’da gördükleri hüsnü kabulden pek ziyade mütehassıs oldular. Biz kendimizi hükümet merkezine zaten yabancı telakki etmiyorduk. Hadisat, Ankara’da gördüğümüz hüsnü kabul ile tahminlerimizi fiilen de teeyyüt etti…” 

18 Haziran günkü Milliyet’te ise Emir Faysal’ın Büyükada’da bir gezinti yaptığı belirtilerek, şu açıklamalarına yer verilir: “Memleketin her tarafında intibah alâimi beni pek ziyade alakadar etti. Ziyaretlerimiz esnasında bizi en ziyade memnun eden şey, bu müesseselerin kâmilen Türkler tarafından idare edilmekte olmasıdır. Bu, şarklıların Avrupalılardan geri olmadıklarını ispat eden bir keyfiyettir. Bunu Türkiye’nin umumi hayatının her safhasında müşahede ettik. Mekteplerinizde, fabrikalar ve demiryollarınızda bahsettiğim bu intibah [uyanış] göze çarpmaktadır. Bu gördüğümüz icraat ancak 8-10 senelik bir faaliyet mahsulüdür. Bu itibarla yapılan faaliyet bir kat daha şayanı takdirdir.” 

Sonraki günlerde İstanbul’da kişisel işleriyle meşgul olan Emir Faysal’ın bazı günler öğleden sonra otomobille şehirdeki camiler ve diğer turistik mekânları görmek için Pera Palas’tan ayrıldığı gazetelerin birinci sayfa haberlerinde izlenebilir. Her ne kadar dönemin matbuatında yer verilmese de, Emir’in İstanbul’da bu kadar uzun kalmasının bir sebebinin de aynı yıl evleneceği İffet Hanım ve ailesiyle vakit geçirmek olduğunu daha sonraki gelişmelerden anlayabiliriz. Suud ailesine mensup bir prensle Adapazarı’nda yaşayan Çerkes bir ailenin kızı olan İffet Hanım (1916-2000) sayesinde Faysal, sonraki yıllarda Türkçeyi de öğrenmişti. 

Emir Faysal İstanbul’dan ayrıldıktan sonra vapurla Batum’a, oradan da İran Şahı Rıza Pehlevi’nin misafiri olacağı İran’a gitti; ardından Irak’ı ziyaret ettikten sonra ülkesine geri döndü. Emir Faysal Türkiye’den ayrılırken, bilahare aynı yıl ülkesinde evleneceği İffet Hanım’ı da beraberinde götürmüştü. 

*** 

Faysal, 1964’te krallık tahtına oturduktan bir süre sonra, 1966 yılında Türkiye’ye bir resmi ziyaret daha gerçekleştirdi. 29 Ağustos – 4 Eylül tarihlerinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın resmi davetiyle gerçekleşen bu ziyarette de hem İstanbul hem de Ankara’yı ziyaret eden Faysal üst düzey resmi törenle karşılanmış, bilhassa İstanbul ziyaretinde halkın da sıcak karşılamasına mazhar olmuştu.