Japonya ile İslam Arasında Bağlantı Noktası Oluşturan Sanat: Manga
Japonya’da İslam denildiğinde pek çok insan bunu tuhaf karşılıyor. Çünkü İslam’ın temelleri Doğu Asya’daki diğer yerlerde olduğu gibi Japonya’da da mevcut olmasına rağmen, Müslümanlar ve Japonya arasındaki temas yakın zamana kadar sınırlı kaldı.
Ancak Japonya’ya gelen Müslüman göçmenlerin sayısındaki artış, göçün bir sonucu olarak İslam’ın medyada yer alması nedeniyle Japon toplumu ve gelenekleri içinde dine eskisinden daha önemli bir konum kazandırdı.
Japonya’da gerek din değiştiren gerekse göçmen olan Müslümanların sayısının 230 bin olduğu tahmin ediliyor ve bu sayının önümüzdeki yıllarda artmaya devam etmesi ve potansiyel olarak İslam’ı Japonya’nın kültürel manzarasının bir parçası haline getirmesi bekleniyor. Bununla birlikte, İslam hala genel kamuoyunda geleneksel Japon kültürüne yabancı ve dışsal olarak görülüyor.
Japon akademisyen Dr. Naoki Yamamoto, İslam kültüründen uzaklaşma duygusunu gidermenin bazılarının sandığı kadar zor olmayabileceğini savunuyor ve bu görüşünü İslam’ın birçok öğretisinin mevcut Japon kültürel geleneklerinde, özellikle de mangada bulunabileceğine olan inancına dayandırıyor.
Yamamoto şu anda İstanbul’da Marmara Üniversitesi’nde “Manga’nın Temel Kavramları Üzerinden Tasavvufa Giriş” başlıklı bir proje üzerinde çalışıyor. Yamamoto, manganın ve özellikle animenin birçok Japon’a, özellikle de genç kuşağa İslami öğretileri öğretmek için bir köprü olabileceğine inanıyor.
Uzun bir tarih: Manga sanatı
Manga sanatı, 18. yüzyılda Japon sanatçı Katsushika Hokusai’nin adlandırmasından bu yana aynı şekilde anılıyor. Manga terimi, sıra dışı anlamına gelen “man” ve resim anlamına gelen “ga” olmak üzere iki kelimeden oluşan bileşik bir isim.
Ancak Hokusai’nin çizimleri sıra dışı değildi. Bunların en bilineni dünyanın en ünlü resimlerinden biri olan The Great Wave of Kanagawa (Kanagawa’nın Büyük Dalgası) başlıklı eserdi. Hokusai, ilk olarak 1814’te yayımlanan ve 15 ciltte toplanan binlerce manga çizimi üretmişti.
Günümüzde resimli kitap, çizgi roman ve animasyon anlamına gelen manga sanatı, 12. yüzyılda Japonya’da Budist rahiplerin maneviyat ve siyaset gibi konuları tartıştığı “imaki” parşomenleri veya resimli metinler oluşturmasıyla ortaya çıkmıştı.
Manga hikayelerinde yer alan kahramanların karakterleri 9. yüzyıldan günümüze gelişmeye devam ediyor.
Manga sanatı 19. yüzyılda Avrupa’ya ulaştı ve Avrupalılar Hokusai’nin tarzından etkilendi. Bu Japon sanatı Hollandalı Vincent van Gogh, Claude Monet ve Édouard Manet gibi birçok büyük Avrupalı ressama ilham verdi. Böylece Japon sanatının “Japonizm” olarak bilinen etkisini yansıtan yeni bir akım yayıldı.
Manga İslami sanatta
Osmanlı devleti döneminde Müslümanlar da Japon manga sanatından etkilendiler ve ressamlar bu sanatın kendi tarzlarını çizmeye başladılar.
Oysa Müslümanlar da çizimler ve resimlerle hikaye anlatma düşüncesine alışkındı. Persler, Moğollar ve Hintliler, Japon mangalarına benzer minyatürlere ve çizimlere sahipti.
Bu tarzda hikaye anlatımı, sonradan İslam’ı seçen Moğollar tarafından Orta Doğu ve Orta Asya’da yaygınlaştırıldı. Bu sanatın, Uzak Doğu’nun çeşitli yerlerinde gelişimi devam ederken Müslüman toplumlardaki bazı muhafazakar çevrelerde insanları resimlerle tasvir ettiği için yapılan eleştiriler gerilemesine neden oldu.
Buna rağmen, çizimler yoluyla hikaye anlatımı, Japonya’daki birçok dini toplulukta olduğu gibi İslam’da da Sufi dini öğretileri aktarmanın yaygın bir yolu olarak devam etti.
Böylelikle dinlere yeni inananlar çekmenin bir yolu olarak kabul edildi. Bu nedenle araştırmacılara göre, günümüzde Japon gençliğini İslam’la tanıştırmak ve onları bu konuda eğitmek için manga sanatı ideal bir yol olabilmekte.
Dinin bir başka yüzü: Manga sanatında fıtrat
“Çağdaş Japonya’da Manga, Anime ve Din” kitabının yazarı olan manga uzmanı Jolyon Baraka Thomas, Budizm, Şintoizm ve hatta Konfüçyüsçülük gibi geleneksel Japon dinlerinin, yaşam ve ölüm, etik ve kozmoloji gibi konularda pek çok Japon kavramını dış dünyaya manga aracılığıyla aktardığını söylüyor.
Bu kavramlar, dinin bir parçası olarak görülmez, daha ziyade “joshiki” veya “Japon sağduyusu” olarak görülür.
Ünlü çizgi film yapımcısı Hayao Miyazaki’nin çalışmalarının genellikle, tanrıların imgeleri gibi Şintoizm’in dini unsurlarını içerdiği iddia edilir. Ancak Ghibli Stüdyosu’nun kurucusu olan Miyazaki, bu iddianın yanlış olduğunu ve eserlerinde dini motiflere yer vermediğini, aksine “Japon karakterini” yansıttığını söylüyor.
Japon akademisyen Naoki Yamamoto ise tıpkı diğer dinlerin öğretileri ve düşüncelerini aktarmakta kullanıldığı gibi İslami düşüncelerin aktarımı için de manganın kullanılabileceğine inanıyor. Öte yandan bu yöntemin, çizgi roman kültürüne sahip insanlarda olumlu yankı uyandıracağını savunuyor.
Yamamoto, örneğin Naruto serisi gibi manga hikayelerinin bu denli popüler olmasının nedeninin, sadece hikayedeki ninja veya samuray karakterlerinin türünden değil, aynı zamanda hikayeye yansıyan manevi öğretilerden de kaynaklandığına inanıyor.
Daha önce Kur’an-ı Kerim’in Japonca mealini hazırlayan İslam alimi Profesör Toshihiko Izutsu ise bu düşüncenin sadece spekülatif bir varsayım olmadığını, çünkü İslam; bilhassa Tasavvuf ile Taoizm ve Şintoizm arasında pek çok ortak değer bulunduğunu, Japonların en sevdikleri manga hikayelerinin çoğunda Şintoizm ve Taoizm kavramlarını ve sembollerini almaya alışkın olduklarını dile getiriyor.
Örneğin Naruto gibi hikayeler, etik bir keşif ve gelişim yolculuğuna çıkan, öğreticiler ve bilge adamlar tarafından yönlendiriliyor. Nihayetinde basit fiziksel dünyamızın ötesindeki yaşamda anlam bulan kahramanlara odaklanır. Maddenin böylesine dolaylı olarak reddinin bir benzeri, “dünyevilikten” uzaklaşmayı, nefis terbiyesi ve eğitimine odaklanmayı teşvik eden tasavvufta da vardır.
“Usta-talebe” ilişkisi de ünlü manga hikayelerinin içeriği ile “efendi-mürit” ilişkisine odaklanan tasavvuf arasındaki bir başka benzerlik sayılır. Bu ilişkiyi Hz. Musa ile Hızır arasında geçenleri anlatan Kur’an kıssasında da görüyoruz.
İslami öğretiler ile manga hikayelerinin içeriği arasında tövbe, cemaat ruhu ve çalışmaya davet gibi birçok ortak kavram da bulunuyor.
Japon tarihinde İslam
Japon medyası genellikle İslam’ı Japon olmayan bir din olarak betimlese de, 19. ve 20. yüzyılın başlarında bazı Japon seçkinlerin İslam’a ilgi duyduğu bir dönem olmuştu. Ancak bu gerçek, çağdaş Japon literatüründe büyük ölçüde göz ardı edildi.
19. yüzyıl boyunca, Japonlar ve Osmanlılar imparatorluklarını kurtarmak için birbirlerinin reform girişimlerini izledi. Bu da birbirlerinin kültürlerini ve geleneklerini incelemelerine neden oldu.
Japonya’nın dünyadan tecrit edildiği Tokugawa Şogunluğu’ndan sonra Meiji döneminde başlayan dünyaya açılım politikası Japonya’yı İslam ile tanıştırdı.
1880 ve 1881 yıllarında Japon iş adamları, çay satmak için Kaçarlar dönemi, İran ve Osmanlı döneminde İstanbul’daki Müslüman pazarlarına gittiler. Bu ziyaretler Japonların İslam’a olan ilgisini artırdı. O iş adamları arasında ise, İstanbul’da ikamet eden ve Müslüman seçkinlere Japonca öğreten Torajiro Yamada da vardı. Yamada, kaldığı süre boyunca Osmanlı İstanbul’unun resimlerini Japonya’ya göndermişti.
Japonya’da İslam’a ilgi o kadar büyüktü ki 1893’te bir Japon gazetesinde “İslam Şimdi Japonya’ya Giriyor” başlıklı bir makale yayımladı. 1891 yılında Budist rahipler de İslam hakkında daha fazla bilgi edinmek için İstanbul’u ziyaret ettiler.
19. yüzyılın sonlarında ise Hindistan ve Malay ülkelerinden Müslüman tüccarlar Japonya’ya gitmeye başladı. 1891’de Japon gazeteci Shotaro Noda İstanbul’da iken Müslüman oldu.
1904-1905 Rus-Japon Savaşı’ndan sonra, iki Japon askeri Takeyoshi Ohara ve Mitsutaro Yamaoka da İslam’a geçti. Ancak İslam’a girmeleri genellikle Rus egemenliğindeki Orta Asya’daki Müslümanları kontrol altına almaya yönelik bir propaganda girişimi olarak değerlendirilmekte.
Savaşlar arası dönemde, araştırmacı Nur Muhammed İb Bibi Tanaka ve tüccar Ahmed Bonbuchiro Arija da İslam’ı kabul etti. Bu Japon düşünürler, İslam’ın Japon kültürünün bir parçası olabileceği görüşündeydiler.
Çince öğrenen ve Konfüçyüsçülük eğitimi alan Tanaka, İslam’a giden yolunun “İslami Konfüçyüsçülük”ten geçtiğini söylemişti. Daha sonra İslam ile Şintoizm arasında birtakım benzerlikler kurdu.
Arija ise aslında Asya ulusçuluğu ile İslam uzlaştırmaya yönelik bir görüş olan “Japon İslamı” adını verdiği bir kavramla ilgileniyordu. Hem Tanaka hem de Arija’ya göre İslam’ın Japonya’da gelişmesi için, vatandaşların Japon geleneklerini ve biçimlerini kullanarak İslam’ı anlamaları gerekiyordu.
Dr. Yamamoto ve birçok Japon Müslüman, İslam’ın Japon kültürünün doğal bir parçası olabileceğini savunuyor. İnsanlar İslam’dan korkmamalı, çünkü öğretileri Japon gelenekleriyle çelişmiyor. Manga, İslam’ın öğretilerini aktarmanın etkili bir yolu olabilir, çünkü Japonya’nın manevi değerleri yaymak için eğlenceyi kullanma konusunda uzun bir geçmişi var.
Eğlenceyi dinin öğretilerini yaymanın bir yolu olarak kullanmak bazı insanlara garip gelebilir, ancak manganın sağladığı görsel medya biçimi ve aşinalık duygusu, Japon toplumunda İslam’ın normalleşmesine yardımcı olabilir.
Genç Japon Müslümanların sayısının artmasıyla birlikte, popüler manga biçimindeki hikaye anlatımı, İslam’ı ve Müslümanları kabul etmenin otantik bir Japon tarzı haline gelebilir.