ABD Seçimlerinin Sonucu Türkiye İçin Ne Anlama Geliyor?
Tüm dünyanın son 1-2 yıldır yakından takip ettiği ABD başkanlık seçimlerinin kazananının belli olmasına saatler kaldı. Seçim süreci ve adayların profilleri Amerikan seçmeninin iç siyaset ve dinamikler açısından birçok konuda kutuplaşmasına sebep oldu. Demokratların ve Cumhuriyetçi kanadın adayları, mevcut Başkan Joe Biden’ın yardımcısı Kamala Harris ile nevi şahsına münhasır eski Başkan Donald Trump arasındaki yarış fotofinişte sonuçlanacak gibi duruyor.
Şüphesiz, sandıktan Trump veya Harris sonucunun çıkması Amerikan seçmenler açısından günlük hayatlarına dokunacak yönleriyle önem taşıyor. Bununla birlikte, genel hatlarını ABD’de müesses nizamın ABD’nin orta ve uzun vadeli çıkarları çerçevesinde çizdiği ve yer yer farklı lobiler tarafından yönlendirilen ABD dış politikası açısından bazı ince ayrımlar dışında gerçek anlamda bir değişiklik gösterir mi, bunu zaman gösterecek. Nihayetinde, ABD dış politikasına başkanların ne derece nüfuz edebildiği veya başkan değişimi ile ABD dış politikasının ne kadar değiştiği hep tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaları göz önünde bulundurarak, yeni dönemde ABD-Türkiye ilişkilerini, Trump veya Harris’in seçilmesinin Washington-Ankara hattında işlenen konulara nasıl etki edeceğini bu bağlamda değerlendirmek daha doğru olacaktır.
İki başkent arasında hali hazırda sorun olan bazı dosyalara ek olarak, artık 7 Ekim sonrası İsrail’in mazlum Filistin halkına karşı başlattığı soykırım ile Lübnan ve İran’a saldırılarla savaşı bölgeye yayma çabası bölgede hızlıca değişen dengeler ve çatışma atmosferini de tetiklemiş durumda. Dolayısıyla, ikili ilişkilerdeki sorunların boyutlarını da artık farklı bir düzlemde değerlendirilmesi mecburiyeti doğmuştur. Yine de ticari ilişkilerde bir ivme kazanılmış olsa da Biden döneminde göz ardı edilen ABD-Türkiye ikili ilişkilerinde yaşanan anlaşmazlıkları (Suriye-YPG/PKK meselesi, FETÖ, S400’ler, F16’lar, Filistin meselesi, Rusya-Ukrayna gibi) genel olarak ele aldığımızda Trump veya Harris’in nasıl etkisi olacağını iki adayın profilleri çerçevesinde bir öngörü çizmek mümkün olabilir.
ABD-YPG ilişkisi
Obama döneminden kalan ve hem Trump hem de Biden döneminde Türkiye’nin ortaya koyduğu endişeler açısından değişmeyen en temel anlaşmazlık konularından en önemlisi olarak ABD’nin YPG/PKK terör örgütüne verdiği siyasi, ekonomik ve askeri destek bir problem olarak duruyor. Trump’ın önceki dönemini hem Obama hem de Biden dönemiyle karşılaştırdığımızda Türkiye’nin güvenlik endişelerini görece anladığı varsayımında bulunsak da bunun somut bir politika değişikliğiyle sonuçlandığını söyleyemeyiz.
Yine de Trump döneminde özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile iletişim kanallarının daha açık olduğu ve Biden döneminde bunun tekrar sekteye uğradığı gerçeği çerçevesinde düşünürsek, Trump seçilirse nispeten bazı iniş çıkışlarla birlikte iletişim daha açık olabilir, Harris seçilirse bunu tekrar Biden dönemine benzer bir süreç izleyebilir. Harris’in Türkiye ile çözüm odaklı bir dış politika yaklaşımı ve yeni bir sayfa açma çabasını nasıl bir dış politika vizyon ve perspektifiyle belirleyeceğini şimdiden söylemek zorlama bir analiz olacaktır. Zira Harris’in dış politika yaklaşımı ve özellikle de Türkiye’ye yaklaşımı büyük bir muamma.
ABD müesses nizam ile askeri kanadın Trump’ın Türkiye’nin milli güvenlik endişelerine cevabı karşısında ve nihai kararlar üzerindeki etkilerini de not düşmek doğru olacaktır. Burada, iki aday için de Washington’ın Suriye’de asker bulundurmaya devam etme veya Suriye ve Irak’tan tamamen çekilmeleri belirli olacaktır. Bu noktada da hem İsrail’in bölgedeki – özellikle de İran’a karşı – adımları hem de Asya-Pasifik ile Karadeniz’deki gelişmelerin etkisi belirleyici olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde medyaya konuşan ABD eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de bu yaklaşımı destekler bir şekilde, “Trump ve Harris ne yaparsa yapsın genel olarak [Türkiye-ABD ilişkileri] çerçeveye sadık kalacaktır, bunun dışına çıkarlarsa çok ciddi tepki ve anlaşmazlıklarla karşılaşırlar” yorumunu yapmıştı.
Sonuç olarak, ABD bölgede güçlü bir aktör olan NATO müttefiki Türkiye’yi kendisine rakip ve Türkiye’nin kendi savunma öncelikleri ile çıkarlarını savunmasını tehdit olarak görüp, YPG/PKK terör örgütü ile devam mı edecek yoksa Ankara ile yeni açılacak bir sayfada işbirliği mi yapacak, bunun için bir karar vermesi gerekiyor.
S400’ler çıkmazı
Türkiye’nin hava sahasını savunma amaçlı talebine Batılı müttefiklerinden destek bulamayınca Rusya’dan tedarik ettiği S-400 hava savunma sistemleri ikili ilişkilerde en temel sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Ankara’nın S-400 kararı sonrasında eski Başkan Trump döneminde Türkiye F-35 programından çıkarılmış ve bu sorun mevcut başkan döneminde de devam etmiştir. Her ne kadar Trump'ın öngörülmeyen bir başkanlık tarzı olsa da yeni dönemde bu sorunun çözümüne yönelik adım atmasını beklemek biraz zor görünüyor.
Harris’in seçilmesi durumda ise Joe Biden’dan bu konu özelinde farklı bir yaklaşım gösterip göstermeyeceğini henüz kestirmek zor. Bu konuda da Harris’in yaklaşımı sisli bir alan olarak karşımızda duruyor. Seçilmesi durumunda hem dış politikada hem de Türkiye ile ilişkilerinde kendi tecrübe, tarz ve birikimlerinden ziyade kuracağı takım ve danışman grubunun Türkiye’ye yaklaşımlarının etkisi belirleyici olacaktır.
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine "evet" demesiyle yeniden başlayan F16 süreci mevcut olsa da bu konuda henüz somut bir ilerlemeden bahsetmek zor. Dolayısıyla, savunma sanayii konusunda bir önceki dönem üzerine inşa edilebilecek bir ilişki olsa da Trump’ın öngörülemeyen tarzına ayağı yere basan bir analiz yapmak zor. Harris açısından ise ikili ilişkilerin statükosunda bunun acil ve çözülmesi elzem bir konu olarak ajandasında olup olmadığı bir soru işareti olarak devam edecek.
Ankara tarafında ise, F35 için ödenen paranın dışında kendi yöntem ve imkânlarıyla geliştirdiği savunma sanayii politikaları ve savunma endüstrisinden dolayı bu konuları artık bir elzem öncelik olmaktan çıkmış durumda. Ek olarak, bu bağlamda Harris’in ABD dış politikasında hem başkan Biden hem de Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’in gölgesinde kaldığını da söylemek yerinde bir tespit olacaktır.
Bölgesel çatışmalar
İsrail’in Filistin’de uyguladığı soykırım, Lübnan’a yapılan saldırılarla bölgeye yayılan savaş, İsrail-İran arasındaki karşılıklı saldırılar ve Karadeniz’de devam eden Ukrayna-Rusya Savaşı da Türkiye-ABD arasında yeni dönemde de ele alınacak önemli konular olacaktır.
Genel çerçevesiyle ne Harris ne de Trump’ın İsrail’in Siyonist ideolojisi çerçevesindeki güdümünden çıkmasını beklemek reel politik açısından doğru bir yaklaşım olmaz. Bununla birlikte, iki aday arasındaki yaklaşım farkı sonuca giden yollar açısında farklılık gösteriyor. Trump daha şahin bir yaklaşımla İsrail’in beklentilerine cevap vermeye çalışırken, Harris bu beklentiyi söylem bazında insan hakları ve iki devletli çözüm gibi retorik açısından daha yumuşak bir politika çizebilir. Tabii ki, söylem bazında görece daha yumuşak görünmesi, Biden döneminde de görüldüğü gibi, İsrail’in soykırımına karşı bir adım atması ile sonuçlanmadığı gibi hem siyasi hem de askeri olarak maksimum destek verilmeye devam ediyor.
Savaşın bölgeye yayılması ve İsrail’in yayılmacı adımları Trump’ın İran’a karşı söylemleri ile destek bulabilir. Bu açından, Türkiye ile seçilmesi halinde Trump’ın zıt düşüp ilişkileri zedeleyebileceğini söyleyebiliriz. Harris açısından ise daha kontrollü bir yaklaşım sergilenmesi, Harris yönetiminin Türkiye ile nasıl bir iletişim kanalı kuracağına bağlı olacaktır. Daha realist ve pragmatik bir yaklaşımla, Obama-Biden dönemlerinde inşa edilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ideolojik ve temelsiz bazı yargıcı yaklaşımlarından sıyrılabilirse, Harris’in bir başarı hikayesi yaratması da mümkündür.
Trump'ın İsrail konusundaki tavizsiz yaklaşımını Türkiye ile ilişkilerine yansıtması ve de Ankara’nın Filistin meselesindeki hassasiyetini göz önünde bulunduracak olursak hem ilişkiler açısından hem de bölgesel dinamikler açısından da yeni riskler doğuracaktır. Burada da Trump’ın öngörülmez tarzı belirleyici olacaktır. Örneğin, Trump’ın Türkiye’den İsrail ile her şeye rağmen normalleşmesini beklemesi ve bunu bir dayatmacı yaklaşım ile öne sürmesi sürpriz olmaz.
Karadeniz’de Trump savaşı bitirmek isterken, Harris açısından bunun öncelikli bir durum olduğunu söyleyemiyoruz. Zira Biden döneminin bir devamı olarak nitelendirilebilecek bir Harris yönetimi Türkiye’den Rusya’ya karşı bir duruş sergilemesini beklemeye devam ederken, buradaki savaştan ziyade Asya-Pasifik’e yoğunlaşmasını bekleyebiliriz. Nitekim, Ukrayna’ya verilen askeri destek ve Rusya’ya yapılan yaptırımlar dışında ABD’nin Ukrayna için bir ‘exit strategy’ veya bir çıkış planının olduğunu söylemek zor. Türkiye’nin savaşın bitmesi, esir takası ve tahıl anlaşması gibi girişimlerdeki rolü savaşı bitirmek isteyen Trump açısından Ankara’yı etkili bir partner olarak görmesine sebebiyet verebilir.
Genel itibarıyla da Trump’ın Türkiye’yi ABD’nin bölgesel çıkarları çerçevesinde önemli bir aktör olarak gördüğü varsayımıyla Trump’ın pragmatik yaklaşımı birleştirildiğinde Türkiye ile daha aktif bir iletişim kurabilir.
FETÖ meselesi
Türkiye’nin tüm girişimleri ve taleplerine rağmen hem Biden’ın mevcut yönetimi hem de önceki Trump döneminde FETÖ elebaşı Fetullah Gülen ve örgütün diğer üyelerine yönelik iade süreci cevapsız bırakıldı. Washington’un, özellikle de Gülen’in ölümü sonrası, Ankara’nın örgütün diğer üyeleriyle ilgili taleplerine veya bir yaklaşım farklılığına gitmesini bu aşamada hem Trump hem de Harris’in seçilmesi durumunda değişikliğe gitmesini beklemek zor görünüyor. Zira FETÖ meselesi bir başkanla değişebilecek bir durumdan ziyade, ABD devleti açısından FETÖ ne ifade ediyor bunun anlaşılması yeni dönemdeki yaklaşımın değişip değişmeyeceği konusunda daha belirleyici olacaktır.
Sonuç olarak, yazının başında da belirttiğimiz üzere, ABD dış politika hedefleri başkanların kim olduğundan bağımsız olarak uzun vadeli çıkarlar çerçevesinde belirlenir. Bu varsayımla Trump veya Harris’in başkan olması hedeflerden ziyade metotlarda değişim göstermesi mümkündür. Uzun vadede Türkiye ile ilişkilerin farklı alanlarda inşası ve devamını da böyle değerlendirmek gerekir. Zira ABD için Türkiye’nin önemi ve uzun vadede Türkiye’nin nereye konumlandırılacağı ABD müesses nizam ve farklı birimleri arasındaki kolektif bir planlamanın sonucu ortaya çıkar. Bu amaca binaen de başkanlar projelendirme yapıp politikalarını çizerler ve uygulamaya koyarlar. Asıl farklılık da bu uygulamalarda ortaya çıkar. Dolayısıyla Trump’ın veya Harris’in seçilmesi ABD’nin Türkiye dış politikasından ziyade, farklı konularda ortaya çıkan ve yukarıda ele aldığımız görüş farklılıklarıyla çıkar çatışmalarının nasıl yönetileceği konusunda farklılık gösterecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.