Angajman Kuralları ve Yeni Orta Doğu!

Uluslararası Hukuk Araştırmacısı Abbas Kabbari, Lübnan'daki Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmaların devam ettiği, Birleşmiş Milletler'in 1701 sayılı kararının uygulanamadığı, Netanyahu'nun genişletilmiş bölgesel bir savaş tehdidiyle yeni bir Orta Doğu düzeni inşa etmeyi amaçladığı bir savaş atmosferini Fokus+ için kaleme aldı.
Abbas_Kabbari.jpg
Angajman Kuralları ve Yeni Orta Doğu!
11 October 2024

Lübnan’daki Hizbullah ile İsrail arasında bugünlerde hala devam eden savaş atmosferinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Ağustos 2006’da taraflar arasındaki savaşı sona erdirmek için çıkardığı 1701 sayılı karar yeniden tartışılıyor. Söz konusu kararın çıkarılmasından bu yana Hizbullah ve İsrail arasındaki savaş sona ermezken, Lübnan’ın güneyi ve İsrail’in kuzey cephesinde zaman zaman çatışmalar yeniden yaşanıyor. Temmuz 2006’da patlak veren savaştan bu yana taraflar arasında şu ana kadar sık sık tekrarlayan bu çatışmanın birçok nedeni var. Kimse şu anda şiddetle devam eden savaşın sona ermesini beklemiyor. Tam burada sorduğumuz soru şu: BMGK’nın 1701 sayılı kararından geriye ne kaldı? Angajman kurallarının ihlali iki taraf arasında sınırlı bir savaşa mı, yoksa geniş kapsamlı bir bölgesel savaşa mı yol açacak? 

Angajman kuralları nedir? 

Hizbullah ve İsrail arasında 2006 yılında çıkan savaş sadece 34 gün sürse de çok derin bir etki yarattı ve pek çok sonuç doğurdu. Bu savaş, İsrail’in bölgede savaşların başlamasından bu yana gurur duyduğu “caydırıcılık ilkeleri” açısından zorlu bir sınavdı. Savaş, İsrail’in açıkladığı hedeflerden hiçbirine ulaşılamadan bitti. 

İsrail, o dönemde Hizbullah tarafından kaçırılan iki askerini kurtaramadı. Söz konusu iki askerin cesedi, 2008 yılında taraflar arasındaki takas anlaşmasıyla iade edildi. Tel Aviv’in Gazze savaşında Hamas’a yönelik hedefinde olduğu gibi, 2006’da savaşın yaşandığı dönemde Hizbullah’ın askeri gücünü kırmayı başaramadı.

Savaşla ilgili olarak BMGK’nın 2006 yılında aldığı 1701 sayılı karar, 14 Ağustos 2006’da yürürlüğe girdi ve Hizbullah ile İsrail arasında “angajman kuralları” olarak bilinen düzenleme ortaya çıktı. Bu durum, pratikte savaşın eylem ve tepki alanında eşit büyüklükte tutulmasını içeren ve askeri operasyonları kapsamlı savaşın sınırlarına taşımayan “ne savaş ne barış” kuralına dayanan, açık bir yıpratma savaşıyla sonuçlandı. 

BMGK’nın 1071 sayılı kararın uygulanması için görev, 15 bin askeri içeren BM Lübnan Geçici Barış Gücü’ne (UNIFIL) verildi. UNIFIL’ın misyonu, çatışmaların sona ermesini izlemek, kalıcı bir ateşkes, uzun vadeli bir çözüm ve iki taraf arasındaki “Mavi Hat”a saygıyı korumak için Lübnan ordusunun güneye konuşlanmasına yardımcı olmaktı. 

Lübnan savaşından önce de bilinen siyasi-askeri bir terim olan “angajman kuralları” askeri akademilerde öğretiliyor. Savaş zamanlarında siyasi ve askeri yetkililerin izlediği önemli kontrolleri ve sınırları belirleyen angajman kuralları ile ilgili konuşmalar 1950’lerdeki Soğuk Savaş sırasında başladı. 

Aksa Tufanı Operasyonu ve angajman kurallarının fiili olarak sona ermesi 

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından savaş başlamadan önce Lübnan-İsrail sınırında angajman kuralları mevcuttu. Ancak İsrail, savaşın başlamasıyla saldırılarını genişleterek, Lübnan’ın iç kesimlerini de yoğun bir şekilde hedef almaya başladı. 

Hizbullah ve İsrail, uzun bir süre topyekûn savaşa girme konusundaki isteksizliklerini karşılıklı olarak doğruladı. Ancak mevcut realite, özellikle de şu ana kadar Hamas hareketi ve Filistin direniş gruplarının efsanevi istikrarı ışığında, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Gazze savaşı için beyan ettiği hedeflerden hiçbirine ulaşamadığı Gazze cephesinde uğradığı başarısızlığın ardından bu savaşı güçlü bir şekilde dayattı. 

Hizbullah son zamanlarda doğrudan hava saldırıları veya çağrı cihazlarını hedef alma yoluyla üst düzey liderleri ve saha unsurlarını hedef alan aşağılayıcı saldırılara maruz kaldı. Yani, pratikte angajman kuralları sona erdi. Geriye Netanyahu’nun Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlamasından bu yana tehdit ettiği ve temel askeri teçhizatın güneyden kuzeye nakledilmesiyle şu anda uygulamaya konulan kapsamlı bir savaşa girişmek kaldı. 

Bölgesel savaş ve yeni Orta Doğu 

Ne zaman Lübnan meselelerinde angajman kurallarının ihlal edildiğine dair konuşmalar yapılsa, İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü savaş kayıtlarına yeni bir anlayış ekleniyor. Ancak Netanyahu, bu kez savaş için yeni bir terim kullandı. 

Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından İsrail işgal ordusunun Hamas’a yönelik saldırılarına ilişkin açıklamasında Netanyahu, “Daha yeni başladık. Hamas’a yanıtımız Orta Doğu’yu değiştirecek” dedi. 

Netanyahu, geçtiğimiz yıl ABD’nin New York şehrinde düzenlenen 78. BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Orta Doğu’ya ilişkin iki yeni harita kullandı. “Nimet” ismi verilen haritada, İsrail ile barış anlaşmaları olan veya bu konuda müzakerelerde bulunan Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Sudan, Hindistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeler yer alıyordu. “Lanet” yazılı diğer harita ise, İsrail’e düşman olarak nitelendirilen Suriye, Irak ve İran’ı içeriyordu. Bu haritalarda, uluslararası hukuka göre Filistin’e ait olan Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi de “İsrail” olarak gösterildi. Netanyahu’nun bu haritası, İsrail işgal ordusunun Batı Şeria’daki şehirler ve kamplarda başlattığı büyük askeri operasyonların neden yoğunlaştığını açıklıyor. Daha sonra buna, İsrail’in Golan’da ve Suriye’nin derinliklerindeki ayrı operasyonlarının yanı sıra Lübnan’a yönelik kapsamlı savaşı ve Mısır’ın itirazına rağmen Philadelphia Ekseni’nin işgali ve Ürdün’e saldırı olasılığına ilişkin tehditleri eklendi. 

Netanyahu’nun hayalini kurduğu yeni Orta Doğu ancak bölgedeki aktörler arasında bölgesel bir savaş çıkması sonucu gerçekleşecektir. Ancak aynı zamanda, Orta Doğu’da hem Irak hem de Suriye’de yaraları hala iyileşmeyen bir savaşın kalıntıları mevcut.  

Avrupa’da Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş ve Afrika’da Sudanlı tarafların savaşı da devam ediyor. Bunların yanı sıra Çin’in Tayvan’a yönelik kendi ana karasına katma tehditleri ve Etiyopya ile Afrika Boynuzu ülkeleri arasında Habeş İmparatorluğu’nu yeniden kurmaya yönelik girişimler de sürüyor. Ancak bu çatışmaların arka planında başka çatışma nedenleri yatıyor. Bunların en güçlüsü, bir yanda Doğu Akdeniz’deki taraflar, diğer yanda Rusya ve Avrupa arasında birden fazla odakta yaşanan zenginlik mücadelesidir. 

ABD’nin nüfuz alanlarındaki rolünün zayıflaması ve bu bağlamda kazanımlarını güçlendirmek isteyen yeni bölgesel ve uluslararası güçlerin ortaya çıkmasından kaynaklanan derin dönüşümler de yaşanıyor. 

Tüm bu gerilimler, Netanyahu’nun tehdit ettiği “yeni Ortadoğu savaşının” çıkması durumunda, bunun sadece bölgesel değil, küresel bir savaşa da yol açabileceğini gösteriyor. 

Netanyahu’nun macerası 

İsrail, ABD eski Başkanı Donald Trump’ın himayesinde “İbrahim Anlaşmaları”nı imzaladıktan sonra “liderliği ve üstünlüğü bakımından benzersiz olacak” yeni Orta Doğu’yu inşa etme planlarının başarısı karşısında çok mutluydu. 

Mısır ile İsrail arasında barış anlaşması 1979 yılında, Ürdün ile 1994 yılında imzalandı. Eylül 2020’de ise “İbrahim Anlaşmaları” kapsamında İsrail ile Bahreyn ve BAE arasında barış anlaşması imzalandı. Netanyahu tüm bunların ardından, Suudi Arabistan’la da normalleşme anlaşması imzalayarak “büyük ödülü” almayı bekliyor. 

Aksa Tufanı Operasyonu’nun etkisi İsrail için rahatsız edici bir kabusa dönüştü. Ancak bu Netanyahu’nun yoluna devam etmesine engel olmadı. İsrail’in komşularının Tel Aviv’in saldırganlığına yönelik tutumları, onu zulmünü sürdürme konusunda teşvik etti. 

Arap ve İslam toplumunun Gazze’deki soykırım savaşına yönelik zayıf tepkisi, Kasım 2023’te Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Ortak Zirvesi gibi zayıf bir toplantı yapılmasıyla sınırlı kaldı. Arap ve Müslüman olan ülkeler, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarına da beklenen tepkiyi vermedi. Bilakis, BAE ve Ürdün’den geçen bir kara köprüsü ve Mısır’dan gelen bir deniz köprüsü aracılığıyla İsrail’e gıda ve temel ihtiyaçlar sağlamak amacıyla en üst düzeyde işbirliği yapıldı. 

Tel Aviv’in katliamlarına rağmen, Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme telaşında. Kendi iç işlerine yoğunlaşan çoğu Arap ve İslam ülkesi de İsrail’le “sıcak” ilişkilerini sürdürüyor ve tüm saldırıları karşısında kabul edilemez bir şekilde “tarafsız” kalıyor. 

Peki bu durumda, Netanyahu’yu macerasına devam etmekten alıkoyacak şey nedir? 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.