İran’ın Kronik Güvenlik Sorunu: İstihbarat Başarısızlıkları
Devletlerin güvenlik ve istihbarat sistemleri, ülkelerin özgün koşullarına uygun biçimde işlerlik gösterir. Söz konusu özgün koşullar güvenlik ve istihbarat faaliyetlerine yön veren paradigmayı, faaliyetlerin odağını ve işlevini büyük ölçüde belirler. Bu koşullar aynı zamanda, güvenlik ve istihbarat faaliyetlerinde karşı karşıya kalınan başarısızlıkların da faktör ve sebepleri arasında yer alabilir. Hatta bu başarısızlıkların kronik bir hal almaya başlaması bağlamında da güvenlik ve istihbarat anlayışına yön veren paradigma ve özgün koşulları etkili unsurlar olarak değerlendirmek mümkündür.
Bu durumun somut izlerini ve örnekleri İran’da görmek mümkün. İran’da, İsmail Haniyye’nin suikast sonucu şehit edilmesinin ardından, güvenlik ve istihbarat sisteminin içinde bulunduğu zafiyet ve başarısızlık sarmalı bir kez daha tartışma konusu oldu. Son yıllarda, ülke içinde ve ülke dışında art arda yaşanan istihbarat başarısızlıkları bu durumun İran’ın güvenlik ve istihbarat sistemi için kronik bir sorun haline geldiğini ortaya koydu. Bu bağlamda, İran’ın özgün koşulları, güvenlik ve istihbarat paradigması çerçevesinde, kronik bir hal alan istihbarat başarısızlıklarının nedenlerini anlamak, geleceğe ilişkin bir projeksiyon ortaya koyabilmek adına önem taşıyor.
İstihbarat faaliyetleri neden ve nasıl başarısızlığa sürüklenir?
Güvenlik ve istihbarat sistemlerinde yaşanan sorunlar ve spesifik olarak ise istihbarat faaliyetlerindeki başarısızlıkların nedenlerini geniş bir küme çerçevesinde kategorize etmek mümkün. Bu kategoriler, cari istihbaratta başarısızlık, analiz başarısızlığı, dağıtım başarısızlığı ve istihbarata karşı koyma (İKK) tedbirlerindeki başarısızlıklar biçiminde ayrımlandırılabilir. Elbette, bu başarısızlık alanlarının tümünü bütünsel biçimde etkileyen istihbarat odağı ve istihbarat kültürü ise ana belirleyici niteliğine sahiptir. Devletlerin istihbarat ihtiyaçlarını, yaklaşımlarını ve faaliyet türlerini belirleyen istihbarat odağı ve istihbarat kültürü, diğer alt alanları ve süreçleri de temelden etkiler. Bu noktada devletin güvenlik ve istihbarat tasavvuru, tehdit algıları ve kodları, anlama-bilme-öngörme öncelikleri belirleyicidir.
Buna göre, cari istihbarat faaliyetlerinde, hedef ve işlev odaklı veri toplama yerine, veri yığını oluşturma ve depolamayı esas alan yaklaşım istihbarat başarısızlıklarına elverişli bir zemin hazırlayabilir. Belirli bir risk ve tehdide, durum, olgu veya olaya ilişkin gerçek zamanlı verilerin elde edilememesi, kurumsal enerji, odak ve imkanların veri yığını oluşturmaya yönlendirilmesi bu sonuca yol açar. Bu noktada kurumsal rekabet de belirleyici olabilir. Ayrıca cari istihbarat başarısızlığı bir silsile içerisinde analiz safhasını da etkiler. İkinci olarak analiz başarısızlıkları ise analiz konusunun objektif, bilişsel sınırlılıklardan ve ön yargıdan arındırılmış biçimde tahlil edilememesi ve bunun sonucunda üretilen istihbari bilginin yanılgılara dayalı olması sonucunda ortaya çıkar. Diğer yandan, dağıtım sürecindeki başarısızlık ise istihbarat üreticileri ve kullanıcıları, istihbarat birimleri ve kurumları arasındaki koordinasyon sorunları ve rekabetten kaynaklanabilir.
Bununla birlikte, istihbarat başarısızlıklarının büyük bir bölümüne sebep ve kaynak oluşturan İKK faaliyetleri ise daha kritik bir niteliğe sahiptir. Farklı ülkelerin istihbarat örgütlerinin, ilgili ülkenin güvenlik ve istihbarat kurumlarına sızmalarının önlenmesi, bilgi güvenliğinin temin edilmesi gibi koruma tedbirlerini ifade eden İKK, ofansif ve defansif tedbirlerden meydana gelir. Buna göre ofansif tedbirler, proaktif bir anlayışla, tehdit ve risk olarak tanımlanan kişi, grup veya yapıların sürekli biçimde takibi, izlenmesi ve etkisizleştirilmesi anlamını taşır. Buna karşın defansif tedbirler ise daha pasif bir anlayışla mevcut kurumların, altyapının, bilgi ve verilerin dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı önlemlerle donatılmasını kapsar. Bu anlayışın motto halini almış olan ifadesi ise “bilmesi gereken” prensibidir. Böylelikle bilgi güvenliği ve verilerin korunması adına bir ön alıcı mekanizma geliştirilmesi hedeflenir.
Fakat istihbarat topluluğunun genişliği, kurumlar arası rekabet ve defansif-ofansif tedbirler dengesinin sağlanamaması İKK’ya dayalı istihbarat başarısızlıklarını ortaya çıkarır. Ülkenin, resmi ve gayriresmi olarak, istihbarat faaliyeti yürütmekle görevli kurum ve birim sayısının fazlalığı ve istihbarat topluluğunun genişliği, defansif tedbirlerin etkisiz kalmasına zemin hazırlayabilmektedir. Diğer yandan, istihbarat kurumları ve birimleri arasındaki rekabet zaman zaman İKK faaliyetlerinin taksir veya kasıt ile sekteye uğramasına; başarısızlığa sürüklenmesine yol açabilir. Son olarak, İKK’da ofansif-defansif tedbirler arasındaki dengenin sağlanamaması, bu bileşenlerden bir tanesi üzerine yoğunlaşılması ve odak haline gelmesi, diğer bileşenin ise ihmal edilmesi ve geri planda kalması sonucunda yine İKK zafiyetine bağlı istihbarat başarısızlıkları söz konusu olabilmektedir.
İran'ın istihbarat çıkmazı: Paradigma ve gerçeklik arasında
İran’da, 1979 İslam Devrimi sonrasında inşa edilen istihbarat yapılanmasının, bugün itibariyle değerlendirildiğinde, bu ülkeyi ciddi bir çıkmazla karşı karşıya bıraktığı görülebilir. Zira İran, ihdas edilen yeni rejimin kırmızı çizgileri ve paradigması olarak “devrimi ve velayeti koruma” ve “devrim ideolojisini yayma” anlayışını benimsedi. Yeni istihbarat yapılanması da bu iki temel hedef ve motivasyon ile şekillendirildi. Öyle ki, oluşturulan yeni istihbarat yapılanmasının, ülke içinde ve dışında, devrime ve velayete muhalif tüm hareketleri takip etmesi ve etkisizleştirmesi, bununla birlikte devrim ideolojisini diğer ülkelere ve toplumlara yayabilmek için faaliyet göstermesi öngörüldü. Bu durum ise İran’ın geniş bir istihbarat topluluğuna yönelik gereksinimini ortaya çıkardı. Bu gereksinimle ülke içinde istihbarat bakanlığı (VEVAK), DMO İstihbarat Teşkilatı, Besic ve kolluk istihbaratı birimleri yapılandırılırken, ülke dışında ise Kudüs gücü ve çeşitli ülkelerdeki milis grup ve yapılanmalar inşa edildi.
Kuruluş felsefesi ve paradigması gereği böylesine geniş bir istihbarat topluluğuna ihtiyaç duyan İran için, sahip olduğu bu geniş topluluk aynı zamanda istihbarat başarısızlıklarının da en önemli zeminini oluşturdu. Hem ülke içinde hem de ülke dışında, devrimin korunması ve yayılmasına odaklanan istihbarat kurumları ve faaliyetleri genişledikçe buna paralel olarak koordinasyon sorunları ve İKK zafiyetleri baş gösterdi. Ülke içindeki çok parçalı istihbarat yapısı kurumsal rekabeti doruğa çıkarırken aynı zamanda Besic teşkilatıyla oluşturulmaya çalışılan “vatandaş istihbaratçı” projesi ise ciddi İKK açıklarına sebebiyet verdi. Bu durum ülke dışında ise İran destekli milis grupların, diğer ülkeler açısından birer potansiyel sızma hedefi, angajman ve istihbarat sağlama kaynağı haline gelmesi ile kendisini gösterdi. Bugün itibariyle İran’ın Suriye ve Irak’ta yaşadığı kayıplarda bu durumun izlerini görmek mümkün. Bunun sonucunda, ülkedeki kritik altyapının sabotajlara karşı, önemli figürlerin suikastlara karşı, önemli veri ve bilgilerin ele geçirilmeye karşı korunamadığı; terör eylemlerinin önlenemediği bir ortam kendisini gösteriyor. Bununla birlikte, ülke içinde ve dışında, devrim ve sistem muhaliflerini takip etmeye ve etkisizleştirmeye odaklı istihbarat anlayışı, veri yığını, ön yargılı analiz ve kurumlar arası koordinasyon ve rekabeti ortaya çıkarıyor. Bu durum ise İKK zafiyetlerinin derinleşmesine ve istihbarat başarısızlıklarının kronik bir hal almasına sebep oluyor.
Tahran MOSSAD üssü haline mi geldi?
Heniyye suikastının ortaya çıkardığı bir diğer tartışma ise İsrail’in İran içerisinde nasıl bu denli kolaylıkla operasyonlar ve örtülü faaliyetler gerçekleştirebildiği oldu. Elbette İsrail’in İran güvenlik ve istihbarat sisteminde oluşturduğu ağa dair pek çok değerlendirme yapmak mümkün. Fakat bu durumun kökenlerini anlayabilmek adına 1979 öncesine gitmek gerekiyor. İran’da, 1979 öncesinde Şah yönetimi, ülke içinde gücünü konsolide etme, özellikle muhaliflerini baskı altında tutma ve etkisizleştirme arayışındaydı. Bu arayış, ülke içinde ve dışında Şah rejimine tehdit oluşturabilecek her türlü hareketi izleyecek ve etkisizleştirecek bir istihbarat kurumuna yönelik ihtiyacı ortaya çıkardı. Nihayet bu ihtiyaç, 1950’li yılların sonlarında, Şah’ın müttefikleri ABD ve İsrail’in desteği ile kurulan SAVAK aracılığıyla karşılanmaya başlandı. SAVAK’ın kuruluş ve gelişim sürecinde ise MOSSAD (İsrail istihbaratı) ciddi bir rol üstlendi. Özellikle eğitim ve doktrin bağlamında MOSSAD, SAVAK üzerinde ciddi bir etki yarattı. Tahran adeta bir “MOSSAD üssü” niteliğindeydi. Ulaştığı imkan ve kabiliyetler, SAVAK’ın İran’da bir “korku imparatorluğu” yaratmasını sağladı ve Şah karşıtı siyasi hareketler hem ülke içinde hem de ülke dışında büyük bir baskı altına alındı.
1979 yılına kadar devam eden bu süreç bu yılın ardından dönüşüme uğradı. İslam Devrimi sonrasında, devrim öncesinde müttefik konumunda bulunan İsrail yeni rejimin baş düşmanı haline geldi. Fakat İsrail’in, İran istihbarat sistemi üzerindeki etkisi devam etti. Devrim sonrasında SAVAK, önce SAVAMA daha sonra ise VEVAK olarak yapılandırıldı. Servis görevlilerinin bir kısmı, daha sonra tasfiye edilecekleri yıllara kadar, Şah döneminde SAVAK mensubu olmalarına rağmen SAVAMA ve VEVAK bünyesinde görev almaya devam ettiler. Yaşanan bu kurumsal ve yapısal dönüşüme rağmen, yeni rejimin tehdit algılarının Şah rejimi ile paralellik arz etmesi, rejim ve devrim muhaliflerinin takibi ve etkisizleştirilmesine odaklanılması, İsrail açısından öngörülebilirlik avantajı yarattı. Bununla birlikte, İran’da modern anlamda bir istihbarat yapılanması oluşturulmasına öncülük eden İsrail, doktrin, kurumsal hafıza ve kodların bilgisine de sahip olması dolayısıyla İran istihbarat sisteminin davranış modellerini kolaylıkla analiz etme imkânına kavuştu. Bu imkan, İsrail’in İran’ın istihbarat sistemi içinde bir ağ inşa edebilmesini sağladı. Bugün itibarıyla, yaşanan istihbarat başarısızlıklarının ardından sorulan “Tahran bir MOSSAD üssü haline mi geldi?” sorusunu yanıtlarken bu arka plan bağlamında düşünmek yararlı olacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.