Irkçılığın Bilişsel Kökeni

Doçent Dr. Enis Doko, son dönemlerde sığınmacılara yönelik artan çirkin eylemlerin arka planında yatan “ırkçılığın” kökenini ve insanlık tarihinin hangi döneminde, nasıl ortaya çıktığını Fokus+ için kaleme aldı.
Enis Doko
Irkçılığın Bilişsel Kökeni
16 Temmuz 2024

Geçtiğimiz günlerde başta Kayseri olmak üzere ülkemizin çeşitli şehirlerinde istenmeyen görüntülerle karşılaştık. Suriyeli sığınmacılara yönelik bu saldırıları savunan sosyal medyada çok sayıda üzücü paylaşım yapıldı. Elbette ülkenin sığınmacı politikaları ile ilgili kişilerin eleştiride bulunma hakları vardır ancak sığınmacılara saldırmak, onların mallarına ya da canlarına zarar vermek, onlara sözlü saldırıda bulunmak ya da ayrımcılığa maruz bırakmak kabul edilebilir tepkiler değildir. Bu davranışların adını doğru koymak lazım, bu bir “ırkçılık” tezahürüdür.  

Irkçılık farklı şekilde kendini gösterebilir. En yaygın ortaya çıktığı biçimlerden biri bireysel ırkçılıktır. Bu, ön yargı ve ayrımcılık yoluyla kendini gösterir. Ön yargı, bireyler hakkında yalnızca ırklarına ya da milletlerine dayalı ön yargılı görüş veya tutumları kapsarken, ayrımcılık, insanlara ırkları/milletleri nedeniyle haksız veya eşit olmayan şekilde davranan eylem veya davranışları ifade eder. Kanaatimce son zamanlarda gördüğümüz ırkçı davranışlar bu kategoriye giriyor.  

 

Bu yazıda ırkçılığa neden olan temel bilişsel mekanizmaları ve bu mekanizmalar ile nasıl mücadele edebileceğimizi ele almaya çalışacağım. Bu mekanizmalar hakkında farkındalık, ırkçılık ile mücadelede ilk adımdır.  

Irkçılığa neden olan en önemli mekanizma grup-içi ön yargıdır (in-group bias). Grup-içi ön yargı, bireylerin kendi gruplarının üyelerini diğer grupların üyelerine tercih etme, onlara güvenme ve onları destekleme eğiliminde olduklarını ifade eden psikolojik bir olgudur. Detaylı bir şekilde bu olgunun kökenine bakalım.

Paleolitik dönem ve ayrımcılık 

Bilişsel bilimcilerin "sistem 1 düşünce" olarak adlandırdığı, bilinç dışı ve hızlı karar veren bilişsel mekanizmamız, insanların avcı-toplayıcı olarak yaşadığı Paleolitik dönemde gelişmiştir. Yaklaşık 2 milyon yıl önce başlayan ve ancak 12 bin yıl önce tarımın ortaya çıkmasıyla sona eren Paleolitik dönem, pek çok zihinsel yetimizin geliştiği bir çağdır. Bu dönemde, gıda kıtlığı, ortalama insan ömrünün 30 yılın altında olması, sağlık ve güvenliğin neredeyse hiç bulunmaması gibi zorluklarla karşı karşıya kalınmıştır. 

Gıdanın sınırlı olduğu ve saklanamadığı bu koşullarda, yaşanılan bölgeyi korumak ve oraya giren yabancıları tanıyıp tepki vermek hayatta kalma açısından son derece önemliydi. Bir bölgedeki toplanabilecek gıda ve avlanabilecek hayvanlar sınırlıydı; bu yüzden, başka bölgelerden gelenleri tanımalı ve onlara karşı bir tavır almalıydık.

Bu durum, genetiğimize yansıyan grup-içi (in-group) ve grup-dışı (out-group) ayrımı yapma yeteneğini geliştirdi. Kendi kabilesindekileri diğer kabiledekilerden daha hızlı ayıran ve onları kayıranlar hayatta kalma şansını artırdı ve bu özelliklerini sonraki nesillere aktarmaya başladılar. Hepimiz atalarımızın bu özelliğini taşımaktayız. Bu ayrım, grup-içi gördüğümüz insanları kayırmaya ve onlara daha çok değer vermeye de yol açmıştır. 

 

Grup-içi/grup-dışı ayrımı hızlı ve bilinç dışı yapılan bir ayrımdır. Bu ayrım genellikle fiziksel görünüm üzerinden yapılır; ten rengi, saç rengi, göz ve vücut şekli, boy gibi. Bu nedenle insanlar, farklı ten rengi ve fiziksel özelliklere sahip olanlara ön yargılı yaklaşır. Irkçılık tam da bu noktada ortaya çıkar. Hatta farklı ırklardan insanların kokusuna karşı bile daha duyarlıyız. Bizimle aynı bölgeden gelmeyen ve farklı beslenen insanların kokusunu çok daha hızlı fark eder ve genelde rahatsız oluruz. Örneğin, beyaz ırk mensupları genellikle siyahi ırk mensuplarının kötü koktuğunu iddia ederken, siyahi ırk mensupları da benzer şekilde beyaz ırk mensuplarının kötü koktuğunu söyler. Bu durum, diğer milletlerin kokularının, onların grup dışı olduğunun sinyalini veren bir uyarı mekanizması ile ilişkilidir. Bölge ve gıda için savaşan kabile insanları olsaydık, bu ön yargı belki faydalı olabilirdi. Ancak artık global bir dünyada büyük şehirlerde yaşıyoruz ve bu ilkel sezgiler ne yazık ki ırkçılığa yol açıyor. 

Irkçılığı sadece fiziki ve ırksal özelliklerle sınırlı ilkel bir sezgi olarak görmek yanlış olur. Yakın bölgelerde yaşayan kabileler fiziksel olarak benzer oldukları için, başka faktörler de devreye giriyordu. Giysiler, dövmeler, takılan semboller, atılan naralar ve sloganlar, ritüeller, şiveler, diğer kabilelerin mensuplarını tanımada ve grup-içi ile grup-dışı ayrımının oluşmasında önemli rol oynuyordu. Bizden farklı giyinen, farklı bir şive ile konuşan, farklı ibadet eden, farklı semboller takan insanlara karşı da aynı ötekileştirici tavır oluşur. Diğer taraftan, bizim gibi giyinen, aynı kültürel davranışları sergileyen, benzer bir şive ile konuşan insanları dost ve bizden biri olarak görürüz. Onları kayırır ve onlara daha çok güveniriz.  

Doğal ama haklı tepki değil

Grup-içi ve grup-dışı ayrımı, biyolojimize kodlanmış doğal bir tepkidir. Ancak bir tepkinin doğal olması onu iyi ya da haklı yapmaz; sadece bu duygunun yaygın olduğu anlamına gelir. Ne yazık ki, ırkçı sezgi ve tepkiler hepimizde mevcut. Bu durumun farkında olup bununla mücadele etmeli ve ilkelerimizi sezgilerimizin önüne geçirmeliyiz. Kriter ne olursa olsun genellemekten kaçınmalıyız. Bir dini inanca veya herhangi bir bölgeden gelen birine karşı, sırf onları belirli bir grupla eşleştirdiğimiz için, farklı muamelede bulunmaktan kaçınmalıyız. Bunu söylemek yapmaktan ne yazık ki zordur, çünkü çoğu zaman bu farklı muamele bilinç dışı gerçekleşir. 

 

Irkçılık, toplumsallaştığı ve geniş kitleler tarafından benimsendiği zaman çok tehlikeli hale gelir. Bu durumda, adeta bir cadı avı başlar. Böylesi bir ortamda, ilkel duygular daha da güçlenir ve grup dışı ilan edilen kesimler, en iyi ihtimalle sosyo-ekonomik olarak mağdur edilir. Türkiye'de de her toplumda zaman zaman ortaya çıktığı gibi, ne yazık ki son zamanlarda ortaya çıkan ırkçı tutumlar bu duruma örnektir. 

Grup-içi ön yargıyı ırkçılığa dönüştürmede duygusal tepkiler temel rol oynar. Grup-dışı üyelere karşı korku, nefret veya tiksinti gibi güçlü duygular, grup-içi ön yargıyı derinleştirebilir. Bu duygular çeşitli anlatılarla topluma sunulabilir. Mesele grup-dışı görülen üyeleri güvenlik, kültür veya ekonomik istikrara yönelik tehditler olarak tasvir eden anlatılarla kolayca bu gruba yönelik korku duygusu uyandırılabilir. Nefret genellikle gerçek veya hayali olsun, algılanan adaletsizliklerden veya şikayetlerden kaynaklanır. Grup-dışı üyelerin kayırıldığı, onların varlığının grup-içi üyelere adaletsizlik olduğu şeklinde söylemler üretilerek bu duygu oluşturulabilir. Korku duygusu kolaylıkla nefrete dönebilir. Nefret duygusu grup-dışı üyeleri, insanlıktan çıkarma ve zarar verme veya dışlama arzusu ile sonuçlanabilir. Bu ise cadı avına giden yolu başlatan şeydir. 

İğrenme duygusunu oluşturmada genellikle kültürel farklılıklar önemli rol oynar. Bu da genelde kültürel farkları kullanarak grup-dışı üyeleri kirli, ahlaksız, kültürsüz veya daha aşağı varlıklar olarak gösteren stereotipleri güçlendirerek yapılır. İğrenme en iyi ihtimalle sosyal dışlanmaya yol açar, çoğu zaman ise nefreti daha da güçlendirir. 

Sosyal medyanın kutuplaştırıcı etkisi 

Sosyal medya platformları, ne yazık ki bu ülkemiz için de geçerli, ırkçılığın gelişmesine ve yayılmasına katkıda bulunabilecek duygusal tepkilerin şekillendirilmesi ve güçlendirilmesi üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Sosyal medya algoritmaları genellikle kullanıcıların mevcut inançlarıyla uyumlu içerikleri teşvik ederek yankı odaları yaratır. Bu durum, kullanıcıları grup-dışı olarak algılanan insanlar hakkında olumsuz ve ön yargılı bilgilere tekrar tekrar maruz bırakarak korku ve nefreti yoğunlaştırabilir. Olumsuz içerikler, özellikle de güçlü duygusal tepkilere yol açanlar, sosyal medyada hızla yayılma eğilimindedir. Bu grup-dışı üyeleri olumsuz bir şekilde tasvir eden anlatı veya görüntüler viral hale gelerek stereotipleri ve ön yargıları güçlendirir. 

 

Aynı zamanda sosyal medya, benzer ön yargılı görüşlere sahip bireylerin topluluklar oluşturması için bir alan sağlamaktadır. Bu çevrim içi nefret grupları örgütlenebilir, kaynakları paylaşabilir ve düşman olarak algıladıkları grupları hedef alan eylemler planlayabilir. Üstelik çoğu zaman sosyal medyada homojen gruplar içindeki etkileşim, üyelerin zaman içinde daha aşırı görüşleri benimsediği grup kutuplaşmasına yol açar. Bu durum grup-içi ön yargıları ırkçılığın daha açık ve saldırgan biçimlerine dönüştürebilir. 

Sosyal medyanın ırkçılık üzerindeki etkisiyle mücadele etmek ve ırkçılığa karşı grup-içi ön yargıyı artıran olumsuz duyguların ortaya çıkmasını önlemenin ne yazık ki bilinen kolay bir yolu yoktur. Sosyal medya platformları, yankı odalarını azaltmak ve farklı bakış açılarını teşvik etmek için algoritmaları ayarlamanın yanı sıra nefret söylemi, yanlış bilgi ve aşırılık yanlısı içeriği tespit etmek ve kaldırmak için daha sıkı içerik denetleme politikaları uygulamalıdır.  

Kullanıcıların dijital okuryazarlık ve eleştirel düşünme konularında eğitilmesi, bilgiyi eleştirel bir gözle değerlendirmelerine ve ön yargılı içeriğin yayılmasını azaltmalarına yardımcı olabilir. Çağdaş eğitimin bu konuda farkındalık oluşturacak modüller içermesi çok faydalı olacaktır. 

Sosyal medyanın duygusal tepkiler ve ön yargılar üzerindeki etkisi hakkında farkındalık kampanyaları daha dikkatli kullanımı teşvik edebilir. Çeşitli çevrim içi toplulukların oluşumunu teşvik etmek ve olumlu etkileşimleri desteklemek, olumsuz klişelerin önüne geçmeye ve empatiyi geliştirmeye yardımcı olabilir.  

Grup-içi ön yargılarla mücadele etmek ve bunların ırkçılığa dönüşmesini önlemek için, farklı kökenlerden gelen bireylerin işbirliği yapabileceği ve karşılıklı empati geliştirebileceği gruplar arası etkileşimler oluşturmak önemlidir. Bu korku ve nefretin gelişmesini önlemede çok önemli bir adım olabilir. Bu noktada hepimize düşen görevler var.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.