Küresel Vicdan ve “İyi” Yahudi, “Kötü” Yahudi

Dr. Halim Gençoğlu, iyilik ve kötülük kavramlarının tarihsel, kültürel ve dini perspektiflerden nasıl farklılık ve benzerlikler gösterdiğini, İsrail'in Filistin'deki insanlık dışı eylemlerinin uluslararası hukuk ve insanlık değerleri açısından nasıl yorumlandığını Fokus+ için kaleme aldı.
Halim Gençoğlu
Küresel Vicdan ve “İyi” Yahudi, “Kötü” Yahudi
15 Ağustos 2024

Orhan Gazi “Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da geciken adalet zulümdür” der. İyilik ve kötülük konusunda çeşitli tanımlamaların bulunduğu, farklı toplumlar için "iyi" veya "kötü" bir kişi olmanın ne olduğu konusundaki görüşler, felsefe ve ahlak bilimcilerin yıllardan beri fikir yürüttüğü konulardandır. Öte yandan "iyi" ya da "kötü" mefhumu sadece dini inançlarla değil, aynı zamanda kültürel, tarihi ve kişisel faktörlerle de şekillenmektedir. Zira neticede bu etiketler bir bakıma değerlendirenin değerlerine göre ölçüldüğü için çoğunlukla uygulandıkları perspektiflere bağlıdır. 

Belki bu yüzden bir İngiliz, Lawrence gibi Orta Doğu’ya nifak tohumları ekmiş olan ajanıyla övünüp filmini dahi yapıyorsa biz Türkler de Afrika’ya ilim tohumları ekmiş olan Ebubekir Efendi ile övünmekteyiz. Dolayısıyla, iyi ve kötü arasındaki ayrım özneldir ve kültürlere, toplumlara ve bireylere göre değişir. Fakat buna karşılık genel itibarıyla empati, nezaket, dürüstlük ve başkalarına saygı gibi faktörler genellikle iyilik ile ilişkilendirilirken, başkalarının refahına zarar veren veya onları ihlal eden eylemler kötü olma algısı olarak kabul edilir. Mesela Fransız tarihçi Braudel “İslam tüm yabancı konukları kucaklar. Hristiyan hoşgörüsüzlüğü insanları çağırmaz, iter, olmazsa kovalar ve elbette bu zorunlu göçe 1492 İspanya Yahudileri de eklenir. Ve hepsi İslam ülkesinin yolunu tutar. Böylelikle İspanya Yahudileri de Osmanlının uyruğu olup çıkarlar” demiştir. (F.Braudel, s.230-231)

 

Yine mesela şayet o düzen ve disiplinden etkilenmeseydi İzmir’de bir İngiliz konsolosu olarak görev yapan Rycaut şu cümleleri sarf eder miydi: “Osmanlı ordusu hareket halinde iken geçtikleri yerlerdeki ahalinin yağmaya uğraması, kadınlarına taarruz edilmesi gibi ahvalden şikayet edildiği vaki değildir; askerler elde etmek istedikleri eşyayı pazarlık ederek ve bedelini peşin olarak vererek satın alırlar. Türklerin ordugahı daima temiz daima paktır; bizde en medeni milletin, en iyi şehri dahi o kadar temiz değildir.” (Paul Rycaut, 1665, The Present State of the Ottoman Empire. Printed for C. Brome. S. 259) 

Demek ki farklı felsefi izahlara rağmen iyi ve kötü konusunda genel itibarıyla konuşulacak bir zemin söz konusudur. 

Bu nedenle iyi veya kötü bireylerin değerlendirilmesi dünya çapında yaygın olarak bilinen bazı kriterlere göre değerlendirilebilir de. Zira iyilik ve kötülük mefhumunun dünyada temel ahlaki değerlerle ölçülebilen, kıymetlendirilen bir tarafı vardır. 

İspanya’dan kaçan Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelişi

Burada tarihi perspektiften şöyle bir değerlendirme yapılabilir. 1492 yılında İspanya'nın Katolik Hükümdarları Ferdinand ve Isabella, Yahudileri İspanya'dan sınır dışı eden Elhamra Kararnamesi'ni yayınladılar. Bu kararname on binlerce Yahudiyi İber Yarımadası'ndan kaçmaya ve daha hoşgörülü topraklara sığınmaya zorladı. Sultan II. Bayezid, imparatorluğa getirebilecekleri ekonomik ve kültürel katkıların farkında olarak bu Yahudi mültecileri kollarını açarak karşıladı. Sık sık şunu söylediği aktarılır: "Aragonlu Ferdinand'a nasıl bilge bir kral, kendi topraklarını yoksullaştıran ve bizimkini zenginleştiren aynı Ferdinand diyebilirsiniz?"  

 

Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşen Yahudiler öncelikle Sefarad Yahudileriydi ve yanlarında dillerini, geleneklerini ve becerilerini de getirmişlerdi. İstanbul, Selanik ve İzmir gibi şehirlerde geliştiler ve kendilerini gösterdiler. Bu topluluklar, dini azınlıkların kişisel statü, eğitim ve dini uygulama konularında kendi işlerini yönetmelerine izin veren Osmanlı millet sistemi altında önemli derecede özerkliğe sahiptiler.  

İşte bu 1492'de İspanya'dan gelen Yahudileri, Osmanlılar yeteneklerini ve katkılarını takdir ederek karşıladı. Yahudi toplulukları dönem dönem ayrımcılığa maruz kalmalarına rağmen İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde büyümüş ve Osmanlı Devleti'nin çöküşüne kadar imparatorluğun ekonomik ve kültürel hayatına katkılarda bulunmuşlardı. Öyle ki, Sefarad Yahudileri Osmanlı fesini kullanmaya başladı ve hatta mükemmel Türkçeyle klasik Türk müziği bestelediler.  

Osmanlı padişahları, Osmanlı ekonomisini harekete geçirmeleri için Yahudi bankerlere güveniyordu. Bu durum Osmanlı Devleti’nin farkını ortaya koyan iyi olarak yorumlanan ve halen takdir gören bir tarafıdır. Belki bu yüzden Arnold Toynbee gibi bir İngiliz tarihçi dahi “Osmanlı İmparatorluğu Platon'un ideal devletine en yakın devlettir” demekten kendini alamamıştır. Zira bize iyi insan olmanın kodlarını Yunus Emre asırlar önce vermişti:

Bir hastaya vardun ise bir içim su virdün ise,  

Yarın anda karsu gele Hak şarabın içmis gibi.  

Çalış kazan ye yidür, bir gönül ele getür,  

Yüz Kâbe'den yigrekdür bir gönül ziyareti…  

Dolayısıyla Selçukluyu, Osmanlıyı yani bizi biz yapan hasletler Yunus Emrelerin, Ahi Evranların Anadolu insanının DNA’sına kodladığı değerlerde saklıdır.  

Bu noktada günümüzde İsrail’in Filistin’de yaptığı zulme kimsenin iyi ya da doğru deme gibi bir durumu söz konusu olamaz. Hatta bazı Yahudiler dahi Gazze’de olan bitenin alenen katliam olduğunu söylemektedirler. Dolayısıyla İsrail savaş suçlarına, uluslararası ceza hukuku ihlallerine ve insanlığa karşı suçlara bulaşırken bazen kendi geçmişlerini unutanlar Tevrat'taki Yahudiler değil, Siyonist Yahudilerdir.

Lobicilik ve antisemitizm silahı  

Yine bundan ötürü Holokost'tan sağ kurtulan Profesör Shahak “Naziler beni Yahudi olmaktan korkuttu, İsrailliler de Yahudi olmaktan utandırdı” derken, bize 'kötü Yahudi' algısı hakkında fikir vermiştir. Zira İsrail'in Filistinlilere yönelik hukuk tanımayan eylemleri hiçbir şekilde açıklanamaz. İsrail'in hem içindeki hem de dışındaki savunuculuk grupları, lobicilikle etkinlikler ve sosyal medya katılımı gibi stratejiler kullanarak ulusun olumlu imajını desteklemek için aktif olarak çalışıyorlar. Steven Friedman, İsrail devleti ve küresel beyaz üstünlüğüyle uyumlu siyasi hedefleri ilerletmek için antisemitizmin nasıl silah haline getirildiğini vurgulamıştı.

 

20. yüzyılda aralarında Kraliçe Victoria ve Jan Smuts'un da bulunduğu Siyonist olarak bilinen savunucular bu davayı desteklediler. Bununla birlikte, Yahudi tarihçi Shlaim gibi eleştirmenler, Siyonizmin tarihsel olarak yerli nüfusa karşı düşmanlık sergilediğini öne sürerken, Edward Said gibi Filistinli entelektüeller, Siyonizm'in Filistinlileri sınır dışı etme kavramlarını içerdiğini iddia etmişti.  

Dolayısıyla bu bir ideoloji ya da siyasi duruş olsun, hastaneleri, ambulansları, üniversiteleri, camileri bombalamak, yüz yıllık zeytin ağaçlarını yok etmek de bir hukuk devletinin ya da iyi insanların yapamayacağı bir şeydir. Zira iyi bir birey mağdurlara yönelik böyle bir katliama destek veremez. İsrail Savunma Kuvvetleri, İsrail'in kurulduğu 1948 yılından bu yana bu suçları işlemektedir. Belgelenen iddialar arasında cinayet, sivillerin kasıtlı olarak hedef alınması, savaş esirlerinin ve teslim olmuş savaşçıların öldürülmesi, ayrım gözetmeyen toplu saldırılar, toplu cezalandırma, aç bırakma, canlı kalkan kullanımı, işkence, yağma, zorla nakil, tıbbi tarafsızlığın ihlali, gazetecilerin hedef alınması, sivil ve korunan nesnelere saldırı, ahlaksız yıkım, soykırıma teşvik gibi nice suçlar bulunmaktadır.

Sadece 9,5 milyon insanın yaşadığı İsrail devletinin katliamlarına karşı olan yüz milyondan fazla insanın olduğu istatistiksel olarak kanıtlanmıştır. Bu, dünyada Siyonist devleti ve eylemlerini protesto eden daha fazla iyi insanın olduğu anlamına geliyor ancak çözüm, 1994'e kadar Güney Afrika'da olduğu gibi her zaman demokrasiden geçmiyor. Temennimiz elbette sonunda iyi insanların galip gelmesi ve iyiliğin dünyada kötülüğe baskın gelerek, haklılığın, adaletin gücünü herkese öğretmesidir. Bedeli ağır olsa da Nelson Mandela bunu başarabilmiş bir dünya lideridir.  

“İyi” ve “kötü”  

Son tahlilde bir analiz yapacak olursak iyi Yahudi Tevrat'ın emirlerine uymaya çabalayan, ritüelleri gözlemleyen ve Yahudi hukukunda (Halakha) belirtildiği şekilde etik davranışlar sergileyen biri olarak görülebilir. Ve yine "İyi" bir Müslüman, İslam'ın beş şartını sadakatle takip eden, Kuran ve Hadis öğretilerine bağlı kalan, ibadetleri de içeren şeriat ilkelerine göre yaşayan, hayırsever ve etik davranışlar sergileyen kimsedir denilebilir. Zira Yahudilik ya da İslam, dürüstlük, nezaket ve adalet gibi ahlaki davranışları vurgular.  

 

"İyi" bir Yahudi veya Müslüman, tipik olarak bu değerleri günlük yaşamlarında somutlaştıran kişi olacaktır. Dini topluluğa aktif katılım, iman kardeşlerini desteklemek ve daha geniş bir toplumun refahına katkıda bulunmak, genellikle "iyi" bir Yahudi veya Müslümanın göstergeleri olarak görülür. Yine her iki din de farklı inançlara sahip olanlar da dahil olmak üzere, başkalarına saygıyı öğretir. "İyi" bir Yahudi veya Müslüman Tanrı'nın yarattıklarının çeşitliliğine saygı duyan ve değer veren biri olacaktır. Dolayısıyla “kötü" bir Yahudi veya Müslüman, önemli ritüellere uymamak veya dini öğretilerle çelişen etik olmayan davranışlarda bulunmak gibi inancının temel ilkelerini ve uygulamalarını ihmal eden veya açıkça reddeden biri olarak görülebilir.  

Başkalarına zarar vermek, dürüst olmamak veya adaletsiz eylemlerde bulunmak, her iki dinde de genellikle "kötü" davranış olarak kabul edilir. Bu, yalan söyleme, hile yapma veya başkalarına zarar verme gibi şeyleri içerir. İster aynı inançtan olsun ister farklı inançlardan olanlara karşı hoşgörüsüzlük, aşırılıkçı davranışlara girişmek veya bunları desteklemek, tipik olarak hem Yahudiliğin hem de İslam'ın öğretilerine aykırı olarak görülecektir. O halde sadece İsrail değil İsrail’i destekleyen bir devlet ya da bireyin de hayırlı bir kurum ya da iyi biri olması mümkün değildir.  

Peki o halde Amerika, İngiltere, Fransa İsrail terörünü destekleyerek kime hizmet edip, neyin aklını yaşamaktadırlar? İspanya’dan Endonezya’ya, Kanada’dan Kore’ye başka milletlerden insanlar İsrail terörünü lanetliyor. Demek ki, esas mesele iyilik kötülük kavramlarının içeriğiyle alakalı değil şahsi çıkarlarla ilgilidir. Yahudi veya Müslüman, Mecusi ya da vegan ol, salt menfaate yenilen insan kötüdür. Hem bir Tanrı'ya inanmayıp hem de Filistin topraklarını Tanrı'nın İsrailliler için vadettiği topraklar diye pazarlayan bir Siyonist devlet ne kadar haklıysa ona biat eden halk o kadar iyidir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.