Rızakârların İntikamı

Yazar Bülent Tokgöz, Bangladeş Başbakanı Şeyh Hasina'nın istifa etmesini talep eden protestoların şiddetlenmesi ve bu süreçte yaşanan olaylarla tarihsel arka planını Fokus+ için kaleme aldı.
Bülent Tokgöz
Rızakârların İntikamı 
8 Ağustos 2024

Bangladeş Başbakanı Şeyh Hasina, istifa etmesini talep eden protestocuların evine baskın düzenlemesinin ardından 5 Ağustos Pazartesi günü ülkeden kaçtı. Güney Asya’nın bu yoksul ülkesinde iş kotalarına karşı protestolar şeklinde başlayan gösteriler, güvenlik güçlerinin yüzlerce kişiyi katletmesi sonucu, haftalar içinde kendisinin görevden alınmasını talep eden bir harekete dönüştü. Nihayet Hasina, ülkenin dizginlerini orduya devredip bir helikoptere binerek en güçlü müttefiki Hindistan’ın yolunu tuttu. 

Bir Hindistan hükümet yetkilisinin verdiği bilgiye göre, kendisini taşıyan askerî helikopter Delhi yakınlarındaki Hindon askeri havaalanına indi ve Hindistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Ajit Doval kendisiyle orada buluştu. İkametinin nerede olduğu ve sonrasına dair planlar hakkında herhangi bir bilgi sızdırılmazken Hindistan şu ana dek Dakka'daki olaylar hakkında resmi bir açıklama yapmamayı tercih etti. 

Dizginleri devralan ordunun kimin tarafında mevzileneceği hiç belli değildi. Hasina’nın tarafını tutacak olursa katliamların boyutu bambaşka bir hâl alabilirdi. Ne ki Genelkurmay Başkanı General Vakiruzzaman, protestocu öğrencilerin karşısına çıkıp “Ne talebiniz varsa yerine getireceğiz ve ülkeye barışı geri getireceğiz, lütfen bu konuda bize yardım edin, şiddetten uzak durun!” deyiverdi. “Ordu kimseye ateş etmeyecek, polis kimseye ateş etmeyecek, ben emir verdim” şeklinde taahhütte bulunarak vatandaşlardan orduya güvenmelerini istedi ve geçici bir hükümetin derhal görevi devralacağını söyledi. İşte bu, ülkede yaşananları devrime dönüştüren gerçek bir kırılma anıydı. 

 

Pazartesi günü başkent Dakka’dan gelen görüntülerde binlerce kişinin başbakanın konutuna baskın düzenlediği, slogan ve şarkılarla her şeyi yağmaladığı görülüyordu. Hasina'nın evinin yakınındaki araçlardan alevler yükseliyor ve binanın içindeki protestocular duvarları parçalayıp içindekileri talan ediyorlardı. Yüzlerce kişi, kucakladıkları veya başlarının üstünde taşıdıkları televizyon, koltuk, sandalye, halı ve vazolarla başkanlık konutundan çıkarken aynı saatlerde binlercesi de Hasina'nın babası Şeyh Muciburrahman'ın heykelini yıkmakla meşguldü. Rejimin kurucusunun devasa heykelini tezahüratlarla, balta ve iş makineleriyle yıkarken baba-kızın mirasını kelimenin tam manasıyla ortadan kaldırmayı amaçlıyorlardı. 

Polisin yokluğunda öğrenciler silahlı gruplar oluşturarak asayişi sağlıyor ve başkentin sıkışık sokaklarını kontrol ediyordu. Öğrenci liderleri, sivil toplum yöneticileri, politikacılar, cumhurbaşkanı ve ordu komutanı bir araya gelerek parlamentoyu feshetme kararı aldılar. Eski siyasî tutsakların salıverilmesi kararı da fiilen uygulamaya konmuş durumda. Eski başbakan ve parti lideri olan Halide Ziya, yıllardır süren ev hapsinden serbest bırakılanlar arasında. 

Uzun bir düşman listesi

Sürgüne kaçışı, son 30 yılın 20'sini -son 15 senesini kesintisiz olarak- ülkeyi yönetmekle geçirmiş 76 yaşındaki Hasina'nın iktidarını sona erdirmiş oldu. 1975’teki darbede ailesinden birçok kimseyle birlikte öldürülen babasından miras kalan siyasî hareketin lideriydi kendisi. Rejimin kurucusunun kızı, 1990 yılında askerî lider ve o zamanki Cumhurbaşkanı Hüseyin Muhammed Erşad'ı iktidardan deviren “demokrasi yanlısı” bir ayaklanmanın lideriydi. 

 

1996'daki seçimleri Awami League partisinin başında kazanmasıyla ilk kez başbakan olmuştu. 2009'da tekrar iktidara geldiğinde bir süre övgüyle anılan bir ekonomik büyümeye ulaşmayı başarmıştı fakat sonra işler ters gitmeye başladı. 170 milyonluk nüfusuyla dünyanın sekizinci en kalabalık ülkesi Bangladeş'te gittikçe daha otokratik bir yönetim kurdu. Seçimlere karıştırdığı hileler sebebiyle muhalefet partileri seçimi boykot ettiğinden 2014 seçimlerini adeta rakipsiz kazandı. 2018'de de aynı zaferi bir kez daha yaşadı. 

Hasina’nın diktatörleşmesi 2009’da belirginleşmişti. İktidardaki gücünü pekiştirme adına muhaliflerini susturuyor, sivil toplumu baskı altında tutuyor, basın özgürlüğünü daraltıyor, işkence ve yargısız infazlara başvuruyordu. Bangladeş'te en uzun süre görev yapan kadın başbakan, muhalifleri kaçırmak, işkencelerle öldürtmekle şöhret kazanmıştı. Başta Hızlı Harekât Taburu adındaki paramiliterleri dahil olmak üzere güvenlik güçlerinin bu şekilde diktatörce kullanımıyla kötü şöhretini damgaladı. Bangladeş İslam Meclisi adıyla faaliyet gösteren Cemaat-i İslamî liderlerini vatana ihanetten yargılayıp idam ettirmesi ise icraatları içinde akıllarda en çok kalanıydı. Kendisinin 19 kez suikasttan kurtulduğu da hesaba katılırsa uzun bir düşman listesine sahip olduğu açıktı. 

Bir zamanlar dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri sayılan Bangladeş, son yıllarda yavaş ekonomik büyüme, yüksek enflasyon ve işsizlikle cebelleşiyordu. Gerçi bazı ekonomistler önceki ekonomik başarıları da kuşkulu buluyor ve bu istatistiklerin yönetimi meşrulaştırmak, demokrasiye alternatif olarak kalkınmayı öne çıkartmak maksadıyla şişirildiğini söylüyorlar. Öyle veya böyle büyüme vardıysa bile bundan nemalananlar Hasina ve avenesinden başkası değildi. Halk, on yıllar içinde elitlerin yaşadığı refahla kendi yaşadığı sefalete bakıp derin bir öfkeye duçar oldu. 32 milyon genç, işsizliğe mahkûm ve okula gitmiyor. Bu kütlenin protestoların tam göbeğinde olması tesadüf olmasa gerek. 

Ordu daha fazla göstericiye ateş açma emri vermeyi reddedince

Her devrimin fitilini ateşleyen son bir etken vardır. Bangladeş’teki de ilginç bir kota sistemi oldu. Ülke, vatandaşların kategorilere ayrıldığı bir kota sisteme göre yönetiliyordu. Pakistan'a karşı 1971 kurtuluş savaşından gelen “özgürlük savaşçıları”nın torunları için yüzde 30'luk bir kota uygulanıyordu; bu onların iş alımlarında ve başka birçok şeyde ayrıcalıklardan yararlanması manasına geliyordu. Muhaliflerin kanaatine göre ise bu sistem, Hasina’nın yakınlarını ve partisini kayırmak için kullandığı bir paravandı. Üstelik sistem 2018’deki protestolarla kaldırılmışken şimdi bir yüksek mahkeme kararı geçersiz kılınca kör gözüm parmağına geri getirilmişti. 

Kitlelerle inatlaşmak tehlikeli bir işti. Protestolar geçen ayın sonlarında sivil itaatsizlik eylemleri şeklinde başladı. Ülkenin en büyüğü olan Dakka Üniversitesi'ndeki öğrenciler Hasina'nın iktidardaki Awami League partisinin öğrenci kanadının saldırısına uğrayınca işin rengi süratle değişti. Barışçıl gösteriler birden şiddet eğilimine girdi. Hasina, göstericileri terörist ilan edip polise onları gördükleri yerde vurmasını emrettiğinde iş çığırından çıktı. 

Protestocular, resmî binaları, iktidardaki Awami League partisinin ofislerini, polis karakollarını ve kamu görevlilerinin konutlarını hedef alan kundaklamalara yönelince ortalık savaş alanına döndü. Ülkenin 64 ilçesinden 39'unda çatışmalar rapor edildi. Derken hafta sonu ve hassaten 4 Ağustos Pazar günü, gerçek mühimmat kullanımı sonucu en az 95 kişi hayatını kaybetti. 

Ertesi gün, sokağa çıkma yasağına uymayarak, başkenti zapt etmek için yüzbinlerce kişi harekete geçince 135 kişi daha katledildi. Ordunun, üst düzey komutanların askerlerine daha fazla göstericiye ateş açma emri vermeyi reddedip Başbakan Hasina’dan istifasını talep etmeleri üzerine gidişat aniden başka bir hâl aldı. 

Ürkütücü bir imaj ve kanlı bir miras

Başbakan Şeyh Hasina, başına bu gaileyi açanları “Rızakârlar!” diye yaftalamıştı. Gönüllüler manasına gelen kelime tüm bu olan biteni anlamak için belki de en kilit kavramdı. Fakat yüklü olduğu ağır bagajı anlamak için epeyce eskiye gitmek gerekiyordu. İngilizlerin Hindistan'ı bariz bir kötü niyetle ve sonu gelmez savaşları murat ederek böldüğü 1947’ye dek geriye... İngilizler Pakistan’ı kurduklarında çiçeği burnundaki ülke ta baştan ikiye bölünmüş vaziyetteydi. Arada koca Hindistan’ın uzandığı, coğrafi olarak alâkaları bulunmayan, Batı Pakistan ile Doğu Pakistan. 

 

Doğu Pakistan 44 milyon insanıyla toplam Pakistan nüfusunun yarısından çoğunu barındırıyordu. Yine de ciddi bir sorun olmadan Batı Pakistan’da idare ediliyordu. Ne var ki yirmi yıl içinde karar alma mekanizmasının dışında tutulması ve kaynak bölüşümü hususlarındaki ihtilafları ustaca kullanan Hindistan istihbaratının da kışkırtmasıyla gerilim 1971’de bağımsızlık savaşına dönüşmüştü.

Bu bölünme hamlesine Pakistan, Urduca konuşan göçmenler üstünden karşı bir hamle geliştirdi. Biharîler denen Urduca konuşanların yanı sıra Pakistan yanlısı Bengalîler de birleşik Pakistan için ayrılıkçılara karşı Rızakârlar olarak örgütlendiler. el-Bedr ve eş-Şems adlarıyla ikiye bölünerek ordu tarafından eğitildiler. Önceleri Pakistan ordusunun ihtiyaç duyduğu başta istihbarat toplamak gibi görevleri varken zamanla bu işlevleri daha fazla askerîleşti. 

Bangladeş’in “kurtuluş savaşı”nda Pakistan ordusu Doğu'nun kontrolünü elinde tutmaya çalışırken "acımasız bir askerî operasyona" yöneldi. Bağımsızlık yanlılarının iddiasına göre yüz binlerce insan öldürüldü ve binlerce kadına tecavüz edildi. Bu anlatıya göre 1971’deki harekâtta Rızakârlar, işledikleri savaş suçları da dahil olmak üzere merkezî bir rol oynadılar; 200 Bengalli aydın, sanatçı, gazeteci ve akademisyeni toplayıp infaz ettiler. Yani kelimenin hayli ürkütücü bir imajı ve kanlı bir mirası söz konusu. 

“Sen kimsin, ben kimim? Rızakâr, Rızakâr!”

Sonra ne oldu? Hindistan ordusu sahaya indi, Doğu Pakistan’a girdi, ayrılıkçı “kurtuluş güçleri”yle birlikte savaşıp Pakistan’ı alt etti. On binlerce Pakistan askeri silah bırakıp teslim olunca Rızakârların çoğu halk tarafından saldırıya uğradı ve linç edildi. Bu yaygın şiddetten canlarını kurtarabilenlerden bazıları Pakistan’a kaçmayı başardı. Diğer bazı kalanlar ise fırtınanın dinmesini beklediler ve devlet içinde örgütlenmeyi becerdiler. 1990’lara gelindiğinde birçok üst makamı ele geçirmişlerdi ve intikam için fırsat kolluyorlardı. 

Hasina 2009’da iktidara döndüğünde onların defterini tamamen dürmek için dosyalarını yeniden açtı. Soykırım suçlamasıyla Uluslararası Suçlar Mahkemesi’ni kurup seri yargılamaya başladı. Yargılananlar arasında Pakistan ordusu yetkilileri ve el-Bedir ve eş-Şems güçlerinin mensupları vardı. Bunların çoğu Cemaat-i İslami'nin o zamanki öğrenci kanadıydı ve ne hikmetse Hasina’nın muhaliflerini hedef alıyor gibiydi. Hasina, Rızakârlar diye halihazırdaki kendi muhaliflerini tırpanlıyordu. 

Kota sistemiyle Rızakârlar arasındaki bağlantıyı fark etmişsinizdir: Sistem, Aralık 1971'de bağımsız olunduktan sonra Hasina'nın babası tarafından uygulamaya konmuştu ve Hasina şimdi protestolar karşısında soruyordu:

“Özgürlük savaşçılarına karşı neden bu kadar kızgınlar?”, “Özgürlük savaşçılarının torunları kota avantajlarından yararlanmayacak da Rızakârların torunları mı yararlanmalı?” 

İşbirlikçi, katil ve tecavüzcü gibi ağır ve travmatik çağrışımlarla yüklü bu sıfatı protestocuların reddetmesi beklenirken tam tersi sokaklar şu sloganla inliyordu: 

“Sen kimsin, ben kimim? Rızakâr, Rızakâr!” Keza: “Haklarımı istedim ve Rızakâr oldum!” 

Hasina bu sloganlar karşısında ise “üzücü!” demekle yetinmekten başka bir şey yapamadı. 

Görünüşe bakılırsa 53 sene sonra Rızakârlar yıkılmayıp ayakta olduklarını ispatladılar ve kan davasında bu defa kazanan taraf durumundalar.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.