Suriye'nin Anlatılmayan Hikayesi

Gazeteci Mete Sohtaoğlu, bölgesel aktörlerin Suriye’deki rolünü ve İran, Rusya, ABD ve Türkiye'nin stratejilerini Fokus+ için kaleme aldı. 
Mete Sohtaoğlu
Suriye'nin Anlatılmayan Hikayesi
29 Temmuz 2024

Rusya'nın Ukrayna savaşına yoğun odaklanması nedeniyle Suriye'nin bazı bölgelerinden askeri olarak çekilmesi, İran'ın hızla emdiği önemli bir güç boşluğu yarattı. Bu değişim İran'ın Suriye'deki askeri varlığını ve nüfuzunu genişletmesini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda bölgesel jeopolitiğin dinamiklerini de değiştirerek çeşitli paydaşlar için yeni zorluklar ve fırsatlar yarattı. 

İran destekli güçler daha önce Rus birliklerinin elinde bulunan üsleri ele geçirdiği Halep ve Deyrizor gibi bölgelerde belirgindi. Halep'in Nayrab Askeri Havaalanı ve Doğu Çölü'ndeki stratejik güzergahlar gibi kilit tesislerde İran güçlerinin ve müttefik milislerinin faaliyetlerinin arttığını görüldü. 

İran, değişen jeopolitik manzaraların ortasında çıkarlarını güvence altına almaya başladı. İran destekli güçlerin Deyrizor ve Halep kırsalı gibi bölgelerde genişlemesi özellikle dikkat çekti.  

İran'ın Suriye'deki stratejik hedefleri çok yönlü. Öncelikle İran, Suriye'yi Lübnan'a önemli bir kara koridoru olarak tutmayı, Hizbullah'a silah ve destek transferini kolaylaştırmayı hedefliyor. İran stratejisi sadece askeri konuşlandırmaları değil, aynı zamanda sosyopolitik ve ekonomik angajmanları da içeriyor. İranlı danışmanlar Suriye askeri birimlerine yerleştirildi ve İran, rejim güçleri tarafından geri alınan bölgelerdeki yeniden yapılanma projelerine özellikle yatırım yaptı. Bu faaliyetler İran'ın nüfuzunu daha da güçlendirmeye ve yerel halkın sadakatini güvence altına almaya hizmet etme amacı güdüyordu. 

Rusya'nın Suriye'den geri çekilmesi 

Rusya, Suriye'deki varlığını Orta Doğu'daki gücü yansıtmanın, Tartus'taki Akdeniz deniz üssünü korumanın ve bölgedeki Batı etkisine karşı koymanın bir aracı olarak görüyor. İran'ın varlığı ise Şii milisleri desteklemek ve Suriye'yi İsrail'e karşı ileri bir üs olarak kullanmak da dahil olmak üzere ideolojik ve stratejik zorunluluklardan kaynaklanıyor. Moskova ve Tahran'ın birbirinden farklı son oyunları, acil askeri hedefler üzerinde işbirliği yaparken stratejik vizyonlarının çatışabileceği anlamına geliyor. 

 

İran'ın daha önce Rus kuvvetleri tarafından yönetilen belirli hava üslerini ve askeri karakolları ele geçirmesi, dikkatli bir şekilde yönetilmezse ittifakı zorlayabilecek artan bir iddiaya işaret ediyor. 

Rus kuvvetlerinin geri çekilmesi İran'a birçok stratejik avantaj sağladı. Birincisi, İran'ın önemli askeri tesisler ve lojistik yollar üzerindeki kontrolünü genişletmesine izin verdi. İran destekli milisler, daha önce Rus kuvvetleri tarafından tutulan birkaç üssü ele geçirerek operasyonel yeteneklerini artırdı. İkincisi, İran yerel Suriye güçleri üzerindeki etkisini güçlendirdi. İran, milislerini Suriye askeri yapısına entegre ederek ve Afganistan ve Pakistan'dan gelen yabancı savaşçılar için Suriye vatandaşlığını güvence altına alarak ülkedeki uzun vadeli varlığını sağlamlaştırdı. Bu entegrasyon, İran'ın askeri varlığını meşrulaştırmasına yardımcı oluyor ve diğer devlet aktörleriyle doğrudan çatışma olasılığını azaltıyor. 

İran'ın gücü yansıtma yeteneği Suriye'de önemli ölçüde artırıldı. Stratejik konumlarda komuta ve kontrol merkezlerinin kurulması, insansız hava araçları ve füze sistemleri dahil gelişmiş silahların oluşturulması ve yer altı sığınakları ve müstahkem üsler gibi askeri altyapının sağlamlaştırılması, İran'ın savunma ve saldırı yeteneklerini güçlendirmeye hizmet ediyor. 

İran'ın Suriye'deki etkisinin genişlemesinin önemli jeopolitik etkileri var. İsrail için İran'ın artan varlığı doğrudan bir tehdit oluşturuyor. İsrail, İran güçlerinin yerleşmesini ve gelişmiş silahların Hizbullah'a aktarılmasını önlemek için Suriye'deki İran hedeflerine çok sayıda hava saldırısı düzenledi. İran pozisyonlarını güçlendirdikçe bu saldırıların devam etmesi ve muhtemelen yoğunlaşması muhtemeldir. 

Türkiye için İran'ın Suriye'nin kuzeyinde, özellikle de Türk destekli güçlerin kontrolündeki bölgelerin yakınında bulunması endişe kaynağıdır. Suriye'nin kuzeyine İran destekli önemli bir saldırı, Türk askeri tepkisine neden olarak durumu daha da karmaşık hale getirebilir. 

ABD ve koalisyon ortakları da İran'ın faaliyetlerini yakından takip ediyor. ABD, başta DEAŞ’a karşı koymak ve İran etkisini engellemek için Suriye'nin doğusunda askeri varlığını sürdürüyor. Suriye'deki İran kontrolünün artması, ABD üslerine yapılan son insansız hava araçları ve füze saldırılarında görüldüğü gibi, ABD güçleri ile İran destekli milisler arasında daha sık çatışmalara yol açabilir. 

İran'ın Suriye'deki etkisinin bir de ekonomik boyutları var. İran, kilit ulaşım yollarını ve altyapısını kontrol ederek, malların ve personelin hareketini kolaylaştırarak lojistik yeteneklerini artırabilir. Ek olarak, İranlı şirketler, yalnızca savaştan zarar gören bölgeleri yeniden inşa etmekle kalmayıp aynı zamanda İran'ın ekonomik çıkarlarını Suriye'nin derinliklerine yerleştiren yeniden yapılanma çabalarına dahil oldular. 

Yerel ve bölgesel dinamikler 

Sahada, değişen güç dengesi yerel dinamiklerde değişikliklere yol açtı. Esed rejimi, İran'ın desteğinden yararlanırken Tahran'a aşırı bağımlı olmaktan çekiniyor. Esed, bir dereceye kadar özerkliği korumak için Rusya ve İran'ı ustalıkla birbirlerine karşı yönetti. Bununla birlikte, Rusya'nın ayak izinin azalmasıyla Esed, bu ilişkileri dengelemede artık zorlanıyor. 

 

Uluslararası alanda İran'ın Suriye'deki genişletilmiş rolü, zaten karmaşık olan ittifaklar ve düşmanlıklar ağını daha da karmaşıklaştırıyor. Arap devletleri, özellikle Körfez'dekiler, İran'ın eylemlerini şüpheli görüyorlar ve Tahran'ın etkisine karşı diplomatik ve ekonomik çabalarını artırdılar. İsrail ile birkaç Arap ülkesi arasındaki normalleşme anlaşmaları, İran konusundaki ortak kaygılarla kolaylaştırılmış, bu dinamiklere doğrudan bir yanıt niteliğindedir. 

İran ve Suudi Arabistan arasındaki stratejik rekabet Suriye'de de devam ediyor. İran konumunu güçlendirdikçe, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri muhalif gruplara desteklerini yoğunlaştırabilir ve çatışmaya başka bir karmaşıklık katmanı ekleyebilir. 

Potansiyel gelecek senaryoları 

İran Suriye'deki varlığını pekiştirirken, gelecekteki birkaç senaryo ortaya çıkabilir. Bir olasılık, İran'ın mevcut etki düzeyini önemli bir artış olmadan sürdürdüğü devam eden bir çıkmazdır. Bu senaryo, İsrail güçleriyle devam eden çatışmaları ve ABD birlikleriyle ara sıra çatışmaları içerecek ancak toprak kontrolünde büyük bir değişiklik olmayacak. Diğer bir senaryo ise, Suriye'nin bazı bölgelerinde fiili bir İran hegemonyasına yol açan Rus etkisinin kademeli olarak azaltılması. Bu sonuç İran'ı Hizbullah'a ve diğer vekil gruplara desteğini artırmaya teşvik edebilir ve İsrail, Lübnan ve potansiyel olarak diğer Arap devletlerini içeren daha geniş bir bölgesel çatışma riskini artırabilir. 

Tersine, ABD, Türkiye ve Arap devletleri de dahil olmak üzere uluslararası güçlerin İran'ın etkisini dengelemek için ortak çabaları yeni bir çatışma aşamasına yol açabilir. Muhalif gruplara verilen desteğin artması ve İran mevzilerine yönelik hava saldırılarının yoğunlaşması İran'ı stratejisini yeniden değerlendirmeye veya yeni ittifaklar aramaya itebilir. 

Rusya'nın askeri baskısının Suriye'deki İran etkisi üzerindeki etkisi derin ve çok yönlüdür. İran, kontrolünü genişletme ve bölgedeki stratejik hedeflerini sağlamlaştırma fırsatından yararlandı. Bu genişleme, bölgesel istikrar için önemli zorluklar doğurmakta ve kilit oyuncular arasındaki güç dengesini değiştirmektedir. Durum gelişmeye devam ettikçe, yerel dinamikler ve uluslararası ilişkiler arasındaki etkileşim Suriye'nin ve daha geniş Orta Doğu'nun geleceğini şekillendirecek. İran, Rusya, ABD, İsrail, Türkiye ve Arap devletlerinin eylemleri, bu karmaşık ve değişken çatışmanın yörüngesini belirlemede çok önemli olacaktır. 

Şam fiilen Tahran'ın, retorik olarak da Moskova'nın yanında 

Hmeymim Hava Üssü’ne yapılan yatırım, Moskova'nın Suriye'ye ve şu an Ukrayna'daki uluslararası stratejisi ve emellerinin bir parçası olarak baktığını açıkça gösteriyor. Şam buna itiraz etmiyor. Hatta ‘Büyük Rusya'nın ‘Küçük Rusya'daki savaşına sözlü olarak destek veriyor. Ancak Şam'ın sorunu, Rusya'nın önümüzdeki dönemde askeri olarak meşgul olması. Şam ve elitlerinin, oksijen ihtiyacının yoğunlaştığı bir dönemde, hem ekonomik olarak güçsüz kaldı hem de ağır yaptırımlardan etkileniyor. 

Moskova’nın Şam'ın iki düşmanını, yani Ukrayna savaşının bazı anahtarlarını ve çözüm yollarını ve güney kıyılarına deniz geçişlerini kontrol eden Ankara’yı ve Beyaz Saray'ın ve Kremlin'in Çarı’nın kalbinin anahtarlarını elinde tutan Tel Aviv’i tatmin etmesi gerekiyor.  

Her kavşağın ya da çöküşün öncesinde ya Şam, Irak sınırlarının ötesine, doğuya gider ya da Tahran, genişleyen direniş bölgeleri arasındaki bağlantı noktası olan Şam'a gelir.  

 

İki müttefik olan Şam ve Tahran, ABD’nin Orta Doğu'dan çekildiğini, Rusya'nın Doğu Avrupa ile meşgul olduğunu ve İran'a yönelik yaptırımlarda muafiyetler olduğuna, bunun da Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut eksenine genişleme, nüfuz etme ve istikrarsızlaştırma için alan sağlayacağını düşünüyorlar. Bu algılara engel teşkil eden düğümü Washington ya da Tel Aviv değil, İran ile ABD arasında daimi bir arabulucu olan Moskova attı. İran ile Batılı ülkeler arasındaki nükleer anlaşma taslağı hazır olsa da imzalanması konusundaki gecikme, ABD ve İsrail'in itirazlarından kaynaklanmıyordu. Ama Rusya’nın, Batılı ülkelerin Moskova'ya ve Rus seçkinlere Ukrayna savaşı nedeniyle yaptırımlar uygulamasından sonra Tahran ile arasındaki ticari işbirliğinin etkilenmeyeceğine dair garanti verilmesini istemesinden sonra durum değişti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile görüştükten sonra ABD’nin nükleer anlaşma taslağına yaptırımların nükleer işbirliğini etkilemeyeceğine dair bir ek madde koyduğunu açıkladı. 

Son yıllarda, bazı meselelerde bir görüş ayrılığı yaşandı. Resmiyette bir tecrit olsa da kapalı kapılar ardında ortak meselelerde gizlice uzlaşı sağlanıyordu. ABD ve Rusya nükleer anlaşma müzakerelerinde diplomatik işbirliği yaparken Suriye'nin kuzeydoğusunda askeri olarak ve sınırlarının ötesinde insani olarak koordinasyon içinde hareket ediyor, Kırım'ın ilhakı ve ikili ilişkiler konusunda diplomatik olarak çatışıyorlardı. Fakat Washington'ın direndiği nükleer anlaşma ve Ukrayna dosyaları arasında Rusya’nın iç içe geçmiş dokunuşları var gibi görünüyor. ABD ve Batı ülkelerinin, Suriye ve Ukrayna dosyalarını birbirine bağladığına dair birtakım işaretler söz konusu.  

En azından Batılı ülkelerden yapılan açıklamalarda, Doğu Akdeniz’deki deneyimlerin yeni bir versiyonu olarak Karadeniz'in kuzeyinde yeni savaş araçlarından bahsediliyor. Geçtiğimiz aylarda Rusya'nın Suriye sahnesine öncülük ettiğine dair bir izlenim edinildi. Arap ülkelerinin, Şam'ı kucaklamalarını sağlamaya çalıştı. Arap ülkelerinin başkentleri ile Şam arasında arabuluculuk yaptı. Suriye'nin güneyinde Ürdün sınırı yakınlarındaki bölgelerde uzlaşı çabalarına öncülük etti. Golan'da güney cephesinden İsrail'in güvenliğini sağladı. Lazkiye Limanı’nı kontrol altına aldı.  

Hatta bunu, limanı İran'ın elinden alarak yaptı. Rusya, Suriye'de İran'ın pençelerini kesiyor gibiydi. Ancak bir anda Ukrayna savaşı başladı. Bu savaş, Suriye'nin de aralarında olduğuna şüphe olmayan birçok dosyada adeta bir dönüm noktası oldu. Şam fiilen Tahran'ın, retorik olarak da Moskova'nın yanında yer alıyor. Önümüzdeki dönem, ABD ve diğer Batılı ülkeler ile Ukrayna nezdinde Doğu Avrupa ve Suriye nezdinde Ortadoğu şeklinde iki dosya, iki devlet ve iki halk arasında bir bağlantı kuracaktır. 

Ortaklık mı yoksa rekabet mi? 

Suriye ordusunun yeniden inşası, Rusya ve İran arasındaki rekabetin en önemli yönlerinden biri.Bu durum iki faktörden kaynaklanıyor: Birincisi Rusya ve İran'ın Suriye ordusunun yapısına dair farklılaşan bakış açıları, ikincisi ise bu bakış açılarının her bir tarafın Suriye'den ne istediği ile ilgili olması. İki taraf sadece Suriye rejimine destek verme konusundaki ortak paydada birleşiyor. Moskova, bombardıman için uçaklarını kullanmaya devam ederken, Tahran, aynı amaç için milislerini sahaya sürüyor. Ancak genel olarak, Suriye'de Rusya ve İran arasındaki ilişki stratejik değil, taktiksel. 

Bir ABD ve bir Rus askeri Suriye'de konuşuyor

 

Rusya, Suriye ordusunda oluşum ve operasyon düzeyinde reform yapmayı, yeni büyük ölçekli ve yarı düzenli birimlerin oluşturulmasını ayrıca düzensiz gruplar ve çeşitli toplulukların bu birimlere dahil edilmesini hedefliyor. 

Suriye ordusunun, savaş öncesindeki haline dönmesini beklemek ise zor. Son 14 yılda Suriye'de yaşanan olaylar iç sebeplerden kaynaklıydı. Bu nedenle, Suriye ordusunun yeniden yapılandırılması, iç düşman hedeflerine yönlendirilecek yeni düşman kavramıyla uyumlu hale getirilecek. Çünkü dış tehditler şu anda Şam için bir öncelik değil. 

Şam güçlerini modernize etmeye yönelik ilk Rus girişimi, Dördüncü Kolordu'nun kurulmasıydı. Düzensiz Ulusal Savunma Kuvvetleri ve Lazkiye'den silah altına alınanlarla yeni birimler oluşturuldu. Düzenli ordunun her taburu, tugayı ve tümeninde Rus ordusunun en yüksek rütbeli danışmanları atandı. Bunun ardından Moskova, Beşinci Kolordu'yu kurmak ve onu Ulusal Savunma Kuvvetleri güçlerine bağlamak için daha fazla kaynak harcamaya karar verdi. 

Rusya, Suriye ordusunda üst düzey liderlerin atanmasında nüfuz için Rus-İran rekabetini artıran Rus subayları ve danışmanlarına dayanan bir yapı inşa etti. Öte yandan İran ve Hizbullah, ordunun yeniden inşasını etkilemek için özellikle de karadan karaya füzeler ve insansız hava araçları konuşlandırdı, taarruz kabiliyetlerini artırdı. 

Beşşar Esed’ın kardeşi Mahir Esed liderliğindeki Dördüncü Tümen, iç güvenlik birimleri ve Suriye rejimine sadık yerel paramiliter milisler de dahil olmak üzere Suriye ordusunda özel kuvvetler inşa etmek, eğitmek ve işletmek için çalıştı. 

Rusya'nın Suriye ordusunun kontrol ve egemenliğini genişletme ve teslim olan bir dizi grubu absorbe etme çabaları ışığında, İran'a bağlı milisler hala ordunun komutası altında değil. Moskova, İran'ın etkisini azaltmak ve Suriye'deki askeri ve deniz üsleriyle daha uzun süre varlık gösterme hedefine ulaşmak için orduyu reforme etmeye büyük önem veriyor. 

Rusya ve İran'ın farklı bakış açılara sahip olması, Esed rejiminin onlara ihtiyacı olmadığı anlamına gelmiyor. Rusya'nın çabaları, herhangi bir iç gösteri veya karışıklıkla başa çıkmak yani iç tehditleri ortadan kaldırmak için hızla konuşlandırılan yüksek kapasiteli muharebe birimlerinin oluşturulmasına bağlı olsa da rejim lideri Beşşar Esed'ın kendisine, İsrail saldırılarıyla herhangi bir çatışmaya girmeye yarayacak saldırı yeteneklerini almak için İran'a ihtiyacı var.  

İran’ın ulaşmaya çalıştığı bir hedef söz konusu: İran ve Hizbullah'ın İsrail ile herhangi bir çatışmada kullanabileceği Suriye topraklarında kalıcı üsler inşa etmek. 

Esed rejiminin Rusya ve İran'a bağımlılığına rağmen, karşı karşıya kalacağı en önemli zorluk, ordunun milislere göre zayıf olduğu Irak modelinde olduğu gibi, İran etkisi altındaki ordu ile milisler arasındaki sadakat ve güç dengesinde görülüyor. 

Rusya'nın güçleri tek komuta altında birleştirme planları İran'ın çıkarlarıyla doğrudan çelişiyor. Öte yandan bu birimler Tahran tarafından finanse ediliyor ve bu nedenle İran'a Suriye'den daha sadık. 

Suriye çözüm manzarası 

Suriye meselesinde geçtiğimiz yıllarda Suriyelilerin ve dünyanın güvenini kazanma ihtimallerini ortadan kaldıran rejim ve muhalefette yani iki taraf da çözümde etkili ve pratik bir role sahip değiller. Bu nedenle her iki taraf da hesapların dışında kaldılar ve karar alma sorumluluğu dış güçlerin eline geçti. Rejimin başında Ruslar ve İranlılar, muhalefetin büyük bir bölümünün başında ise Türkiye, ABD ve sınırlı bir Arap kanadı bulunuyor. Hiç şüphe yok ki rejim ve muhalefetin normalleşme ya da bir çözüm için yoğun baskılara maruz kalması, her ikisini de özellikle de içlerindeki silahlı oluşumları, bölünmelere ve kanlı iç çatışmalara sürükleyebilir. 

 

Rejim ile çözüm arayışında olan muhalefet grubunun durumunu irdelemek gerekirse, temel yapısında Ulusal Koalisyon ve ona yakın oluşumlardan isimler yer alıyor. Bu oluşumların en öne çıkanları Yüksek Müzakere Komitesi, Anayasa Komitesi ve Astana Grubu iken, içinde yer alan isimlerin çoğu ise 2012'de Ulusal Koalisyon'un kurulmasından bu yana muhalefetin liderliğinde birbirleri ile rol değiştiren isimler. Birçoğunun Türkiye, ABD, Rusya ve bazı Avrupa ve Arap ülkeleri başta olmak üzere Suriye'ye müdahale eden ülkelerde Suriye dosyasından sorumlu kişilerle ilişkileri var. Bağımsızların çoğunun da bu tür bağlantılara sahip oldukları ve bir sonraki aşamada liderlik rolü oynamak istedikleri herkesçe biliniyor. 

Grubun çoğunluğunun konumlarını ve rollerini bırakmamak, karar alma merkezlerinde kalmak için çabaladıkları konusunda ne söylenirse söylensin, Koalisyon ve yakın oluşumları içinde değişen ittifaklarına ve gidişatına, gölge İslami oluşumlarla olan ilişkilerine dikkat çekmek, son on yılda üstlendikleri liderlik görevlerindeki deneyimlerinin bütününün üzerinde durmak önemli. Zira katıldıkları Astana ve Anayasa Komitesi önemli sonuçlar doğurmadılar. Ama şimdi Şam rejimi ile bir müzakere hattı açma çabalarını meşrulaştırmak amacıyla benzer argüman ve iddialarla yeniden masaya oturtulmaya hazırlanıyorlar. Ve muhalefetin rejimle yaptığı görüşmelerin Suriye'de çözüm konusunda anlamlı sonuçlar vermeyeceğini biliyorlar. 

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana dünyadaki hiçbir muhalefet, ne kadar güçlü olursa olsun, komşu, dost veya kardeş bir tarafın ya da tarafların yardımını almadan herhangi bir ülkedeki rejimi değiştirmeyi veya devirmeyi başaramadı.  

Hal böyleyken, Suriye muhalefeti gibi çok parçalı, iltihap ve hastalıklarından muzdarip bir muhalefet bunu başarabilir mi? 

Değiştirme gücü, gerçeği bilmeye ve onu değiştirmek için ciddi şekilde çalışmaya, hedeflere ulaşma fırsatı sağlayan araçları ve yolları yaratmaya bağlıdır. 

Ankara-Şam normalleşmesi 

Ankara-Şam ilişkilerinin normalleşmesi, ilk etapta Suriyeli sığınmacılar ve gönüllü geri dönüş üzerine ve karşılıklı ticaretin canlanması üzerine kurulu olduğu görülüyor. Türkiye'de yaşayan Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmeleri ancak Suriye'deki siyasi, ekonomik ve iskan şartlarının oluşmasıyla mümkündür.  

 

Bugün Türkiye'de Suriyelilerin ülkelerine gönderilmesi Suriye'nin kuzeyi üzerinden konuşuluyor. Geri gönderme konusunun buradan ele alınması gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi anlamına gelir. Çünkü Türkiye'deki Suriyelilerin tamamı kuzeyden ülkemize gelmediler. On binlerce Suriyeli, Suriye'nin güneyinden, birkaç kez zorunlu göçe tabi son durak olarak ülkemize geldiler. 

Dera'dan, Halep'ten, Guta'dan, Şam'dan, Hama'dan ve kontrolümüzde olmayan diğer Suriye şehirlerinden gelen Suriyeliler var. Kimisi PKK/YPG/ABD'nin hakim olduğu, kimisi Şam yönetiminin ve İran'ın, kimisi de HTŞ'nin, DEAŞ'ın hakim olduğu bölgelerden geldi. Dolayısıyla Suriye'nin kuzeyinde Katar'ın ekonomik desteğiyle evlerin yapılmasının sığınmacıların geri gönderilmesi için yeterli görmek yanlıştır ve tehlikeli sonuçları olur.  

Suriye'nin kuzeyi, iskan ve geri gönderme 

Suriye'nin kuzeyinde yerleşim yerlerinin inşa edilmesi, sığınmacıların evlerine gönderilmesi için yeterli olarak görülmesi yanlıştır. Nasıl ki Türkiye'de bölgesel olarak kültürel farklılıklar var Suriye'de de bölgesel olarak kültürel farklılıklar mevcuttur. 

Suriye'nin güneyinden gelen insanların kendi memleketleri yerine kuzeye iskan edilmesi, kuzeyin demografisinin bozulmasına neden olacaktır. Mesela kuzeydeki Türkler, böyle bir iskana karşıdır. Çünkü böyle bir iskan, Türklerin yoğun yaşadıkları bölgelerde onları azınlık durumuna düşürecektir. Bu Araplar ve Kürtler açısından da sorundur. Yine birbirleriyle rekabet içinde olan, derin farklılıkları bulunan aşiret ve kabileler vardır.  

Suriye'de hesapsızca, tarihine muhalif, güç dengeleri ve bölgesel farklılıkları dikkate almadan yapılacak iskanlar Suriye içinde, yanı başımızda bizi de etkileyecek sorunlara yol açacaktır.  

Bir diğer konu ise Katar'ın ekonomik desteği ile kuzeyde konut yapımı planı. Konutların yapıldığı yerlere baktığımızda, bu yapılaşmanın zaman içerisinde tarihi şehir merkezlerinin farklı bölgelere kaymasına neden olacağı değerlendirilebilir. 

İdari yapılanma 

Suriye'nin kuzeyinde, TSK ve ÖSO'nun operasyon bölgelerinde askeri ve idari yapılanmalar kuruldu. Bu yapılanmalar operasyon sonrası kuruldukları ilk dönemde ideal yapılanmalar olsa da artık birçok sorunu içinde barındıran, bazı sorunların kaynağı haline gelmişler. Bu idari ve askeri yapılanmaların yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. 

 

Kuzeyde 30'a yakın yerel meclis var. Yerel meclislerin görünürde yetkisi var ama yetkiyi kullanacak iradeleri yok. Askeri yapılarla yerel meclisler arasında ciddi yetki sorunu var. Bu durum ciddi sorunlar oluşturuyor. 

Suriye Milli Ordusu, birçok küçüklü büyüklü, eski yeni silahlı gruptan oluşuyor. Bunlar arasında ciddi çekişme ve anlaşmazlık mevcut. Silahlı gruplar, SMO'yu oluşturan 3 feylek arasında bölünmüş. Aynı feylek içinde bulunan gruplar arasında da farklı feyleklerde bulunan gruplar arasında da adeta bir güç mücadelesi var. Bunun birkaç nedeni var; 

1- Suriye Geçici Hükümeti'ndeki Savunma Bakanlığı'nın bu gruplar üzerinde bir yaptırım gücünün olmaması. 

2- Grupların bazılarının sicili kötü kişiler tarafından yönetilmesi. 

3- Bazı grupların başındaki kişilerin savaş baronuna dönüşmesi. 

4- Tüm feyleklerin üzerinde bir komuta kademesinin olmaması.  

Ayrıca, Suriye muhalefetinin mutlak temsilcisi olan SMDK ve onun bünyesinde olan Geçici Hükümet’in iş yapabilme iradesinin bulunmaması, birçok sorunun temelini teşkil ediyor.  

Türkiye açısından baktığımızda da benzer sorunlar görülüyor. Suriye ile ilgilenen üç kurum var; MİT, TSK ve İçişleri Bakanlığı. Bu üç kurum arasında işbirliği ve koordinasyondan daha fazla rekabetin öne çıktığı görülüyor. Dolayısıyla hem Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyi ile ilgili çalışmalarını yürüttüğü sistemi yeniden düzenlemesi gerekiyor hem de artık iş göremez hale gelen kuzeydeki idari ve askeri yapının düzenlenmesi ve ıslah edilmesi gerekiyor.  

Türkiye'nin göç politikası 

Türkiye'nin hem tarihi tecrübelerden faydalanarak hem de dünyadaki tecrübelerden istifade ederek oluşturduğu bir göç politikasının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İçişleri Bakanlığı'nın “şu kadar Suriyeli sığınmacı, bu kadar Afganlı kaçağı gönderdik” açıklamaları Türkiye'nin bir göç politikasının var olduğu anlamına gelmiyor. Tam aksine bu, Türkiye'nin bir göç politikasının olmadığının alameti farikası. 

Türkiye'nin sınır dışı ettiği kaçak ve sığınmacı rakamları sığınmacı ve göçmen karşıtlarını tatmin etmediği gibi daha da azgınlaşmalarına yol açıyor.  

Maalesef yıllar içerisinde Türkiye, sığınmacı ve göçmen konusunu Türkiye için bir faydaya dönüştürememiştir.  

Ankara-Şam ilişkileri 

Ankara-Şam ilişkilerinin yeniden başlaması konusunda iki kesim ön plana çıkıyor: 

1- Ne olursa olsun Esed'le ilişki kuralım, sığınmacı sorunu ancak bu ilişkiyi kurmakla çözülür diyenler, 

2- Esed katildir, kesinlikle ilişki kurulmamalıdır diyenler. 

Birbirine zıt bu iki kesimin ortak yönü, ideolojik olmaları ve hiçbir çözümlerinin bulunmamalarıdır.  

Beşşar Esed ile ilişki kurulmasının, hem sığınmacı meselesi, hem siyasal çözüm sürecinin ilerlemesi, hem de YPG ile mücadele konusunda faydalı olacağı kesindir. Ancak bu faydanın ortaya çıkması, doğru başlıklar üzerinden müzakereler yapılması ile mümkündür.  

BM Güvenlik Konseyi'nin 18 Aralık 2015'te oy birliği ile aldığı 2254 sayılı karar, siyasi çözümün temelini oluşturmalıdır.  

Türkiye'nin Şam ile geliştireceği ilişkinin amacı konusunda SMDK ile görüşmesi, Suriye'nin kuzeyindeki huzursuzluğun azalmasına katkı sağlayacaktır.  

Suriye için konuşulmayan gerçek 

Suriye'nin geleceği ile ilgili konuşulmayan bir gerçek vardır; Suriye, 12 yıldır devam eden krizin sonunda toprak bütünlüğünü koruyacak ama siyasal sistemini koruyamayacaktır. Suriye'nin geleceğinde bölgesel yönetimler olacaktır. Bu hiçbir ülke tarafından konuşulmasa da hakikat budur. Dolayısıyla Suriye muhalefeti, Türkiye ve Suriye halkı bu gerçeği görüp bu geleceğe göre kendini hazırlamalıdır. 

Normalleşmede İran izi 

Suriye ve Türkiye arasındaki normalleşme süreci, tüm tarafları her an bir çıkmaz sokağa götürebilecek karmaşık bir labirent. Daha önce İran'ın Türkiye'nin Suriye ile normalleşme sürecinin durmasındaki rolüne şahit olundu. Bugün de İran'ın Şam üzerinde baskı kurduğu ve hükümete kabarık mali borçlarını hatırlattığı aynı senaryonun sahneye koyulduğunu görüyoruz.  

Normalleşme süreci İran olmadan ilerliyor ve Tahran'ın rolü, gizlice İran'ın nüfuzunun genişlemesiyle mücadele eden Rusya’nın niyetinin bu olup olmadığı ya da Tahran'ın şu an görüşmelere girmekten uzak mı durduğu ya da buna hazır olup olmadığı ve doğru zamanda dokunuşunu yapıp yapmayacağı gibi soru işaretleri arasında açıkça marjinalleşiyor. 

İlişkilerin yeniden kurulmasının ardından Türkiye’nin Suriye pazarlarına hakim olması ve İran'ın ulaşım, telekomünikasyon, enerji gibi sektörleri elde etmeye çalışırken Suriye'nin yeniden yapılanma ve inşa ihtiyacının ortasında yeni bir rakibin gelişiyle ülkenin ekonomik arenasındaki rakipsiz konumunu kaybetmesi bekleniyor.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.