Yahudilikte Yahudi Olmayana Bakış

Tevrat ve Talmud’da Yahudi olmayan insanlara karşı nasıl davranılması gerektiği emrediliyor? Doç. Dr. Eldar Hasanoğlu, Fokus+ için kaleme aldı.
Eldar Hasanoğlu
Yahudilikte Yahudi Olmayana Bakış
26 Eylül 2024

Yahudilik inanç ile ırkın karışımı, teolojik ve etnik değerlerin bütünleşik kabul edildiği bir sistemdir. Bu yüzden eski çağlarda Yahudi olma bu inancı taşımak anlamına geldiği kadar bu soya mensup olmayı da ifade etmiş, Yahudiliğin Yahudi olmayanlara bakışı da bu doğrultuda şekillenmiştir. Kimlikteki soy ögesinin baskınlığı dolayısıyla sonradan Yahudiliğe giren birisinin bile hemen tam Yahudi sayılmayacağı, böyle birisinin neslinden gelenlerin birkaç kuşak sonra normal Yahudi olarak kabul göreceği din bilginleri tarafından tartışılmıştır.

Yahudi kimliğini ifade etmek için kaynaklarda İbrani, İsrailoğulları ve Yahudi kavramları kullanılmıştır. Hangi ad ile olursa olsun bu kimlik kendisini var kılmak için her zaman bir ötekiye ihtiyaç duymuştur. Din bilginleri rabbiler ötekileştirici, dışlayıcı jargonla bu zarureti karşılamış, bu yaklaşım seçilmişlik doktrinini beslemiştir. İnsanlığın soy itibariyle Hz. Âdem’den geldiğini ifade eden rabbiler, tufan zamanı kurtulan tek aile olması dolayısıyla Hz. Nuh’u da ikinci ata kabul etmişlerdir. Nuh Kanunları diye bilinen evrensel ahlaki ilkeleri de bu iki peygambere atfederek hem ırk hem de değerler bakımından “insan” kimliğinden bahseden Yahudilik, kendi kimliğini var kılmak için ise Hz. İbrahim ve Hz. Musa üzerinden geliştirdiği “İbrani/Yahudi” kimliğini öne çıkarmıştır. 

İbrani kavramında soya aidiyet, Yahudi kavramında ahlaki ve kültürel değerler baskın olmakla birlikte, İsrailoğulları kavramında bu ikisi birleşmiştir. Hz. Yakup/İsrail’in soyuna aidiyeti vurgulayan bu içerik, aynı zamanda onun atalarından tevarüs ettiği töreye sımsıkı bağlanmayı ifade etmiş ve dışlayıcılık için elverişli fikri altyapıyı oluşturmuştur. Hz. İbrahim’in Hz. İshak dışındaki evlatlarını yok sayan, Hz. İshak’ın soyunu da sadece Hz. Yakup üzerinden sürdüren bu yaklaşım aile içi ötekileştirme ile sadece kendisini peygamberlerin töresinin varisi olarak ilan etmiştir. Aile içi görgü kuralları şeklinde tanımlanabilecek bu töre Hz. Musa’ya Tevrat’ın verilmesiyle vahiy mahsulüne dönüşerek dini özelliği tescillenmiş, dolayısıyla dışlayıcılığın ve seçilmişlik iddiasının metafizik altyapısı oluşmuş, ötekileştirme yaklaşımı dini nitelik kazanmıştır.

 

Yahudi kutsal metinlerinde yabancılara yönelik temel yaklaşım, onlar üzerinde otorite kurma arayışından hareketle gelişmiştir. Savaş dönemlerinde ürkütücü biçimde sert ve acımasız, şiddet dolu söylemler metinlere hâkim olmuştur. Örneğin, Mısır’dan çıkıp Kenan diyarına yerleşme aşamasındayken Tevrat burada yaşayan yedi kabileden sadece savaşa katılanların değil tüm canlıların katledilmesini emretmiştir (Tesniye 20:16-18). Ancak bölgede hâkimiyet kurduktan sonraki dönemlerde cari olmak üzere, İsrailoğulları’nın arasında yaşayan yabancılara merhametli davranmaları ve onları koruyup kollamaları tavsiyeleri de aynı metinlerde yer almaktadır. 

Yahudilerin yabancılarla ilişkileri nasıl aktarılıyor? 

Kutsal metinlerde anlatılanlar bir kişinin sırf yabancı olduğu için haklarından mahrum bırakıldığı tablosunu çizerken öte yandan önemli mevkilere getirilen yabancılardan da bahsedilmektedir. Yahudilerce tüketilmesi nahoş görülen şeylerin yabancılara verilmesinde beis görülmemesi, Yahudilerden faiz alınmazken yabancılardan alınabilmesi, yabancılardan kız alınırken kız verilmemesi vs. pek çok örnek eski Yahudi toplumunda dışlayıcılık ve ötekileştirme dürtüsünün hep baskın olduğundan haber vermektedir.

Özellikle M.Ö. 10. yüzyılda Hz. Davut ve Hz. Süleyman zamanında ve M.Ö. 2. yüzyılda Haşmoniler hanedanlığı döneminde güçlü devlete sahip olduklarında yapılan uygulamalar ve dayatmalar, kutsal metinlere göre Yahudilerle yabancıların ilişkilerini düzenleyen temel yaklaşımın yabancılar üzerinde otorite kurma isteği üzerinden geliştiğini ortaya koymaktadır. 

M.Ö. 5. yüzyıla yaşadığına inanılan son peygamber Malaki’den sonra din adına konuşma yetkisi din bilgini rabbilerin tekeline geçmiştir. Yabancılar hakkında kutsal metinlerde sergilenen dışlayıcı tutum ve üzerlerinde otorite kurma dürtüsü sürdürülmekle birlikte, din bilginleri pratikten beslenen reflekse dayalı yeni bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Bu tarihlerde Akdeniz’den Arap Körfezi’ne kadar doğuya uzanan geniş coğrafyaya dağılan Yahudiler M.S. 2. yüzyıldan itibaren Akdeniz kıyıları boyunca batıya da yayılmaya başlamış, bu minvalde farklı halklarla karşılaşmışlardır. Kronolojik sırayla pagan, Hıristiyan ve Müslümanlar arasında yaşayan Yahudilerin gördükleri muamele, nitekim yabancılara meyleden tabanı asimile olmaktan koruma kaygısı din bilginlerinin söylemlerinin üslubunu ve içeriğini etkilemiştir. 

Rabbiler Yahudi olmayanlar hakkında hem olumlu hem olumsuz görüşler belirtmiş ve yaklaşımlarına kanıt sunma adına bazı tecrübelere atıf yapmışlardır. Dolayısıyla bu söylemlerin içeriği pratik üzerinden şekillenmiş, dile getirildiği dönemde ve coğrafyada Yahudilerle yabancılar arasındaki ilişkileri yansıttığı gibi kendilerinin yabancılara yönelik reflekslerini ifade etmiştir. 

Binaenaleyh, rabbilerin yabancılar hakkında olumlu ve olumsuz değerlendirmelerinin genel geçer olmadığı, bir tepki sonucu sübjektif yaklaşımlar olduğu vurgulanmalıdır. Yabancılar Yahudiler için iyi yaşam şartları temin etmeleri durumunda hayırla anılıp haklarında abartılı takdir edici ifadeler kullanıldığı gibi sıkıntı ve eziyetlerine sebep olduklarında ise haklarında ölçüsüz biçimde onur kırıcı iddialar ileri sürülmüştür. 

Görüşler arasındaki paradoks 

Ne var ki bu söylemler yazıya geçirilerek kaynaklarda toplanınca genel geçer bir yaklaşımı yansıtıyor şeklinde algılanmaya açık hale gelmiştir. Eski çağlarda bu özellik pek fark edilmediği için yabancılarla ilgili görüş ararken Yahudi dini merciler kaynaklarda beklediklerini bulamamış, ellerindeki birikimin çatışmalı söylemleri barındırması sebebiyle kendi aralarında tartışmaya girmişlerdir. 

Örneğin, bir rabbi, Tevrat’ı öğrenmek isteyen Yahudi olmayanların öldürülmesini önermiş, hatta idam cezaları içerisinde uygulama ve aşağılama bakımından en ağır sayılan recim cezası ile cezalandırılması gerektiğini savunmuştur. 

Oysaki başka bir rabbi Tevrat’ı araştıran yabancının Yahudilikte en üst rütbe olan başkohen mesabesinde olduğunu dile getirmiştir. Yabancılara Tevrat öğretmenin durumu hakkında gelenekten cevap arayan sonraki kuşak din bilginleri birbiriyle taban tabana zıt olan bu söylemler karşısında ihtilafa düşmüş, bu görüşleri kendi şartları içerisinde anlamlandırmayı başaramayınca kendi şartlarına göre fetvalar vererek sorunu aşmaya çalışmışlardır.  

Talmud’da Yahudi olmayanlar için ne anlatılıyor? 

En temel dini metinlerden biri kabul edilen Talmud, Yahudilerin paganlar ve Hıristiyanların arasında türlü eziyetlere maruz kaldıkları, aralarında kanlı çatışmaların yaşandığı zaman diliminde teşekkül etmiştir. Bu yüzden özellikle bu kaynakta yabancılar aleyhinde en sert söylemler ve en aşağılayıcı betimlemeler oldukça yoğundur. 

Kabalist gelenekte önemli konuma sahip olan Şimon bar Yohay’dan naklen “yabancılar içerisindeki makbul olanı öldürüver” (Kudüs Talmudu, Kidduşin 4:11) söylemi fiiliyatta karşılığı olan bir emri ifade etmemekle birlikte yabancılara yönelik düşmanca yaklaşım hakkında kanaat oluşturmak için yeterlidir. 

Hatta Yahudi olmayanların dışlanması abartılarak ontolojik bir düzleme oturtulmuş, onlar fıtratları itibariyle pis kabul edilmiş ve dokundukları şeyleri de pisleyecekleri düşünülmüştür. Nitekim ahlaki değerlerden yoksun oldukları önyargısıyla onlarla sosyalleşme kerih görülmüş, bu yaklaşıma dayalı olarak pek çok söylem dile getirilmiştir. Müslümanlar arasında huzur içerisinde yaşamaları dolayısıyla rabbiler kendi çevrelerini kastederek yabancılar hakkında bazı olumlu değerlendirmelerde bulunsalar da temel kaynaklarda hâkim olan ötekileştirici negatif betimlemeleri aşamamışlardır.

Tarihte ve günümüzde Yahudi dini merciler yabancılar hakkında kaynaklardaki birikimin kullanımında seçici davranmış, kendi şartlarına göre onları gündeme getirmişlerdir. Tabanlarını radikalleştirip militarize etme arayışında olduklarında ve şiddet uygulamalarına tabandan gelecek olası itirazları bastırmayı amaçladıklarında olumsuz betimlemeleri öne çıkarmışlardır. Ancak yabancılarla bir arada uyum ve barış içerisinde yaşamayı hedeflediklerinde buna uygun ortam oluşturmak amacıyla olumlu söylemlere atıfta bulunmuşlardır. Binaenaleyh, din bilginlerinin aslında kendi fetvalarını desteklemek için geleneği kullandıkları söylenebilir. 

Benzer şekilde, İsrail’de bazı din adamları Filistin halkına tatbik edilen hunharca katliamı, tecavüzleri vs. türlü eziyetleri Yahudiliğin dini hükümlerine dayandırmakta, hatta bu tutumlarıyla yapılanları haklı gösterip sürdürülmesine motivasyon sağlamakta, Tevrat’taki en temel ilkelerden olan “insan Tanrı’nın sureti/tecellisidir” düsturunu yok saymaktadırlar.   

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.