Yargı Vesayeti ve Demokrasiyi Koruma İddiaları Arasında İsrail’deki Yargı Reformu Tartışmaları
İsrail Yüksek Mahkemesi 2 Ocak 2024 tarihinde, toplumda yargı reformu tasarısı olarak bilinen “makullük yasa tasarı” (reasonableness law) ile yargı başlıklı temel kanunda yapılan değişikliğin iptaline yönelik başvurulara istinaden uzun zamandır merakla beklenen kararını açıkladı.
İsrail’deki en üst yargı mercii olan yüksek mahkemenin kararı, bahse konu yasa değişikliğinin bir kısmını iptal etmesine rağmen mahkemenin mevcut başbakanın göreve uygun olup olmadığına karar vermesini engelleyen “geri çekilme yasasının” da (recusal law), özünde çelişkiler barındırmakla birlikte ülkenin içerisinde bulunduğu savaş ortamı sonlanıncaya kadar yürürlükte kalmasına ve kanunla ilgili kararın bilahare verilmesine hükmolunmuştur.
Yüksek mahkemenin bu kararı, bahse konu kanunun iptalini talep eden muhalefet ve bazı sivil toplum örgütleri tarafından memnuniyetle karşılanırken, hükümetin aşırı sağcı ortakları tarafından yargının yasama ve yürütme üzerindeki vesayeti olarak görülmüştür. Ancak hükümet kanadı mevcut koşullar nedeniyle tepkilerini daha makul tutmaya ve konuyu Gazze’ye yönelik saldırıların bitmesinden sonraya bırakmaya karar vermiştir.
Peki, yüksek mahkemeyi ülkenin içinde bulunduğu savaş koşullarına rağmen böyle bir karar vermeye zorlayan yargı reformu tasarısının arka planı, içeriği neydi ve süreç bugüne nasıl geldi? Ayrıca mahkemenin iptal kararına ne gibi tepkiler verildi ve mahkeme kararını nasıl savundu? Yargı reformu yasasının iptali İsrail demokrasisini nasıl etkileyecek? Bu karar yargının siyaset üzerindeki vesayetinin pekişmesine mi yol açacak yoksa kuvvetler ayrılığının kurumlaşmasına ve demokrasinin kökleşmesine mi? Şimdi bu sorulara cevap arayalım.
Yargı reformu tasarısının arka planı, içeriği ve işleyen süreç
İsrail’de 1 Kasım 2022 tarihinde yapılan seçimlerden galibiyetle çıkan Netanyahu, kendisini destekleyen dinci ve aşırı sağcı partilerin de katılımıyla, muhafazakâr ve milliyetçi tandanslı bir koalisyon hükümeti kurarak 29 Aralık 2023’te meclisten güvenoyu alıp göreve başladı.
Yeni hükümetin ilk icraatlarından biri ise, ülkede pek çok sosyal, ekonomik ve güvenlikle alakalı sorun varken, sözde yargının siyaset üzerindeki vesayetini sonlandırmayı amaçlayan ama aslında yargının hükümetin icraatlarına ayak bağı olmasını engelleyecek bazı kanuni düzenlemeleri içeren yargı reformu tasarısını meclise sunmak oldu.
Tasarıyla; yüksek mahkemenin özellikle temel kanun olarak kabul edilen yasalar üzerindeki denetimi kaldırılıyor, yüksek mahkemeye yargıç atama usulünde değişikliğe gidilerek siyasetin sürece daha fazla müdahil olması sağlanıyor, başbakan ve bakanların yaptığı atamalardaki denetim sınırlandırılıyor, hükümete başsavcı ve hukuk müşaviri gibi yargısal atamalarda daha fazla serbestlik tanınıyor ve başbakanın veya bakanların göreve uygun olup olmadıklarına dair yargısal denetimi ortadan kaldırılıyor.
Ancak yargı reformu tasarısına karşı muhalefet cephesinde ve toplumun kendini sol ve liberal olarak tanımlayan bölümlerinde büyük bir direnç ortaya çıkmıştır. Bu direncin oluşmasında hükümetin içerisindeki aşırı sağcı unsurların kurucu değerleri aşındıracak söylem ve eylemlerinin de etkisi olduğunu söylemek mümkündür. Süreç içerisinde bu tepkinin ülke geneline yayılarak hükümete ve devletin kurumlarına karşı top yekûn sivil itaatsizlik eylemlerine dönüşmesi üzerine, Netanyahu daha fazla diremeyip Mart 2023 sonunda tasarıyı geri çekmek zorunda kalmıştır.
Tasarının geri çekilmesiyle toplumdaki tansiyon düşmüş ve hükümet üzerindeki baskı da görece azalmıştır. Fakat siyasi ikbali bu kanun tasarısına bağlı olan hükümetin tasarıdan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Buna mukabil haziran ayında bütçe kanununun mecliste kabul edilmesinin hemen ardından yargı reformu tasarısı yeniden meclise sevk edildi. Meclisteki uzun ve tartışmalı oturumlardan sonra “makullük yasa tasarısı” olarak isimlendirilen hükümet tasarısı koalisyon ortaklarının oylarıyla 24 Temmuz’da kabul edilerek yasalaştı.
Tasarı yasalaşmasına rağmen tepkiler azalmadığı gibi başta muhalefet partileri olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşu soluğu yüksek mahkemede alarak, bahse konu yasanın iptali için başvuruda bulundu. Yüksek mahkeme, 12 Eylül tarihinde tüm başvuruları bir dosyada birleştirdikten sonra tarihinde ilk kez 15 yargıçla toplanıp, 12 yargıcın kabul oyuyla temel kanunlar üzerinde denetim yetkisinin olduğuna dair karara imza attı. Aynı kararda yargı reformu tasarısının üç ay içerisinde esastan ele alınarak bir karara varılacağına da hükmedildi. Ve nihayet 2 Ocak 2024 tarihinde beklenen iptal kararı açıklandı.
Karara yönelik itirazlar
Hükümet tarafından, mahkemenin iptal kararının hukuki olmadığı, mahkemenin kanun yapıcının yetkisinde olan yasama işlemine müdahale ederek hak gaspı yaptığı ileri sürülmüştür. Ayrıca kuvvetler ayrılığı prensibine göre atanmış olan mahkeme yargıçlarının, İsrail halkı tarafından seçilen Knesset üyelerine anayasa hükmünde olan temel kanunlarla tanınan yasa yapma yetkisine sınırlama getirdiğini ve asıl kabul edilemeyecek olan şeyin bu olduğunu belirtilerek, bu uygulamanın yargının siyaset üzerindeki vesayetinin somut bir örneği olduğu iddia edilmiştir.
Yüksek mahkemenin makul sebep şartı ile dileği yasayı, istediği gibi yorumlamasının ve kanun koyucunun inisiyatifini yok sayarak, toplumsal gerekliliklerden uzak bir şekilde yasaları dikte etmesinin demokratik rejimlerde söz konusu olamayacağının da belirtildiği açıklamada, yargının başbakan veya bakanların göreve uygun olup olmadığına yönelik tasarruflarına getirilen kısıtlamaların da mevcut başbakan veya bakanlarla ilgili olmadığı, bunun genel bir düzenleme olduğu da belirtilmiştir.
Hükümetin yasa yapma yetkisini kötüye kullandığı, kendisine sorun çıkaran kuralları bu değişiklik ile ortadan kaldırdığı ve ülkenin kuruluş değerlerindeki demokratik ve Yahudi karakteri aşındırmaya gayret ettiği şeklindeki ifadelerin kötü niyetli olduğu belirtilen açıklamada, yürütmenin devleti idare etmek için gerekli atamaları yapabilmesinin en doğal hakkı olduğunu ve bunun aksini düşünenlerin hiçbir siyasi sorumluluğu olmadığını ifade edilmiştir.
Ayrıca gerekçeli kararlardaki iddiaların aksine yargı reformu tasarısı yasalaştırılırken, aralarında hukuk uzmanlarının ve bazı sivil toplum kuruluşlarının da bulunduğu geniş bir kesimle istişare yapıldığı ve dolayısıyla tüm halkı ilgilendiren yasal bir düzenlemenin nitelikli çoğunluk ve toplumsal konsensüs sağlanmadan yapıldığı şeklindeki suçlamaların gerçeği yansıtmadığı belirtilmiştir.
Bununla birlikte ülkenin içerisinde bulunduğu savaş koşulları göz önünde bulundurularak mahkemenin kararlarına direnilmeyeceği ancak hükümetin uygun koşullarda, belirtilen eksiklikleri giderek yeni bir düzenleme yapma hakkını saklı tuttuğu da ifade edilmiştir.
Mahkemenin gerekçeli kararındaki argümanlar
Öncelikle 15 üyeli yüksek mahkemenin 12 üyesinin mahkemenin temel kanunlar üzerinde denetim yapma yetkisinin olduğuna yönelik kararı desteklediğini ancak yargı reformunun ilk aşaması olan makullük yasasının iptal edilmesine dair kararın 8-7 oyla, yani basit çoğunlukla kabul edildiğinin belirtmemiz gerekiyor.
Mahkeme gerekçeli kararında; kanun yapıcının özellikle temel kanun olarak çıkarılacak yasaları yaparken mutlaka istişare yapmasını ve muhalefet partileri başta olmak üzere toplumun bütün kesimleriyle konsensüs içerisinde sürecin yürütülmesinin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Ayrıca kanun yapıcının yasa yapma yetkisinin devletin kurucu değerleriyle, devletin demokratik ve Yahudi karakteriyle çelişmemesi ve çatışmaması gerektiği üzerinde durulmuştur.
İsrail’de anayasa olmadığı için anayasa hükmünde kabul edilen temel kanunların yapımının diğer kanunların yapımından farklı olmamasına rağmen, makullük yasasıyla yargı başlıklı temel kanuna getirilen değişiklikte mahkemenin denetim yetkisinin kaldırılmasının yasaya ve yasama doktrinine uygun olmadığının belirtildiği kararda, eğer kanun yapıcı bu konuda bir ayrım yapmak istiyorsa önce temel kanunların yapımında nitelikli çoğunluk arayacak düzenleme yapmalıdır denmektedir. Yani kanun yapıcının süreci işine geldiği gibi yorumladığı, kendi sorumluluklarını yerine getirmeden mahkemeyi töhmet altında bıraktığı ifade edilmektedir.
Bununla beraber, toplumsal bir ihtiyacı karşılamayan, sadece belirli güç odaklarının veya dar bir kesimin ihtiyaçlarına yönelik kanuni düzenleme yapmanın da devletin demokratik işleyişiyle uyumlu olmadığı ve bu gibi yetkiyi kötüye kullanmaların mutlaka yargısal makamlar tarafından denetlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu ifadeyle başbakan veya bakanların göreve uygun olup olmadıklarına dair geri çekilme yasasının işaret edildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme bu yoruma rağmen ülkenin koşullarını göz önünde bulundurmuş ve bu konudaki kararını daha uygun bir zamana bırakmıştır.
Mahkemenin üzerinde durduğu diğer önemli bir konu da mahkemeye getirilecek herhangi bir kısıtlamanın İsrail’deki yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı ve yönetimin diktatörleştiği gibi bir algıya sebep olabileceği ve bunun da İsrail’in uluslararası camiadaki saygın konumuna zarar verebileceği şeklindeki uyarıdır. Böyle bir durumda uluslararası mahkemelerin İsrail yargısına güvenmeyeceklerini ve şimdiye kadar bu konuda sıkıntı yaşamayan İsrail’in önümüzdeki dönemde bazı zorluklarla karşılaşabileceği de hatırlatılmıştır.
Kararın sonuçları ve muhtemel senaryolar
Hükümet, mahkemenin iptal kararının içerikten bağımsız olarak zamanlaması itibariyle çok yanlış olduğunu ifade etmiştir. Zira savaş koşulları devam ederken ve 130 rehine hala Hamas’ın elindeyken mahkemenin bunları göz ardı ederek hükümeti zora sokacak böyle bir kararı açıklaması manidar bulunmuştur. Bununla birlikte savaş kabinesinde bulunan Benny Gantz’ın da telkinleriyle mahkemeyle çatışılmamasına karar verilmiştir.
Böylelikle hükümetin ilk icraat olarak kotardığı yargı reformunun birinci sütununu oluşturan makullük yasası kadük kalmıştır. Yargının başbakanın göreve uygun olup olmadığına karar vermesine yönelik yasayla ilgili kararını da savaş ortamının sonlanmasından sonra verecek olması hükümete zaman kazandırmış gözükmektedir.
Ancak mevut hükümet iktidarda kaldığı sürece yargı reformu tasarısının tekrar meclise getirileceği ve kendi istedikleri şekilde yasalaşana kadar bu konuda ısrarcı olacakları muhakkaktır. Hatta mahkemenin iptal kararındaki gerekçeler de göz önünde bulundurularak, yeni bir iptale yol açmayacak şekilde yasa tanzim edileceği kuşkusuzdur.
Buna rağmen son dönemde yapılan anketlerden, mevcut hükümetin halk desteğinin özellikle 7 Ekim’den sonra radikal şekilde azaldığı ve bir seçim olması durumunda Netanyahu’nun tekrar hükümet kurmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Netanyahu’nun kendi siyasi ikbali için yeniden girişimde bulunması şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat bu sefer mecliste daha etkin bir muhalefet yapılacağı ve Netanyahu ve aşırı sağcı ortaklarının devleti ele geçirmesine izin verilmeyeceği düşünülmektedir.
Sonuç mülahazası
Kendini Ortadoğu’nun tek demokratik ülkesi olarak tanımlayan (!) İsrail’de yargı vesayeti ve demokrasiyi koruma tartışması daha uzun süre devam edecek gibi gözükmektedir. Bu tartışmaların arkasında ise söylenilenin aksine İsrail’in henüz demokrasiyi içselleştirememiş bir ülke olduğu gerçeği yatmaktadır. Zira bir anayasa ile güvence altına alınmamış hak ve özgürlükler ile sağlam temellere oturtulmamış denge ve kontrol mekanizmaları İsrail’i eksik bir demokrasi olarak göstermektedir.
Tüm bunlara uzun yıllardır devam eden Filistin topraklarının işgali ve Filistinlilere yönelik ihlaller de eklenince, yakın zamanda İsrail’deki kusurlu demokrasinin düzelmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ayrıca 7 Ekim’den sonra Gazze’ye yönelik yapılan saldırılar ve katliamlar da İsrail’in sözde demokrasisine kara bir leke olarak geçecektir.
Dolayısıyla her ne gerekçeyle olursa olsun, uluslararası hukuku tanımayan ve tüm dünyanın gözü önünde Filistinlilere yönelik soykırım uygulayan bir devletin, yukarıda bahsedilen tartışmalardan bağımsız şekilde demokratik olarak tanımlanması mümkün değildir. Hatta İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlamasıyla yargılanıyor olması bile onun evrensel değerlerden uzak, ırkçı ve antidemokratik olduğunu gösteren en önemli emaredir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.