Aksa Tufanı’nın Yıldönümünde Direniş Cepheleri Nasıl Birleşti? 

Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından geçen bir yıl, İsrail’in direniş cephelerine karşı başarısızlığıyla sonuçlandı. Hamas ve Hizbullah’ın liderlerine suikastlar düzenlenmesine rağmen İsrail, askeri hedeflerine ulaşamazken, direniş cephesi daha da güçlendi.
Aksa Tufanı’nın Yıldönümünde Direniş Cepheleri Nasıl Birleşti
8 October 2024

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu, Orta Doğu’daki tüm dengeleri değiştirdi. Aynı zamanda, bölgedeki tarafların hesaplarını sekteye uğrattı.  

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bu büyük olayın öncesinde, İsrail için “ekonomik refahın habercisi” olan bir adımla Arap ve İslam ülkeleriyle normalleşmeyi istiyordu. 

Bu normalleşme karşılığında ise Filistinliler için barış, toprak ve iki devletli çözüm olmadan Filistin sorununu tasfiye etmek istiyordu. 

Geçtiğimiz yıl 7 Ekim sabahı, Gazze’nin güneyine yakın olan İsrail cephesi çöktü. Böylece “Orta Doğu’nun efendisi” olmaya hazırlanan işgalci devletin varlığının tehdit altında olduğu ortaya çıktı. 

Aynı zamanda bu süreçte, Filistinlilerin yaşadığı adaletsizliğin yanı sıra bağımsız bir vatan ve devleti içeren tarihi haklarını inkar etmenin mümkün olmadığı herkes tarafından açıkça görüldü. 

Aksa Tufanı Operasyonu’nun üzerinden bir yıl geçerken, İsrail’e karşı direnişin tüm cepheleri de birleşti. 

İşgalci devlet ise savaşa yönelik hiçbir hedefine ulaşamadı. Bu bağlamda en büyük hedeflerinden olan Hamas’ı da, Hizbullah’ı da ortadan kaldıramadı.  

Öte yandan İran, son zamanlarda bu direniş cephesine fiili olarak girerek, İsrail’e füzeler yağdırmaya devam ediyor.  

Peki tüm direniş cephesi birleşene kadar olaylar nasıl gelişti? 

İzzeddin Kassam Tugayları’nın, İsrail’in suçlarına, yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlallerine ve Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesinde yaşayan Filistinlileri yerinden etmeye yönelik girişimlere yanıt olarak Mayıs 2021’de gerçekleştirdiği “Kudüs’ün Kılıcı” operasyonundan sonra “Sahaların Birliği” tabiri ortaya çıktı. 

Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki direniş grupları ve İsrail’in 1948’de işgal ettiği topraklardaki Filistinlilerin yanı sıra Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki İslami Direniş ve Yemen’deki “Ensarullah” olarak bilinen Husi grubu da dahil olmak üzere birçok ülkeden çeşitli gruplar “Sahaların Birliği” stratejisinde birleşti. 

“Sahaların Birliği” hamlesindeki amaç, tüm bölgeleri aynı anda İsrail’e karşı harekete geçirmekti. 

Çatışmanın tırmanması 

Başta Hizbullah’ın eski Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın “destek cephesi” olarak adlandırdığı Lübnan’ın güney cephesi olmak üzere, “Sahaların Birliği” bünyesindeki direniş cephelerinin Eylül 2024’ten bu yana İsrail’e karşı düzenlediği askeri operasyonlar arttı. 

Aksa Tufanı Operasyonu’nun üzerinden bir yıl geçerken, direniş cephesi başlangıçta olduğundan çok farklı bir yöne evrildi. 

Hamas’ın eski Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin Tahran’da ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın Lübnan’da öldürülmesine yanıt olarak, İran İsrail’e onlarca balistik füze fırlattı. 

İsrail de, Lübnan’ın iç kesimlerini hedef alıp, ülkenin güneyindeki şehirlerde “sınırlı” bir kara operasyonu başlatarak buradaki angajman kurallarını değiştirdi. 

Bunlar gibi bölgedeki önemli gelişmeler ışığında, yaşanan gerilim de arttı. 

Farklı cephelerdeki hareketler 

Siyasi araştırmacı Kassem Kassir konuya ilişkin Fokus Plus’a yaptığı açıklamada şunları söyledi; 

“Aksa Tufanı Operasyonu, “Sahaların Birliği” sloganının Siyonist düşmanla mücadelede pratik bir sınavı niteliğindeydi. Bu, özellikle cephelerin beklendiği gibi kapsamlı bir savaş başlatmaması nedeniyle birçok kişinin direnişin geleceği hakkında soru sormasına neden oldu.” 

Kassir, Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye gibi çeşitli cephelerden gelen hareketlerin, ortak ve geniş bir savaşa varmadan “Sahaların Birliği” mantığını kanıtladığını vurguladı. 

Araştırmacı, “Çatışmaların genişlememesi, direniş güçleri arasındaki koordinasyon eksikliği ve bölgede büyük bir küresel savaşa yol açacak kapsamlı bir savaşa sürüklenme korkusundan kaynaklanıyor” dedi. 

Kassir ayrıca, bölgede yaşanan gerilime rağmen, cephelerin genişlemesi ve kapsamlı bir savaşa dönüşme riskinin halen devam ettiğini de belirtti. 

İç hesaplar 

İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi (CIGA) Direktörü Dr. Sami el Arian da, Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesi olarak savaşa girme kararı alması ve bunun ardından Irak ve Yemen cephesinin devreye girmesinin, “Sahaların Birliği” olarak bilinen pratik bir kavram yarattığını söyledi. 

Bu direniş cepheleri, hep birlikte İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları ve soykırımı durdurmaya çalışıyor. 

Fokus Plus’a konuşan Arian, Hizbullah’ın Aksa Tufanı Operasyonu’ndan sonra tüm gücüyle olaya dahil olmaması ve sadece destek cephesine dönüşmesinin Lübnan’ın iç durumuyla ilgili olduğunu belirtti. 

Arian, “Jeopolitik gerçeklik ve karmaşık bir siyasi durumun parçası olan bir direniş cephesi, hazırlıklı olmadığı bir askeri gerilimi tırmandırarak, kendisini tehdit edecek şekilde tam güçle müdahil olamaz” diye ekledi. 

Bugün Lübnanlıların olup bitenlerden Hizbullah’ı sorumlu tutmadığını dile getiren Arian, “Çünkü çatışmalar, İsrail’in Lübnan'a yönelik saldırıları sonucunda genişledi ve dolayısıyla Hizbullah meşru müdafaa konumunda bulunuyor” dedi. 

Arian ayrıca, “Eğer Hizbullah baştan beri tüm gücüyle çatışmalara müdahil olsaydı, İsrail’in Lübnan’a karşı yıkıcı bir yanıtı olacaktı ve bu da Filistin’i savunmak yerine kesinlikle Lübnan’da bir iç krize neden olacaktı” diye ekledi. 

İsrail’in hedeflerinin başarısız olması 

İran’ın bu konudaki rolü ve son dönemde İsrail’e verdiği tepkiye de değinen Arian, Tahran’ın uyumlu ve güçlü olmak için “Sahaların Birliği” stratejisini desteklediğini söyledi. 

Arian, İran’ın aynı zamanda geniş bir bölgesel savaşa girmek istemediğine vurgu yaparak, “Çünkü böyle bir durum, Netanyahu’nun direniş eksenini ortadan kaldırma hedefini gerçekleştirecektir” dedi. 

İran’ın aynı zamanda zayıf görünmek istemediğinin de altını çizen CIGA Direktörü, “Bu nedenle İran, İsrail’in kendisini bölgede kapsamlı bir savaşa sürüklemesine fırsat vermemek için itidalli tepkiler veriyor, yalnızca askeri bölgeleri hedef alıyor ve sivil hedeflerden kaçınıyor” dedi. 

İran’ın son günlerde gördüğümüz gibi, İsrail’e kararlı bir şekilde karşılık vermeye hazır olduğunu vurgulayan Arian, şu ifadelerle açıklamasına devam etti; 

“İsrail ve ABD’ye, direniş ekseninin vurulması, Hizbullah’ın ortadan kaldırılması veya yenilgiye uğratılması yoluyla tahrip edilmesi durumunda Tahran’ın sert bir şekilde karşılık vereceği ve bunun tüm dünyaya pahalıya mal olacağı yönünde mesajını verdi.” 

Arian, İsrail ve ABD’nin bölgeyi “ateşe vermeyi” istemesi durumunda, direniş ekseninin aralarındaki büyük güç farkına rağmen karşılık verebileceğini söyledi. 

Açıklamasının sonunda Arian, “Direnişin amacı, İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşında beyan ettiği hedefleri engellemektir. Çünkü bu hedeflere ulaşamamak İsrail’in yenilgisi ve dolayısıyla direnişin zaferi anlamına gelir” ifadelerini kullandı. 

Gazze savaşı birinci yılına girerken, Hamas ve Hizbullah’ın önde gelen liderlerine yönelik suikastlara rağmen, İsrail askeri hedeflerinden hiçbirine ulaşamadı. 

Bu durum, Netanyahu ve sağcı Siyonist hükümeti, hayal kırıklığına uğramış İsrail halkı karşısında zor bir duruma sokuyor. 

Direniş cephesi ise yaşadığı tüm kayıplara rağmen, İsrail’e karşı daha kenetlenmiş ve sağlam görünüyor.