İsrail Siyasetinin “Sağ İkonu”: Binyamin Netanyahu

Netanyahu’nun ailevi, kişisel ve psikolojik özellikleri narsist bir kişiliğe, zaman zaman megalomaniye eğilimli bir bireye; güçlü ve hırslı, adanmış, zayıflıklarını göstermek istemeyen, hatasını kabul etmeyen, insanları kendi amaçları için kullanan, ikili ilişkilerinde hep ‘alan’, siyasette sadakatsiz, kişisel ve siyasi etikten yoksun, eleştiriye tahammülsüz, tümüyle kendi varlığı ve başarısına odaklanmış bir karaktere işaret ediyor.
Mehmet Akif Koç
İsrail Siyasetinin “Sağ İkonu” Binyamin Netanyahu
22 Mart 2024

Donald Trump’ın Başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana, ABD’nin yıllardır Tel Aviv’de bulunan İsrail Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması tartışmaları daha da hararetlendi. Uluslararası camiada da tepkiyle karşılanan bu tartışmaların nihayetinde, 14 Mayıs 2018 tarihinde, Kudüs’teki ABD Büyükelçiliği resmi bir törenle faaliyete geçti. Kararın siyasi ve sembolik öneminden dolayı, Filistinliler kitlesel protestolara başladı, Gazze’deki yürüyüşe son derece sert ve vahşi tepki gösteren İsrail Yönetimi, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu onlarca Filistinliyi öldürmekte hiçbir beis görmedi. Hem gösteriler hem de ölümler haftalardır sürerken, bu vahşi katliamın emrini veren kişiyi tüm dünya kamuoyu yakından tanıyordu: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu. Namı diğer ‘Bibi’… 

Orta Doğu’daki dengeler, ABD-İsrail ilişkileri ve Netanyahu’ya dair yukarıdaki satırları 2018 Haziran ayında kaleme aldığım bir analiz yazısında genel çerçeveyi açıklamak için kullanmıştım. O haftalarda da bugünkü gibi son derece hassas bir süreçten geçilmekteydi, Filistinliler yine memnuniyetsizlik içinde sokak protestolarına yönelmiş, İsrail güvenlik güçleri onlarca yıldır yaptığı gibi yine aşırı güç kullanarak protestoları engellemeye çalışıyordu.  

Aradan 6 yıldan fazla bir zaman geçti, 7 Ekim 2023 sabahı İsrail açısından, modern dönemdeki sarsıcı dönüm noktalarından biri olarak şimdiden tarihe geçti. Tıpkı tam 50 yıl önce, Mısır ve Suriye’nin 6 Ekim 1973’te İsrail’e karşı başlattığı Yom Kippur Savaşı günü gibi. İsrail hükümeti tıpkı 6 yıl önce olduğu gibi, hatta bu sefer çok daha sert bir karşılık vererek Gazze’nin üzerine tüm gücüyle saldırdı. Bu yazının yayına hazırlandığı tarih itibariyle, karadan havadan ve denizden halen devam eden İsrail saldırılarında öldürülen Filistinlilerin sayısı 30 bini, yaralananların sayısı ise 63 bini çoktan geçti. Ve yine 6 yıl önce olduğu gibi İsrail hükümetinin başında Başbakan Netanyahu var.  

Peki, kimdir Binyamin Netanyahu, nasıl bir siyasi ve toplumsal arka plandan geliyor ve nasıl bir ruh haliyle hareket ediyor ki neredeyse tüm kritik ve kanlı dönemeçlerde onun ismi tekrar tekrar gündeme geliyor? 

Komando kariyerinden büyükelçiliğe 

Binyamin Netanyahu

Ekim 1949 doğumlu olan Netanyahu, Tel Aviv’de dünyaya geldi, Kudüs’te büyüdü ve ilk eğitimini bu şehirde aldı. Babası Prof. Benzion Mileikovski Polonya Yahudilerinden olup, tarihçiliğinin yanı sıra önde gelen bir Siyonist aktivist olarak tanındı, İsrail’e göç ettikten sonra soyadını Netanyahu olarak değiştirdi. Bibi, babasının çalışmalarından dolayı 1956–58 ve 1963–67 yılları arasında ABD’nin Philadelphia eyaletinde yaşadı, liseyi burada bitirdi. Halen daha Amerikan İngilizcesini, gençliğinin geçtiği bu eyaletin aksanıyla konuşur. 1960’ların Arap-İsrail savaşları döneminde, liseyi bitirdikten sonra İsrail’e döndü ve orduya katıldı, savaş eğitimi aldıktan sonra, İsrail ordusunun elit komando gruplarından Sayeret Matkal birliğine katıldı. Bu birlikte tim komutanlığı yaptı, birçok askeri operasyon ve sıcak savaş cephesinde görev aldı; 1973’te Yom Kippur Savaşı, Süveyş Operasyonu ve Suriye içlerine doğru bir komando harekâtında yer aldı, ordudan komando yüzbaşı rütbesiyle terhis oldu. Erkek kardeşi Jonathan da kendisi gibi komando birliğine katıldı ancak 1976’daki Entebbe rehine kurtarma operasyonunda hayatını kaybetti. 

Birkaç sefer yaralanıp ölüm tehlikesi atlattığı askerliğinin ardından ABD’ye döndü ve 1975’te Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) mimarlık lisans, 1977’de yine aynı üniversitede işletme yüksek lisans eğitimini tamamladı. ABD’de bulunduğu bu süreçte, ismini ‘Benjamin Ben Nitai’ olarak değiştirip kullandı; bu hareketi daha sonraki siyasi hayatında rakipleri tarafından sık sık eleştiri konusu yapılacak, milli kimlik bilinci ve sadakat eksikliğiyle suçlanacaktı, kendisiyse bu durumu İngilizcedeki telaffuz kolaylığıyla açıkladı. 

Eğitiminin ardından Boston Consulting Group bünyesinde bir süre çalıştı, sonradan Cumhuriyetçi Parti’nin önemli isimlerinden olacak Mitt Romney’le bu yıllarda aynı grup bünyesinde yakın çalıştı. Keza Trump ailesiyle de ABD’de bulunduğu 1980’li yıllarda yakın ilişkiler kurdu.i 1978–80 yılları arasında İsrail’e dönen ve kardeşi adına kurduğu Yonathan Netanyahu Terörle Mücadele Enstitüsü bünyesinde faaliyet gösteren Netanyahu, bir yandan da özel sektörde çalıştı. İsrail siyasetiyle ilk temaslarını bu dönemde kurdu, sonradan Savunma Bakanı olacak Moshe Arens 1982’de Washington Büyükelçisi olarak atanınca, Netanyahu’nun da aynı büyükelçiliğe Misyon Şefi Yardımcısı sıfatıyla tayinini sağladı. Bibi, iki yıllık bu görevinin ardından, 1984–88 yılları arasında Büyükelçi sıfatıyla, İsrail’in New York’ta BM Nezdindeki Daimi Temsilcisi olarak atandı. 

Anadili İbranca dışında iyi derecede İngilizce konuşan Netanyahu, şimdiye kadar üç evlilik yaptı. İlk eşi Miriam Weizmann ile (her ikisi de) orduda askerlik yaparken tanıştı ve öğrenim için gittikleri ABD’de evlendi, çiftin 1978 doğumlu bir kızı bulunuyor. İlk eşi hamileyken, İngiliz vatandaşı Fleur Cates ile tanışan Netanyahu, bir süre sonra Weizmann’la boşandı ve sonradan Yahudiliği seçen Cates ile 1981’de evlendi ancak ondan da 1984’te boşandı.ii El Al Havayolları’nda kabin görevlisi olarak çalışan Sara Ben-Artzi ile 1991’de evlenen Netanyahu’nun, bu evlilikten de iki oğlu bulunuyor. Netanyahu, evlilik dışı ilişkilerini zaman zaman siyasi rakiplerinin kendisine karşı şantaj amaçlı kullandığını itiraf etse de İsrail kamuoyu ve siyaseti bu tür söylenti ve itiraflardan pek etkilenmedi ve Netanyahu’yu girdiği her seçimde zirveye taşıdı. Netanyahu’nun 1976’da öldürülen kardeşinin dışında iki kardeşi daha bulunuyor: Hekim ve oyun yazarı Iddo Netanyahu New York’ta yaşıyor, bilgisayar mühendisliği alanında profesör olan Nathan ise Tel Aviv’deki Bar-Ilan Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Bibi’nin, terörizmle mücadele, uluslararası terörizm ve İsrail dış politikası üzerine yayınlanmış toplam dört kitabı bulunuyor. 

Siyasi kariyerinin başlangıcı ve 1996’da Başbakanlığa yükseliş 

Birleşmiş Milletler nezdindeki Daimi Temsilcilik görevinden, 1988 İsrail genel seçimleri öncesi ayrılarak ülkesine dönen Netanyahu, muhafazakâr Likud Partisi’ne katıldı ve Knesset’e seçilmeyi başardı. Seçimlerin ardından, eski bir diplomat olarak Moşe Arens ve David Levy’nin Dışişleri Bakanlıkları döneminde yardımcılıklarını yaptı. 1991’de Arap-İsrail ihtilafına yönelik Madrid Konferansı’na, Başbakan İzak Şamir’in ekibine dâhil olarak katıldı. 1992 genel seçimlerinde Likud Partisi yenilgiye uğrayınca, Genel Başkan Şamir istifa etti ve parti içi mücadele kızıştı. Rakibi Benny Begin’i geçen Netanyahu, 43 yaşında Likud’un genel başkanlığına seçildi. İşçi Partili Başbakan İzak Rabin’in aşırı dinci Yahudi çevrelerce suikastla öldürülmesinin ardından, başbakanın ilk kez halk tarafından doğrudan seçileceği 1996 seçimlerini kazandı ve 47 yaşında, İsrail’in en genç başbakanı olarak siyasetin zirvesine oturdu. Tel Aviv doğumlu Netanyahu, göçmen olan ilk kurucu kuşağın ardından, aynı zamanda İsrail doğumlu ilk başbakan olarak da tarihe geçti. 

Seçim kampanyasında ABD’li profesyonel reklamcı Arthur Finkelstein ile anlaşan ve tartışmalı bir kampanya yürüten Netanyahu’nun, İşçi Partili tecrübeli Başbakan Şimon Peres’e karşı seçimi kazanması sürpriz olarak nitelendirildi. Ancak, İsrail sağının Filistinlilerle yapılan anlaşma ve temaslara tepki gösterdiği bir atmosferde; seçimlere giden süreçte Filistinlilerin iki ayrı bombalı saldırısında onlarca İsraillinin hayatını kaybetmesi (Hamas saldırıları üstlendi), Başbakan Peres’in yenilgisini ve şahin kanadın yeni gözdesi olarak Bibi’nin yükselişini hızlandırmıştı. Netanyahu’nun seçim vaatleri, İşçi Partisi Hükümetinin Filistinlilerle anlaşarak ‘tehlikeye attığı’ ülke güvenliğini yeniden güçlendirmek, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri artırmak, işgal edilen Suriye topraklarını (Golan Tepeleri) elde tutmak ve güvenlikle ilgili kesin garantiler alınana kadar Filistin Devleti’nin kuruluşunu engellemekti.iii Nitekim başbakanlık dönemi, uluslararası baskıyla Eylül 1996’da Arafat’la ilk kez bir araya gelse de, barışın yavaşladığı ve iki taraf için de risklerin arttığı bir dönem oldu. Ağlama Duvarı tünelinin yeniden açılması yönünde verdiği talimatın ardından, Filistinliler ve İsrailliler arasında başlayan çatışmalarda onlarca kişi öldü. İktidarının ilerleyen döneminde Batı Şeria’daki el-Halil kentinin kontrolünün büyük bir bölümünü Filistinlilere devretti. 1997'de aldığı bu karardan bir yıl sonra, Yaser Arafat’la anlaşmaya vararak Batı Şeria'nın küçük bir bölümünün kontrolünü daha Filistin Yönetimi'ne bıraktı. 

Yenilgi ve kısa bir aradan sonra siyasete yeniden dönüş 

Binyamin Netanyahu

Netanyahu, ilk başbakanlığı döneminin sonlarına doğru, hakkında çıkan çeşitli yolsuzluk iddiaları nedeniyle zor durumda kaldı. Ardından 1999’da İşçi Partisi’nin yeni lideri Ehud Barak’a karşı başbakanlık seçimlerini kaybetti ve siyasete bir süre ara verdiğini açıkladı, bir süre özel sektörde danışman olarak çalıştı. Barak’ın başbakanlıktan istifası sonucu yapılan erken seçimleri sürpriz şekilde, Netanyahu’dan daha az popüler olan Ariel Şaron kazandı. Başbakan Şaron, yeni hükümette Netanyahu’yu 2002’de Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturttu. Bu süreçte Netanyahu, Şaron’a karşı Likud liderliği için mücadele ettiyse de başarılı olamadı. Başbakan Şaron, 2003 genel seçimlerinden büyük farkla galip çıkınca, Netanyahu’ya bu sefer Maliye Bakanlığını önerdi, Dışişleri Bakanlığına ise Silvan Şalom’a bıraktı. 2003–2005 yılları arasında Maliye Bakanlığı yapan Netanyahu’nun ekonomik büyüme ve düşük işsizlik kaydedilen yönetimi genel anlamda başarılı kabul edilir.iv 

Netanyahu’nun Şaron ve Likud yönetimiyle arası, 2004’te Gazze’den çekilme planı nedeniyle açıldı. Netanyahu 2004'te Gazze Planı referanduma götürülmezse istifa etmekle tehdit etti ama daha sonra bu rezervini kaldırdı ve Knesset’teki programı oyladı. 2005 Ağustos’unda ise İsrail kabinesi Gazze’den çekilme planını onayladıktan kısa bir süre önce istifasını verdi. Şaron’un, yaşanan tartışmaların ardından Likud liderliğinden çekilip Kadima Partisi’ni kurmasının ardından, Likud’un içerisinde başlayan liderlik yarışında ismi ön plana çıkan adaylardan biri de Netanyahu’ydu. Nitekim 2005 Aralık ayında yapılan parti içi kongrede Silvan Şalom’u geçerek genel başkanlığa seçildi. 2007’de bir kez daha genel başkan ve başbakan adayı olarak seçilmeyi başardı. 2008’de Hamas’la yapılan ateşkese karşı çıktı ve bu ateşkesin Hamas’ın yeniden silahlanmasına yol açacağını savundu. 

2009’da ikinci kez başbakanlık ve İran meselesi 

2009’da yapılan genel seçimleri çok küçük bir farkla, (Şaron’un sağlık sorunları nedeniyle çekilmesinin ardından) Tzipi Livni’nin yeni lideri olduğu Kadima’nın ardından ikinci sırada tamamlasa da sağ ve aşırı sağ partilerle ittifak kurarak ikinci kez başbakanlık koltuğuna oturdu. Netanyahu’nun ikinci başbakanlığı, 2008’de büyük umutlarla göreve gelen Obama’nın ABD Başkanlığı dönemine denk geldi. Bu yeni dönemde, Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Filistin sorununu çözme ve bundan bir başarı hikâyesi yaratma arzusu vardı. ABD’nin Demokratlarının bu beklentilerinin öncelikle Netanyahu üzerinde baskı yaratması kaçınılmazdı. Obama’nın 2009 Ocak’taki meşhur Kahire konuşması, İsrail’in gayrimeşru yerleşimlerini tanımadığını ilan ediyordu. Netanyahu’nun bundan birkaç gün sonra, Bar-Ilan Üniversitesi’nde yaptığı mukabil konuşması ise ‘Filistinliler tamamen silahsızlanır ve geri dönüş haklarından vazgeçerlerse, devlet kurma hakları olabilir’ mealinde, uzlaşmaz ve üst perdedendi. Filistinlilerse, bu konuşmanın müzakere umutlarını tükettiği yorumunda bulunuyordu.v Bu dönemde ABD’nin girişimleriyle İsrail ve Filistin liderleri arasında zaman zaman görüşmeler olsa ve umut kırıntıları ortaya saçılsa da kapsamlı müzakereler ve çözüme yönelik ilerleme kaydedilemedi. 

Netanyahu’nun ikinci başbakanlığından itibaren belki de en fazla mesai harcadığı konu ise İran nükleer dosyası ve bu ülkenin Orta Doğu’da izlediği etki alanını genişletme politikası oldu. 2009’da göreve başlayan İran’ın radikal-muhafazakâr Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın Yahudiler için tabu olarak kabul edilen holokostun gerçekliğini tartışmaya açması bazı İranlı rejim muhaliflerinin girişimleriyle Tahran’ın 2002’den beri gizli uranyum zenginleştirme faaliyetleri yürüttüğü iddialarıyla birleşince, oklar bir anda İran’a dönmeye başladı. İsrail ve ülkesinin güvenliği konularında saplantı derecesinde hassasiyetiyle tanınan başbakanı Netanyahu, 2009’dan günümüze değin İran karşıtı uluslararası kampanyanın şampiyonluğunu –ABD’deki Cumhuriyetçi şahin kanadı bile kıskandıracak şekilde- üstlenmiş bulunuyor. 

2013’te üçüncü başbakanlık dönemi 

2012 yılı sonlarına doğru, Netanyahu hükümetinde Dışişleri Bakanlığı yapan ve aşırı sağcı görüşleriyle tanınan Avigdor Lieberman, kendi partisi İsrail Evimiz’in, iktidarın büyük ortağı Likud Partisiyle ittifak halinde genel seçimlere gireceğini açıkladı. 2013 Ocak’ta yapılan seçimleri, bu sağ-aşırı sağ ortaklığı, bir önceki seçime göre önemli ölçüde kan kaybederek de olsa kazanmayı başardı. Üçüncü kez başbakanlık koltuğuna oturan Netanyahu, bir önceki seçimde yaptığının aksine, Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği gibi dini köktenci partiler yerine, bu sefer sol ve merkez partilerle iş birliği yaparak hükümeti kurdu. Yeni hükümetin önceliği de etkisi halen devam eden küresel ekonomik krizin olumsuz izlerini silmek için ekonomik reformlar yapma ve piyasaları daha da liberalleştirme oldu. Bu dönemde de başta Gazze olmak üzere, Tel Aviv’in Filistin yurtlarının yaşam enerjisini kesme girişimlerine Filistinli grupların sert tepki göstermesi üzerine yaşanan karşılıklı çatışmalar, hava bombardımanları ve füze düelloları İsrail-Filistin müzakere sürecini zehirledi.vi  

Başbakan Netanyahu, 2014 Aralık ayında, hükümetin iki küçük ortağı olup merkezde yer alan siyasi partiler, Yesh Atid’in lideri ve Maliye Bakanı Yair Lapid ile Hatnua’nın lideri ve Adalet Bakanı Tzipi Livni’yi görevden alınca hükümet bozuldu ve henüz iki sene dolmadan bir kez daha seçimlere gidilmesi durumu ortaya çıktı. 2015 seçimlerine gidilirken, Netanyahu’nun belki de en fazla akıllarda yer eden sözleri, iki devletli çözüm ihtimalinin halen mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği; “Ben tek devletli çözüm istemiyorum, iki devletli çözümü destekliyorum ve bu konuda daha önceki fikrimi değiştirmiş değilim” sözü oldu. Ancak bu sözlerinin kendi izlediği dış politikayla çeliştiği, ABD’den gelen baskı üzerine bu açıklamayı yapmak zorunda kaldığı yorumları basında sıklıkla yer aldı.vii 

2015’te dördüncü, 2020’de beşinci başbakanlık ve hükümette ülke rekoru 

2015’te yapılan erken genel seçimleri bir kez daha Netanyahu kazandı ve tek parti için meclisteki en yüksek sandalye sayısına ulaşmayı başardı. Bibi’nin zor da olsa, dini köktenci partilerle iş birliği halinde kurduğu hükümet, İsrail tarihi açısından bir başka rekoru ifade ediyordu: Ülkenin kurucusu David Ben-Gurion’dan beri ilk kez bir siyasetçi dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturuyordu.viii 

2019 Nisan ayındaki Knesset seçimlerinin ardından Başbakan Netanyahu tek başına ve uzun müzakereler sonucu diğer partilerle bir kabine kurmayı başaramadı. Bunun üzerine 2019 Eylül ve 2020 Mart aylarında toplam üç kez Knesset seçimleri tekrarlandı. Nihayet üçüncü seçimin ardından Netanyahu ile Mavi-Beyaz Hareketi lideri ve eski genelkurmay başkanlarından Benny Gantz hükümet kurma konusunda uzlaştı ve 2020 Mayıs ayında Netanyahu beşinci defa başbakanlık koltuğuna oturdu. Ancak aradan henüz bir sene geçmişti ki Gazze’ye düzenlenen bir operasyon sonrası, muhalefet liderleri Yair Lapid ile Naftali Bennett yeni hükümeti kurmak konusunda anlaştıklarını açıkladı.  

Nitekim Bennett-Lapid öncülüğündeki yeni koalisyon hükümeti 2021 Haziran ayında teşkil olundu ve Netanyahu’nun 12 yıllık kesintisiz başbakanlığı sona erdi. Netanyahu böylece uzun süredir ilk kez muhalefete düşmüş oldu ama İsrail siyasetinin parçalı yapısının çok sürmeden kendisini yeniden başbakanlık koltuğuna taşıyacağından fazla bir şüphesi yoktu.  

Netanyahu’nun 2022’deki altıncı başbakanlığı: İçeride ve dışarıda iki çok ciddi sorun 

Netanyahu içeride ve dışarıdaki siyasi dengelerin kendisine muhtaç olduğunun farkındaydı. Öyle de oldu; 2022 Kasım seçimlerinde sağ/aşırı sağ bir koalisyona liderlik eden Netanyahu Knesset seçimlerinin galibi olarak 2022 Aralık sonunda altıncı kez başbakanlık koltuğuna oturdu böylece 1,5 yıllık ara haricinde, 2009’dan beri ülkeyi neredeyse tek başına yönetme imkânına kavuştu.  

Aradan geçen 13 ayda Netanyahu’nun altıncı dönemine iki kritik gelişme şimdiden damgasını vurdu. İlki, Netanyahu hükümetinin yargı düzenlemesinde gözler yargının yetkilerini kısıtlayan yasa nedeniyle aylarca süren protesto gösterileri ve bunun politik elitler arasında yarattığı derin yarılma. Demokratik bile olsa, herhangi bir rejimde uzun süre iktidarda kalan liderlerin otoriterleşmesi ve öncelikle yargı erki üzerinde bir güç tesis etme arayışının sonucu olan bu hamle, İsrail siyasetini daha da sağa kaydıracak bir dinamik taşıdığı için özellikle tepki çekiyor. 

Netanyahu hükümetinin 2023’te karşılaştığı ikinci ve daha büyük sorun ise 7 Ekim’de Hamas’ın tüm dünyayı şoke eden geniş çaplı saldırısı, bu kapsamdaki stratejik ve istihbari zafiyetler ve akabinde buna verilen çok sert askeri karşılık oldu.  

Bu tekrarlanan seçimler, kabine kurma süreçlerindeki sorunlar ve Netanyahu ile sağ partiler arasındaki organik ilişki hem Knesset’in oluşumundaki politik sorunlar hem de İsrail siyasetinin parçalanmış yapısı hakkında da bir fikir veriyor.  

Bununla birlikte, hükümette yer alan aşırı ve köktenci partilerin kurumsal varlığı, hükümetin sıhhati ve genel işleyişi açısından büyük bir sorun oluşturmayabilecekse de Filistin sorununun çözümü önünde oldukça ciddi bir engel oluşturacağını söylemek mümkün. Trump ve sonrasında Biden gibi isimlerin ABD Başkanlık koltuğunda oturuyor olmasının barış ümidini azalttığı uluslararası konjonktürde, İsrail hükümetinin uzun bir süredir aşırı sağ-köktenci ittifakına dayanan yapısı da şiddet politikalarının yeni döneme egemen olacağı anlamına geliyor.ix Nitekim son yıllarda, önce ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması kararı, sonrasında 7 Ekim sürecinde gösterilen oldukça sert ve dini referanslı refleksler bu ihtimali daha da güçlendiriyor. 

Orta Doğu’da liderlerin vazgeçilmezi: Yolsuzluk iddiaları 

Orta Doğu ülkelerinde liderlik yapan veya iktidar partilerinde siyasetle iştigal eden kişiler için en fazla duyulan iki kelime muhtemelen, “şiddet ve yolsuzluk”. Ülkelerin birbiriyle olan sınır ihtilaflarının yanı sıra, etnik ve dini-mezhepsel ihtilaflar, içeride yaşanan ekonomik sorunlar sıklıkla iktidarların şiddete başvurmasıyla sonuçlanıyor bu bölgede. “Arapların kuzenleri” olarak Yahudiler ve İsrail de bölgeye mahsus bu şiddet sarmalından muaf değil. 

Orta Doğu’daki liderlerin birlikte anıldıkları ikinci kavram ise istisnasız her ülkede sıklıkla ve geniş ölçekte görülen yolsuzluk, rüşvet ve suiistimaller. İsrail’e sempatiyle bakan Batı kamuoylarının gelişmişlik düzeyi, demokratik kurallar ve toplumsal özellikleri nedeniyle, bölgenin geri kalanından ayırarak Batı Avrupa-Kuzey Amerika liginde yer verdikleri İsrail söz konusu olduğunda; şiddet politikaları bir şekilde hoş görülüp tolere edilebiliyor ancak yolsuzluk haberleri bu çevreler için bile sürpriz sayılıyor. 

Netanyahu’nun, 1996–99 yılları arasındaki ilk başbakanlığı döneminin sonlarına doğru, hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları nedeniyle yıprandığı ve 1999 seçimlerini kaybettiğine yukarıda değinilmişti. Ancak söz konusu yolsuzluk iddialarının bu dönemle sınırlı kalmadığı, Bibi’nin sonraki dönemlerinde de bu tür ithamlara sıklıkla muhatap olduğu görülüyor. Netanyahu, görev süresinin ortalarında 2017 yılından itibaren “Case 1000” ve “Case 2000” kodlarıyla bilinen soruşturmalardan dolayı iç siyasette zor günler geçiriyor.  

Hakkındaki iddiaların biri Netanyahu’nun Yediot Ahronot gazetesine, kendisi hakkında olumlu haberler yapılması karşılığında rakip bir gazeteye baskı yapılacağına dair söz verdiği yönünde. İkinci iddia ise Netanyahu’nun Hollywood yapımcısı Arnon Milchan ve diğer destekçilerinden en az 283 bin dolarlık hediyeler alması. Jerusalem Post gazetesi hediyeler arasında şampanya ve puroların da bulunduğu ve Milchan'ın ABD vizesi almasına yardım karşılığında (ayrıca adı geçene milyonlarca dolar kazandırabilecek bir vergi projesinin söz konusu olduğu da iddialar arasında) verildiğini yazdı. Esasen bu tür iddialar, bölge ülkelerinin çok büyük bir çoğunluğunda suç kapsamında dahi görülmeyip ciddiye alınmazken, Kuzey Avrupa demokrasilerini andırır şekilde İsrail adli makamları bu iddiaların peşine düşmüş durumda.x  

İsrail’in görev başındayken yargılanan ilk başbakanı olan Netanyahu hakkındaki dava 7 Ekim’de başlayan Gazze Savaşı nedeniyle askıya alınıp inkıtaa uğradıysa da 2023 Aralık ayı başında dava yeniden görülmeye başlandı. Temyiz süreciyle birlikte yıllarca sürmesi beklenen davanın, her ne kadar Filistin meselesinden dolayı aşırı derecede güvenlikleşen İsrail toplumunda çok büyük bir karşılığı olmasa da politik elitler ve muhalefet yargı reformu tartışmalarıyla bu davayı yakından takip etmeyi sürdürüyor. Önümüzdeki dönemde Netanyahu’nun iç siyasette bu yolsuzluk davasının gölgesini üzerinde hissetmeye devam edeceğine hiç kuşku yok. 

Soruşturmaların iç siyasetteki çeşitli tartışmalardan beslendiği iddiaları da bulunmakla birlikte, görev başındaki bir başbakanın yolsuzluk iddialarından dolayı soruşturulabilmesi, üstelik adli-idari makamlara baskı yoluyla bu dosyaları kapattırma imkânı bulunmasına rağmen Netanyahu’nun buna tevessül etmemesi (muhtemelen devlet aygıtlarının da, kendi bağımsızlıklarını koruyabilmek adına olabilecek baskılara karşı dik durması), bölgenin genel durumu ve demokratik olgunluk-teamüller açısından son derece lüks sayılabilecek bir seviyeye işaret ediyor. 

Netanyahu’nun psikolojik biyografisi ve karakter tahlili 

İsrail’in son dönemdeki giderek artan güvenlikleştirilmiş iç ve dış siyaseti, sert ve orantısız tepkileri, İsrail dindar ve milliyetçi sağının halihazırdaki durumunun daha iyi tahlil edebilmek açısından, Netanyahu’nun sadece politik kariyerine değil, kişisel özellikleri ve politik psikolojisine odaklanmakta da fayda var. 

İsrailli araştırmacı Saul Kimhi tarafından yapılan bir akademik araştırmaxi, Netanyahu’nun psikolojisi ve karakter tahliliyle ilgili önemli bulgular içeriyor. Netanyahu’nun söz konusu araştırmada ön plana çıkan ayrıntılı karakter özellikleri şöyle özetlenebilir: 

Egoizm: Karizmatik görünümlü, sanki özel olarak yönlendiriliyormuş gibi hareket ediyor, en iyiyi kendisi bilir; kendi gibi düşünmeyenler zaten tarihi-siyasi gerçekliklerin farkında bile değiller, kendisi vatanını kurtaracak kahraman edasında; kitaplarında bile alternatif görüşlere yer vermez ve farklı perspektiflere hayat hakkı tanımaz; kendi kaderini ulusunun kaderiyle özdeş zanneder, yabancılarla görüşmelerinde muhatabını rahatsız eden bir kibri var.  

Hırs ve kararlılık: Her zaman zirveyi hedefler, kaybetmeyi asla kabul etmez ve pes etmez, MIT’de öğrenciyken de tutkulu ve hırslı bir öğrenci olarak tanındı. 

Saldırganlık ve manipülasyon: Doğal seleksiyona inanır, orman kuralları içinde başarılı olmak için güçlü olmanın şart olduğunu düşünür ve sonuca ulaşmak için her türlü aracı mubah görür; soğukkanlı bir şekilde rakiplerini ekarte etmeyi bilir, rakiplerine her şekilde doğrudan veya dolaylı olarak saldırıp ötekileştirir; mücadelelerinde yardımcılarına yanlış işler yaptırır ancak sonradan onlara sahip çıkmaz; kısa vadeli çıkarları için insanları kullanır, uzun vadeli sadakat beklentisi yoktur. 

Güvenilirlik: Sözüne sadık değildir, attığı imzalara dahi sadakati sorunludur; bilhassa yabancı muhatapları tarafından güvenilmez bulunur, iç siyasette de günden güne değişen söylemleri nedeniyle kredibilite sorunu var, gerçeği konuşurken bile bir güven sorunu yaratır. 

İnsanlarla ilişkileri: Empati yoksunudur, derin ve uzun soluklu ilişkiler tesis etmek peşinde koşmaz; arkadaşları var ancak ilişkileri dost kazanmaktan ziyade menfaat ortaklığı temelli.  

Şüphecilik: Bilhassa politik çevresi ve parti içindeki önde gelenlere yönelik ciddi şekilde şüpheci, bazen ‘tüm dünya kendisine karşıymış’ psikolojisine girebiliyor; siyasete girdikten sonra daha şüpheci karakter kazandı, siyasi pozisyonunu tehdit altında hissedince kuşkuları daha da artabiliyor; tehdidi partisine yönelik değil de doğrudan kendisine yönelik algılıyor.  

Stres altında tepkileri: Kontrol edilebilen bir kriz varsa rahat görünür; ancak özellikle ilk kez haberdar olduğu bir iç veya dış siyasi kriz karşısında panikleyip kilitlenebiliyor; bazı durumlarda stresten kaynaklanan şiddetli karın ağrısı yaşayabiliyor.  

Zihinsel melekeleri: Çok iyi bir eğitim aldığı ve entelektüel açıdan geniş bir yelpazede kültürel birikimi olduğu için davranış ve konuşmalarında bunu yansıtıyor; iyi bir hafızası ve analitik düşünce yapısı var, sürekli tarihten ve tarihsel şahsiyetlerden alıntılar yapmayı sever, yoğun çalışma temposundan hoşlanır, tatillerini kısa tutar.  

Görünüş, karizma ve kendini ifade etme: Çekici ve etkileyici bir insan olarak görülür; fikirlerini mantıksal zeminde iyi kurgulayıp ifade eder, ciddi bir özgüveni var, öğrenciliğinden beri ‘sözcü’ olmaktan ve fikirlerini müdafaa etmekten hoşlanır.  

Serbest zamanları: İyi yaşamayı ve ‘güç’ olgusunu sever; pahalı restoranlar, lüks oteller, iyi yemek, güzel şarap, iyi kalite sigara, özel dikim elbiseler, önemli toplantılar öncesi yoğun kişisel bakım alışkanlıkları var. Başbakan olduktan sonra kendisi ve ailesi için bu zevklerine daha fazla dikkat etmeye başladı.  

Özel hayatı: Üç kez evlenip, ikisinde boşandı, her seferinde güçlü ve dominant kadınlarla evlendi; yakın çevresi, ilk iki evliliğinin aşkla başladığını ama kadınlar tarafından bitirildiğini nakleder, ayrılıklardan sonra kendisini çabucak toparladı; yeni bir ilişkiye kolayca başlar ancak sürdürmekte zorlanır, kendisini mükemmel bir aile babası ve iyi bir eş olarak takdim etmekten hoşlanır.  

Yöneticilik ve çalışma tarzı: Kendisi tek çalışmayı ve diğerlerine ödev verip çalıştırmayı seven-merkezi idareci tipine uyar, danışmanlarını pek dinlemez ve danışmaz; karargâhtaki bir komutan gibi disiplinli, talepkâr ve buyurgandır. Yakın çevresi ve parti içinde demokratik davranmaz, ‘evet efendim’ tarzı çalışma çevresini sever.  

Medyayla ilişkiler: Kameraların karşısında son derece özgüvenli, iyi konuşan, iyi giyinen, saldırgan bir hatiptir, tartışma konularında hemen Holokost ve terörizm gibi kolayla uzlaşılabilecek konulara sözü getirir; siyasi rakiplerine karşı medya ve muhabirleri nasıl manipüle edip kullanacağını iyi bilir; tartışma platformlarını arena gibi görür. 

Siyasi ve dini görüşü: “Düşman Arap ülkelerle çevrili İsrail bölgenin tek demokrasisidir, kendini korumak için maksimum ölçüde güçlü olmalıdır” görüşündedir; şahsi hayatı sekülerdir ve dindar değildir, ancak aile kökeni ve Yahudi toplumunun dini-milli vasıflarının iç içe geçmiş olması nedeniyle din ve dini kavramlarla yakından ilgilidir, dini mekanları sık sık ziyaret edip görüntü verir.  

Aile çevresi ve gelişimi: Tarihçi olan babasının ömrünün büyük bölümü ABD’de geçti, soğuk bir kadın olan ve kendisini ailesine adayan annesinin çocuklarına öğütleri ‘ölçülü olmak, duygularını saklamak ve güçlü kalmak’ oldu ve oğullarından büyük beklentileri vardı. Babası uzun saatler odasına kapanıp çalışırdı, bu yüzden daha ziyade annesi ev içinde otorite kaynağıydı dışarıya kapalı ve kendi içinde bir aile hayatı yaşadı, pek arkadaş edinmedi ama iyi ve disiplinli bir öğrenciydi. Ciddi, adanmış ve iyi bir asker oldu, ailenin gözdesi kendisinden üç yaş büyük ağabeyi Yonathan idi ancak askerdeyken bir operasyon sırasında öldürüldü. Bu kayıp Binyamin’i derinden sarstı, ancak ailenin hislerini dışarıya vurmama ve güçlü durma öğretisi gereği, yasını tutmak yerine onun adına bir enstitü kurup terörizmle mücadele sahasında Yonathan’ın adını yaşatmayı tercih ettiler. 

Netanyahu’ya dair yukarıda ana hatlarıyla ele alınan ailevi, kişisel ve psikolojik özellikleri narsist bir kişiliğe, zaman zaman megalomaniye eğilimli bir bireye; güçlü ve hırslı, adanmış, zayıflıklarını göstermek istemeyen, hatasını kabul etmeyen, insanları kendi amaçları için kullanan, ikili ilişkilerinde hep ‘alan’, siyasette sadakatsiz, kişisel ve siyasi etikten yoksun, eleştiriye tahammülsüz, tümüyle kendi varlığı ve başarısına odaklanmış bir karaktere işaret ediyor.  

Esasen, Netanyahu’nun bu karakter özelliklerinin, sadece kişisel hayatı ve İsrail iç siyasetinde değil; Arap-İsrail ihtilafından İran nükleer dosyasına, bölge ülkeleriyle ilişkilerden ABD ve Rusya gibi küresel güçlerle münasebetlerine kadar geniş bir spektrumda etkilerini bilhassa son on beş yılda yakından görüp hissetmek mümkün. Bilhassa ikili görüşmelerde kamera önündeki tavırları, medya ile ilişkileri, Araplarla iletişimi, Filistin meselesine yaklaşımı ve kriz anlarında ortaya koyduğu tavırlar yukarıdaki gözlemleri doğrular nitelikte. 

İsrail siyasetinin 1977 seçimlerinden beri aşama aşama sağa kayması, Siyonizm’in dindar yorumunun önlenemez yükselişi ve siyaseti bütünüyle tesiri altına alması, Knesset seçimlerinde seçim kanununun ve temsil gerçeğinin de yardımıyla bu partilerin kilit konum ifa etmesi bölgede sürekli bir kuşatılmışlık ve yalnızlık realitesinin beslediği aşırı güvenlikleştirilmiş İsrail toplumunun endişeleri, Filistin topraklarında on yıllardır sürdürülen planlı ve inatçı işgal…  

Bu kritik şartlarda İsrail, yokuş yukarı sürülen bir bisiklete benziyor; sürekli pedal çevirmek zorunda, bir an bile durma lüksü yok, aksi takdirde mevcut konumunda dahi tutunamayacak ve geriye düşecek. Bu konjonktür İsrail sağını yükselttikçe yükseltti ve Netanyahu tam da bu dalganın üzerinde sörf yapıyor. Yakın zamanda bu tablonun değişebileceğine dair somut bir emare de görünmüyor.