Batı’nın İkilemi: Putin’le Müzakere Mi, ‘Doğrudan Savaş’ Mı? 

Araştırmacı Deniz Yaşayan, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın başlangıcındaki Batı ve Moskova arasındaki temel stratejik çelişkileri ve bu çelişkilerin savaşın gidişatını nasıl etkilediğini Fokus+ için inceledi.
Deniz Yasayan
Batı’nın İkilemi Putin’le Müzakere Mi, ‘Doğrudan Savaş’ Mı
24 Ekim 2024

Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’nın tek taraflı bağımsızlık ilan eden Donbass cumhuriyetlerine, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ‘Novorossiya’ olarak adlandırdığı Herson ile Zaporojye oblastlerine ve Belarus üzerinden Ukrayna’nın başkenti Kiev’le birlikte sınırdaki Çernigov, Sumi ve Harkov oblastlerine başlattığı saldırı iki yılını doldurmak üzere. Soğuk Savaş sonrası modern tarihin tanık olduğu ilk yüksek yoğunluklu devletler arası savaş olarak Rusya-Ukrayna Savaşı, Batı ve Moskova arasındaki ideolojik, politik ve askeri stratejilerin de birer çatışma alanına döndü.  

Savaşta şu an gelinen aşamayı öncelikle askeri olarak değerlendirmek gerekirse basitçe şunu belirtebiliriz: Rusya, Donbass’ın idari sınırlarına ulaşma hedefiyle güçlerinin büyük bir kısmını burada seferber etmiş durumda ve her hafta en az 4-5 yerleşim birimini ele geçirmeyi başardığı bir momentuma ulaşmış halde, hedefine yürüyor. Ukrayna’nın 2014’teki Batı destekli hükümet darbesinin ardından Donbass’a yönelik başlattığı saldırılardan sonra oluşturduğu 10 yıllık tahkimatlar tamamen yıkılmış durumda.  

Stratejik hedefler: Donbass ve 'Novorossiya' 

Urojayne’den Vugledar’a Donetsk’in güney kısmında Rus ordusu bu savunma hattını kırmayı başardı. Yukarı çıkıldığında ise Rus ordusu, 2014’ten beri hareketsiz olan Novomihaylivka, Marinka, Krasnogorivka, Piski, Opitne’den oluşan hattı aştı ve burada Ukrayna’nın başarısızlıkla sonuçlanan Zaporojye karşı saldırısından beri artırdığı bir hızla ilerleyip en az 30-40 köyü almayı başardı. Buralardan yıllarca Donetsk’e bombardıman yapılmış, savaş başlamadan önce 10 bin Donbasslı sivil bu bombardımanlar sonucu katledilmişti. Biraz daha kuzeydeki Avdiivka’nın Artyomovsk’la (Ukrayna’nın Bahmut’u) benzer bir kaderi paylaşıp düşmesi de Çasiv Yar cephesini kırmış görünüyor, buranın ötesi zaten Slovyansk ve Kramatorsk, Donetsk Halk Cumhuriyeti idari sınırlarının son iki kenti.   

Rus ordusu cephenin bu kısmının yanı sıra Lugansk’ın batısında, Harkov bölgesinde ilerleyişini de sürdürüyor. Harkov’da bir ‘ilhak’ referandumu yapılmadığından şu ana kadar bu bölgede idari bir birim kurulmuş değildi ancak bir süredir ‘Harkov’daki Rus Yönetimi’ titrini Rus ajanslarının haberlerinde sıklıkla görmeye başladık ki bu önemli bir detay. Harkov’da Rus ordusunun Oskil Nehri’nin sol yakasına çıkmayı başardığını ve Kupyansk’taki Ukrayna birliklerini çember içine almaya başladığını görüyoruz. Rus ordusunun Harkov’u tam karşısına alan sınır hattındaki birkaç köylük ‘buffer zone’u da olduğu yerde duruyor.  

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın politik yönüne bu askeri temel ışığında daha iyi bakabiliriz.   

Zelenskiy'nin barış planı ve Batı’nın desteği 

Bilindiği üzere Ukrayna’nın görev süresi dolan ‘Devlet Başkanı’ Vladimir Zelenskiy, Washington’da ‘Barış Planı’ adı verdiği bir taslağı açıkladı ve Batılı müttefiklerinden destek istedi. Bu plan, Ukrayna’nın doğrudan Rus topraklarını hedef alabilecek uzun menzilli füzelerle ve çok daha fazla askeri destekle caydırıcılığını artırmayı, ek olarak da NATO’ya -çatışma bölgeleri dahil- mevcut sınırlarıyla katılmasını öngörüyor. Elbette bu absürt planı ne Batı’da ne Moskova’da ciddiye alan oldu. Rusya istikrarlı bir şekilde “Müzakereler başlamazsa, özel askeri operasyonumuzu hedeflerimize ulaşana kadar sürdüreceğiz” çizgisinde ısrar ediyor.  

Bu noktada belirtmek gerekir ki Batı halen Rusya’nın II. Minsk Anlaşması gibi eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ifadesiyle ‘zaman kazanma’ amaçlı bir sahtekarlığa ya da İstanbul Müzakereleri gibi ABD ve İngiltere’nin basitçe müdahil olup bozabileceği, güvensiz bir sürece yanaşmak istemediğini, sahadaki durum da göz önüne alındığında ‘eli güçlü’ olanın da bizzat Ruslar olduğunu anlamak istemiyor ve öne sürdükleri iddialar, tezler, istekler gerçeklikten kopuk olmaktan öteye geçemiyor.   

Bunu biraz daha açmak gerek.  

Washington ve Brüksel’in beklentisi esasında uygulanan yaptırımlarla birlikte Rus ekonomisinin ilk yıl içinde büyük bir finansal şok yaşayıp çökmesiydi ancak iktidarına ‘şartlı’ destek sunan aşırı milliyetçi kesimlerin de ağır eleştirilerine maruz kalmasına yol açacak şekilde Putin ve ‘merkez’ iktidarı Herson ve Harkov’dan apar topar çekildikleri, Kırım Köprüsü ve Herson Barajı’nın havaya uçurulduğu, Wagner isyanıyla iç güvenlik dinamiklerinin sarsıldığı, büyük kentlerde terör saldırılarıyla yüzlerce sivilin öldürüldüğü günlerde bile hiçbir ‘ivedi’ önlem almadı, belirgin ‘kırmızı’ çizgiler çekmedi, bugünlerde İran’dan sıklıkla duymaya alıştığımız şekilde aleni tehditler savurmadı ve aslında bunların hiçbirine simetrik karşılık vermedi. Bunu Ukrayna’nın -şimdilerde pili bittiği görülebilen- Kursk saldırısı başladığında da görmedik, korkunç bir insan kaybıyla sonuçlanan Zaporojye’deki karşı saldırı sırasında da.  

Rusya, stabil finansal sistemini korudu ve ticaretinin rotasını da Hindistan ve Çin başta olmak üzere Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkelerine başarıyla çevirdi. Bununla birlikte Avrupa’dan da vazgeçmedi ve kıta içerisinde çelişkiler yarattı. Kıtanın yükselen ‘vatansever’ figürlerini (Slovakya’nın ‘solcu’ başbakanı Robert Fico’dan Macaristan’ın ‘sağcı’ başbakanı Viktor Orban’a) ABD ve İngiltere’nin güvenliği için Ukrayna’da ‘çarçur edilen halkın parası’ söylemi üzerinden kullandı, kıtada önemli gedikler açtı, müttefikleriyle ilişkilerini sıkılaştırdı. Avrupa Komisyonu’nun Rusofobik başkanı Ursula von der Leyen’in iddia ettiğinin aksine Avrupa bu süreçte hiçbir zaman Rusya’ya karşı hiçbir zaman ‘tek’ bir çizgide buluşamadı.   

Şimdi tarafların ideolojik duruşlarına gelmek gerekiyor.   

Batı ve Moskova'nın stratejik çelişkileri 

ABD, İngiltere ile AB’den müteşekkil Batı ve Moskova’nın Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamındaki temel çelişkisi nedir?   

Savaşın başlangıcında her iki tarafın çelişen iki farklı stratejisi vardı.   

Batı, birkaç gün içerisinde Rus ordusunun tıpkı daha önce Gürcistan’ın başkenti Tiflis’in önünden döndüğü gibi Kiev’de belki de tam kontrolü sağlamasına bile gerek kalmadan hükümeti düşüreceğini, bundan sonra ise Rusya’ya ülke içerisindeki sivil direnişle ve Batı’dan uygulanan ekonomik yaptırımlarla bu hareketinin bedelini çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kalacağını düşünüyordu. Sanılanın aksine “Kiev üç günde düşer” öngörüsü Ruslara değil, ABD Genelkurmayı’na aitti ve bu tutmadı. Rusya’nın stratejisi ise etki alanı olarak gördüğü SSCB topraklarına NATO’nun girişini ne olursa olsun durdurmaktı, bu askeri kontrolle de olabilirdi Zelenskiy’nin darbeyle devrilmesiyle de nitekim Putin, Ukrayna ordusundaki üst rütbelilere henüz savaşın başlangıcında bu yönde bir çağrı da yaptı. Ukrayna’nın direnişi her iki tarafın da stratejisini bozdu.   

Batı bu noktadan sonra odak noktasını askeri alana kaydırdı ve tanksavar-uçaksavar füzelerle başlayan askeri sevkiyatını neredeyse bir asır sonra Alman tanklarının Slav topraklarına sokulmasıyla, çok uzun bir süre Rus ordusunun başını ağrıtan HIMARS’ların ve nükleer başlıklı bomba taşıma kapasiteli F-16’ların verilişiyle bu sürece devam etti. Rusya da stratejisini değiştirdi ve o da -tam tersine- odak noktasını askeri alandan siyasiye çekerek ‘kurallara dayalı uluslararası düzen’ adı verilen Batı düzenini hedefine alarak, küresel Güney ülkeleriyle yakın iş birliğine, Batı’nın finansal araçlarının güven kaybetmesine, Şangay İşbirliği Örgütü’nden BRICS’e çeşitli bölgesel ve uluslararası birliklerin geliştirilmesine odaklandı. Askeri hedefini de Donbass ve ‘Novorossiya’ topraklarıyla sınırlayarak Ukrayna ordusunu burada tüketmeyi seçti.  

Bu iki stratejinin çarpışması nasıl çözülecek?  

Savaş bir ‘pat’ aşamasından çıkmış görünüyor. Rus ordusu ilerliyor ve askeri hedeflerine ağır ağır da olsa ulaşacağa benziyor. Batı kamuoyunda belli aralıklarla gündeme getirilen ‘toprak imtiyazı karşılığında NATO üyeliği’ tartışmasını bu bağlamda bir ‘nabız yoklama’ olarak değerlendirebiliriz. Bununla birlikte Moskova’nın bunu kabul etmesi için hiçbir neden yok nitekim ‘toprak imtiyazı’ zaten Rusya’nın bizzat silahla sağladığı bir realite durumunda ve Batı’nın kendisine bunu sağlamasına ihtiyacı yok. Sunulan ‘NATO üyeliği’ önerisi ise Rusya’nın 24 Şubat 2022’ten önce dile getirdiği en büyük stratejik rahatsızlığının göz ardı edilmesi, tüm bu yaşananlardan hiçbir ders çıkarılmaması demek.    

Batı bu savaşı ‘kurallara dayalı uluslararası düzen’ için bir ölüm kalım savaşına dönüştürdüğünden geri adım atamıyor. Ukrayna ise hiçbir bağlılık hissetmediği Donbass cephesinde daha çok kan kaybetmek, bunun karşılığında daha çok askeri yardım almak, sonrasında daha çok kan kaybetmek ve ardından yine daha çok askeri yardım almak paradoksundan çıkamıyor. Belki Moskova’nın tam olarak istediğinin bu olduğu düşünülebilir nitekim Rusya bu savaşı tam seferberlik ilan etmeden ve ekonomisini bir ‘total war’ için zorlamadan, kısıtlı kaynaklarla yürütüyor. Ukrayna’daki ‘özel askeri operasyon’ bu şartlarla onlarca yıl daha sürdürülebilir. Peki aynısını düşmanının aksine kendisine ait bir savunma sanayisi olmayan, ekonomisi Batı’nın mali desteğine bağımlı, askeri yardım alabilmek için sürekli dikkat çekmeye ve bu amaçla ‘intihar’ olarak değerlendirilebilecek anlamsız karşı saldırılar düzenlemeye, insan gücünü sürekli tüketmeye mahkum, tartışmalı bir lidere sahip Ukrayna için söyleyebilir miyiz?  

Sonuç olarak:  

Batı ya uluslararası tecrit altına almayı denediği ancak başaramadığı Putin’le müzakere masasına oturacak, Kırım’ın ilhakını kabul edecek, Donbass ve ‘Novorossiya’ topraklarındaki direnişten vazgeçecek ve Ukrayna’nın askeri tarafsızlığını -Moldova gibi- teyit edecek ya da Rusya’yla direkt bir çatışmayı göze alacak. Rusya her iki ihtimale hazır olduğunu defalarca açıkladı. Batı ise şimdilik hiçbirine hazır değil ancak eski ABD Başkanı Donald Trump’ın seçimleri kazanması bu noktada Ukrayna politikasında 180 derece bir değişimi gerekçelendirmek için tarihi bir fırsat olabilir. Trump buna gönüllü olacaktır fakat şu an için Batı’nın, Ukrayna’ya daha fazla askeri yardım göndermekten başka atabileceği hiçbir fiili adım bulunmuyor.  

Rusya ise mevcut ekonomik istikrarını sürdürdüğü ve daha önce Herson, Harkov ve bugünlerde de Kursk’ta olduğu gibi sürpriz Ukrayna saldırıları karşısında gösterdiği soğukkanlılığı devam ettirdiği, Donbass’ta yoğunlaştırdığı güçlerini de koruduğu müddetçe stratejik hedefine adım adım yaklaşacaktır. Burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki Batı’nın İstanbul’da müzakere sürecini iptal etmesi sadece Donbass’ın özerkliğiyle yetinen Rusya’nın ‘Novorossiya’ olarak adlandırılan ve Kırım’ı kara yoluyla Rusya’ya bağlayan iki büyük oblast olan Herson ve Zaporojye’nin de ilhakıyla sonuçlanmıştı. Donbass’ın askeri olarak tamamen kontrol altına alınmasından sonra reddedilen bir müzakere, bu kez Harkov ve Odessa’nın da ‘anavatan’ topraklarına katılmasının Kremlin’in ajandasına girmesine yol açabilir.   

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.