Avrupa’nın Göç Meselesi: Çözümsüz Problem
Son yıllarda Avrupa'nın politik arenasında en çok tartışılan konu göç olmuştur. Toplantılar, aktarılan kaynaklar ve parlamento bloklarının oluşumu gibi pek çok unsur, her seçimde bu meselenin merkezde yer almasını sağlamıştır. Göç, Avrupa'nın hayal ettiği geleceği şekillendirme açısından en önemli konulardan biri haline gelmiş, çoğu zaman diğer önemli meselelerle de iç içe geçmiş bir boyut kazanmıştır.
Örneğin, Avrupa Birliği gündeminin en büyük başlıklarından olan iklim krizi, göç mevzuunu doğrudan etkilemesi yönüyle de önemli. Göç, Avrupa’da sadece bir siyasi tartışma değil; ayrıca sosyo-ekonomik ve çevresel yapısının şekillenmesinde de kilit bir rol oynayan bir faktör. Ancak bunca çaba, tartışma, bağrışma ve devrim denemelerinin sonucunda anlaşılan bir husus var: çözüm üretilemeyen “problem” henüz zirvesine ulaşmadı.
Göç siyasetin kalbinde: Sağ popülist partilerin yükselişi
Göç, Avrupa’da özellikle son on yılda siyasi tartışmaların en önemli konusu haline geldi. İtalya, Hollanda, Avusturya, İsveç, Almanya, Polonya ve Fransa gibi ülkelerde sağ popülist partiler, göçmen karşıtı söylemlerle hızla yükseliyor ve iktidarları tehdit ediyor, hatta zaman zaman iktidarı devralıyor.
Örneğin İtalya’da Giorgia Meloni liderliğindeki İtalya'nın Kardeşleri, göç karşıtı politikalarla büyük bir çıkış yakaladı. Hollanda’da Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi (PVV) son seçimlerde 37 sandalye kazanarak Hollanda tarihindeki en büyük sağ popülist zaferlerden birine imza attı. Avusturya’da ise Özgürlük Partisi, eski Nazi sempatizanları tarafından kurulan bir parti olmasına rağmen halkın büyük desteğini alarak yüzde 30 oy seviyelerini gördü. Bu örnekler, Avrupa genelinde sağ popülist hareketlerin güç kazanmasına zemin hazırlayan en önemli etkenlerden birinin göç olduğunu gösteriyor.
Birçok ülkede göç konusundaki bu sertleşen söylem, sağ popülist partilerin tabanını genişletirken, geleneksel partileri de göç konusunda daha katı politikalara yönlendirdi. Almanya'da AfD (Almanya için Alternatif) partisi, göç karşıtı duruşuyla hızla yükselirken, Fransa'da ise Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Cephe, Emmanuel Macron karşısında seçimleri kaybetmiş olsa da sonraki seçimlerde başarı şansının oldukça yüksek olduğu öngörülüyor ve büyüyor. Nazileri çağrıştıran, hatta kimi zaman ilhamını onlardan aldığını belirtmekte bir sakınca görmeyen Avrupa aşırı-sağının konuları ele alış konusunu incelemek de bir çözüme varamayacaklarının bir işareti.
Örneğin geçmişte ağır antisemitizm ile hayali düşman imgesini Yahudiler ile dolduran aynı siyasi çizgi, bugün Afrikalı, Orta Doğulu yahut nereli olduğuna bakmadan “yabancı” ve düşmanı “islamistler” olarak belirliyor ve ülkelerinin gelişimine ket vuran büyüğünden küçüğüne her olumsuzluğun aynı kaynaktan geldiğine inanıyor.
Göç dalgasının kaynağı
Göç meselesinin bugünkü boyutlara ulaşmasındaki en önemli dönemeçlerden biri, 2010’lu yılların başında patlak veren Arap Baharı oldu. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da başlayan bu halk ayaklanmaları, birçok ülkede hükümetlerin devrilmesine ve iç savaşlara neden oldu. Özellikle Suriye ve Libya’da yaşanan çatışmalar, milyonlarca insanın evlerini terk etmesine yol açtı. Suriye'de devam eden iç savaş nedeniyle 6,6 milyon insan ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Bu göçmenlerin büyük bir kısmı, Avrupa ve Türkiye’ye sığınmak için yola çıktı.
Öte yandan Arap Baharı’nın ardından bölgede yaşanan siyasi istikrarsızlık ve ekonomik krizler, göç dalgalarının giderek artmasına neden olsa da, “stratejik çıkarlarından” ödün veremeyen Avrupa hükümetleri, istikrarsızlığın herkesin düşmanı görmezden gelerek, diğerlerinin istikrarsızlığından yararlanma fikrini eskitene kadar kullandılar.
Çıkan iç savaşlar ise sadece bir ülkenin değil, bölgesel ve küresel güçlerin de dahil olduğu bir çatışma haline geldi. ABD, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörler, Suriye’deki iç savaşa müdahil oldular ve bu durum milyonlarca insanın göç etmesine yol açtı. Kimi zaman, eli armut toplamayan Belarus ve Rusya gibi diğerleri de aynı istikrarsızlıktan çıkar sağlamak amacıyla umutsuz göçmenleri Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullandı. Kaçan milyonlarca insan Avrupa’ya akın etti ve bu durum Avrupa’nın sosyal, ekonomik ve siyasi yapısını derinden sarstı.
Kolonyalizm ve neo-kolonyalizm
Göç krizine bakmanın bir diğer yolu ise, Afrika ve Orta Doğu’daki tarihsel süreçleri incelemekten geçiyor. Bu bölgelerde yaşanan sorunlar, büyük ölçüde Avrupa’nın geçmişteki sömürgeci politikalarına dayanıyor. Yüzyıllar boyunca Avrupa’nın sömürgeci devletleri tarafından yağmalan Afrika ve Orta Doğu Afrika’da milyonlarca insan sömürgecilik nedeniyle hayatını kaybederken, trilyonlarca dolar değerinde doğal kaynak Avrupa’ya taşındı. Bu ülkeler, başlangıç aşamasında kendi ekonomilerini geliştirme şansını bulamayacak şekilde tasarlandı.
Bu yorumu fazla deterministik bulacak, duruma böyle bakmanın yoksul ve istikrarsız kalan aktörlerin iradesizliği şeklinde yorumlanacağını söyleyenler olabilir. Ancak bu kolonyalist tasarımlar, bir kurma saat gibi kurulup bırakılmış varlıklar da değil. Aksine, aynı süreç neo-kolonyalizm adı altında devam ediyor. Bugün Avrupa’nın çokuluslu şirketleri, Afrika ve Orta Doğu’daki doğal kaynaklara erişimlerini sürdürüyor. Bu şirketler, bölgede kurulmuş sistemden yararlanarak yerel hükümetlerle yaptıkları anlaşmalar sayesinde, ülkelerin ekonomilerini tekeline alıyor. Nijerya’da Shell, Nijer’de Total, her ülkede öne çıkan birkaç şirket bu durumu açıklamaya yetiyor.
Afrika’nın büyük bir kısmı, bu ekonomik sömürünün etkileriyle boğuşurken, Avrupa’ya göç eden milyonlarca insan da bu tarihi sömürüden kaçmanın yollarını arıyor. Dolayısıyla diğer etkenlerle birlikte neo-kolonyalizm bitmeden ya da şekil değiştirmeden, sorunun bu ayağının çözülemeyeceği anlaşılıyor.
İklim krizi: Yeni bir göç dalgasının habercisi
Göç sorununun gelecekte daha da büyümesine neden olacak bir diğer önemli faktör ise iklim değişikliği. İklim krizi, özellikle Afrika ve Orta Doğu’da yaşam koşullarını daha da zorlaştırıyor. Kuraklık, aşırı sıcaklar ve su kaynaklarının tükenmesi gibi sorunlar, bu bölgelerdeki insanların yaşamlarını sürdürmelerini imkânsız hale getiriyor. Birleşmiş Milletler’e göre, önümüzdeki 30 yıl içinde 143 milyon insan, iklim değişikliği nedeniyle göç etmek zorunda kalacak.
Sahra Altı Afrika, su kıtlığı ve kuraklık gibi sorunların en yoğun yaşandığı bölgelerden biri. Nijer gibi ülkelerde, insanların yüzde 80’i tarımla geçimini sağlıyor. Ancak kuraklık nedeniyle tarım alanları hızla çölleşiyor ve insanlar topraklarını terk etmek zorunda kalıyor. Bu durum, Avrupa’ya yönelik yeni bir göç dalgasını tetikliyor.
İklim değişikliği, sadece Afrika’da değil, aynı zamanda Orta Doğu’da da büyük bir krize yol açıyor. Suriye’de iç savaşın başlamasından önce, 2006-2010 yılları arasında yaşanan kuraklık, bazılarına göre iç savaşa sürükleyen etkenlerden biri olduğunu, bazıları ise o dönem yaşanan kuraklığın 1,5 milyon insanı göç etmeye zorladığını iddia ediyor. İklim krizinin neden olduğu bu tür göçler, önümüzdeki yıllarda daha da artacak ve Avrupa'nın göç sorununu daha da derinleştirecek.
Avrupa ekonomisinin göçmenlere olan ihtiyacı
Göç meselesi sadece sosyal ve siyasi bir sorun olarak görülse de Avrupa’nın ekonomik yapısı da bu durumu körüklüyor. Avrupa, yaşlanan nüfusu ve azalan doğum oranları nedeniyle iş gücü açığını kapatmak için göçmenlere ihtiyaç duyuyor. Almanya, her yıl 400 bin işçiye ihtiyaç duyduğunu açıkladı. İtalya’da Giorgia Meloni’nin göç karşıtı söylemlerine rağmen, göçmen işçi kotalarında artış yaşanıyor. 2023’te 136 bin işçi vizesi verildi ve bu, 2008’den bu yana en yüksek rakam.
Ayrıca Göçmenler, genellikle düşük ücretli işlerde çalıştırılarak Avrupa ekonomisinin döngüsünü sürdürüyorlar. Restoranlardan inşaatlara, temizlik işlerinden tarıma kadar birçok sektörde göçmen işçiler kilit rol oynuyor. Bu iş gücü, Avrupa ekonomisini ayakta tutarken, göç karşıtı politikalarla bu durum arasındaki çelişki daha da derinleşiyor. Hem göçmenlere ihtiyaç duyulması hem de göç karşıtı söylemlerin yaygınlaşması, Avrupa’da göç meselesinin çözümsüz kalmasına yol açan başlıca etkenlerden biri.
Sayılan başlıkların üzerine, çeşitliliği savunanların sayısının hiç de az olmadığını da eklerseniz Avrupa'nın göç krizini çözmesinin neden bu kadar zor olduğu anlaşılıyor. Göçmen karşıtı politikaların yükselmesi, tarihsel sömürü düzeni ve iklim değişikliği gibi faktörler, bu sorunun çok boyutlu bir mesele haline gelmesine yol açıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.